Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda Programı'nın (WFP) gerçek zamanlı veri paylaştığı 'Açlık Haritası’nda, 6 Haziran itibariyle 92 ülkede toplam 866 milyon kişinin yeterli gıda tüketemediğini, 36 ülkede 333 milyon kişinin, 56 ülkede ise 533 milyon kişinin ve 84,34 milyonluk nüfusa sahip Türkiye'de ise 14,8 milyon kişinin yetersiz beslenebildiğini açıkladı. Aynı veriler, beş yaş altı çocukların yüzde 1,7'sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6'sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.
Yetersiz beslenme, insan vücudunu hem fizyolojik hem de psikolojik olarak zarara uğratmaktadır. Sağlıklı yaşam için beslenme ihtiyacı insanın doğar-doğmaz hem beyinsel hem de fiziksel gelişimi açısından karşılanması gereken bir zorunluluktur. İnsanlığın beslenme ihtiyacından mahrum kaldığı her durumda ise ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Beslenme yetersizliği demek insanın mental ve fiziksel olarak gelişiminin tamamlanamaması demektir. Yetersiz bir beyin ve yetersiz bedensel gelişim demektir. Yaşadığımız ülkede de yetersiz beslenme gün geçtikçe daha akıl almaz boyutlara varmaktadır. WFP'nin açıkladığı verilere göre Türkiye'de yetersiz beslenmenin en yüksek olduğu il yüzde 20,25 ile Şırnak'tır.
Türkiye’nin imzacısı olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde “taraf devletler her çocuğun temel yaşam hakkına sahip olduğunu kabul ederek, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için en üst düzeyde çaba göstermek durumundadır” deniyor. Ancak yalnızca açıklanan veriler bile Türkiye’nin bu sözleşmeyi apaçık görmezlikten geldiğini bir kez daha kanıtlıyor. Çocuklar bu düzende açlık çektiklerinden kaynaklı gelişim ve kavrama sorunu yaşıyor. Gazetelere röportaj veren, emekçi mahallelerinde görev yapan öğretmenler, ekonomik krizin çocukların beslenme çantalarına yansıdığını ifade ediyor. Çocuklar dersleri zor kavrıyor ve algılıyor. Ayrıca gelişim bozukluğu da yaşayan çocuklar adeta bir deri bir kemik kalıyorlar. MEB'in yaptığı “Dört Beceride Türkçe Dil Sınavı” çocukların yalnızca konuşmada başarılı olduğunu ortaya koyuyor.
İçinde bulunduğumuz bu sistem, en temel insani hak ve yaşamsal gereksinim olan beslenme ihtiyacını bile karşılamak bir yana adeta lüks haline getirmiş durumda. Artan hayat pahalılığı, enflasyon ve alım gücünün artmasıyla birlikte sağlıklı ve yeterli beslenmek bile imkânsız bir hale gelmiştir. Tüm bu tablo bile, bu sistemin ne kadar vahşileştiğini gözler önüne sermektedir. Kapitalizm azgınlaştıkça genç, yaşlı, çocuk demeden tüm toplumun kanını nasıl emeceğinin hesabını yapmaktadır. Sermaye devleti, çocuklarını yüksek refah koşulları içinde yetiştirip konforlu ve zengince bir yaşam sürdürürken geri kalan milyonlarca çocuk ise daha anne karnındayken yoksullukla yüz yüze kalmaktadır. Dünyaya gözlerini açlık ve yoksulluk sorunu altında açıp hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
Bu sömürü düzeni yıkılmadığı müddetçe, insanca yaşayabilmemiz de mümkün olamayacak! Bizleri tüm bu saldırılardan kurtaracak olan ise kendi örgütlülüğümüzdür. Yaşam hakkımızın alenen gasp edilmesine karşı bir araya gelmek, örgütlenmek her zamankinden daha da yakıcı bir görev olarak önümüzde durmaktadır. İnsanın sömürülmediği, öldürülmediği, insanca yaşayabildiği bir düzen olan sosyalizmi kurmak için bir adım daha öne çıkıp mücadeleyi büyütmeliyiz.
İstanbul'dan bir DGB'li