Kazanmak için yasalar ve yasaklar aşılmalıdır

Direnişlerin kazanımla sonuçlanması için yasakları tanımamak ve sınıf mücadelesinin meşru çıkarlarını baz almak zorunludur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 27 Ocak 2021
  • 15:45

Bir süredir işçi direnişleri yoğunlaşmaya başladı. İşten atma-ücretsiz izin saldırıları ve sendika düşmanlığı bu direnişlerin hareket noktalarını oluşturuyor. Fakat, güncel işçi direnişlerinin hepsi kendi içinde belli zayıflıklar barındırıyor.

HSK Systemair, Baldur, Ekmekçioğulları, PTT ya da Migros depo işçilerinin direnişleri kendi içinde değerli ve önemli direnişlerdir. Farklı süreçlerin içinden geçerek belli bir düzeye gelmiş direnişlerdir. Ancak bu düzeyin kendisi kazanmak için yeterli değildir.

Örneğin PTT işçileri zor bir alanda yeni bir sendika kurarak hem işkolu hem de işyeri barajını kısa zamanda aşmayı başarmışlardır. Oldukça dağınık bir işkolunda, taşeron faktörünü de eklediğimizde başarılan işin güçlüğü hemen anlaşılmaktadır. Fakat, ücretsiz izin ve işten atma saldırısına karşı PTT işçileri eylemlerini hep bir sınırda tutuyorlar. Örneğin, direniş çadırı işçinin kararlılığını gösterdiği ve patrona meydan okuduğu bir mevziidir. Fakat PTT işçileri hala bir direniş çadırı kurmuş değil. Yine eylemlerin sadece 11.00 ila 14.00 arasına sıkıştırılması ise başka bir handikaptır.

Aynı durum HSK Systemair’de de geçerlidir. İşçiler ve Birleşik Metal İş, Kocaeli genelindeki eylem yasağından kaynaklı kapı önü direnişini bıraktılar. Direnişi yasak bitene kadar konsolosluk önü gibi şehir dışı yerlerde sınırlı basın açıklamaları ile sürdürüyorlar. Fakat bu arada patron içerideki sendika üyelerine yasa, hak-hukuk tanımadan saldırmaya devam ediyor. Saldırıların boyutu öyle ki sendika üye sayısı yarı yarıya azalmış durumda.

Baldur fabrikasında ise 4 yılı aşkındır devam eden bir süreç var. İspanya sermayesine ait fabrikada işçiler yıllardır sendikalaşma mücadelesi veriyor. Daha doğrusu yetki için mahkeme koridorlarında sürüncemede bırakılıyorlar. Sonunda yetki aldıklarında direnişin öncüleri işten çıkartılıyor. İşçiler kapı önünde çadır kurup direnişe başlıyorlar. Çalışan işçiler, atılan işçilere sahip çıksa da üretimden gelen güç tamamen kullanılmıyor. Bu gücün kullanılması ise yasal toplu sözleşme sürecinin bitmesine bırakılıyor. İspanyol patron ise hukuksuzluğuna devam ediyor. Son olarak grevdeki işçilerin 18’ini uydurma gerekçelerle işten çıkardı.

Yine sendikalaştıkları için işten çıkartılan Ekmekçioğulları işçileri, işten atma saldırısına karşı üretimi durdular. Ama sonrasında atılan işçiler geri alınana kadar grevi sürdürmek yerine, patronun yeni işten atma saldırılarına karşı fabrika önü direnişini esas aldılar. Örnekler uzatılabilir. Ancak direnişlerin eksik yanlarını görmek için bu kadarı yeterlidir.

Genelinde işçilerin anlamlı çıkışları da var elbette. Baldur’da işçilerin grev kırıcılarına geçit vermemesi ya da İç Anadolu’da bozkırın ortasında Ekmekçioğulları işçilerinin “İşgal, grev, direniş!” sloganını yükseltmesi gibi. Fakat bunlar başta söylediğimiz gibi kazanmak için yeterli değildir.

Bugün direnişler kamuoyunda ciddi şekilde ilgi görüyor. İşçiler takip ediyor. Bu nedenle bu direnişlerin tıpkı Sinbo’da olduğu gibi kazanması ve işçi sınıfına direnişle kazanıldığını göstermesi gereklidir. Bunun içinse direnişlere hâkim olan anlayışların aşılması gerekmektedir. Kolluk güçleri şahsında devlet ve sermayedarlar fütursuzca saldırıyor. Tüm direnişlere de bir sınır çiziyor. Bu sınırı geçerseniz de “devletin gücünü” gösteriyor.

Gerçek bir kazanım için çizilen sınırları aşmak, sermayenin çıkarlarına hizmet eden yasaları-yasakları tanımamak gereklidir. Böyle yapamamak direnişleri zamanla sıradanlaştıracaktır. Bu ise işçi sınıfının arayışta olduğu böylesi bir dönemde olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

Bu direnişlerin (Migros depo dışında) hepsinde sendikaların işçiler üzerinde belirgin bir denetimi var. Buradan bakıldığında tüm işçileri eyleme geçirecek olanaklara sahip oldukları söylenebilir. Sadece kapı önü değil, aynı zamanda üretim alanlarını da eylem alanına çevirme imkanına sahipler. Fakat temsil ettikleri icazetçi-uzlaşmacı anlayış gereği bilinçli bir tutumla bundan uzak duruyorlar. Dolayısıyla eylem alanlarından yükselen “İşgal, grev, direniş!” sloganı sadece söylem olarak kalıyor. Gerçekte ise “İşgal, grev, direniş!” çizgisi, sınıf devrimcilerinin işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarından ve kendi öz deneyimlerinden süzerek şiarlaştırdığı, sınıfa karşı sınıf perspektifi ile yasal sınırlamalara takılmadan, fiili-meşru eylem çizgisine ve işçi sınıfının üretimden gelen gücüne işaret eden bir formülasyondur. Slogan olarak atması güzel ve kolay! Ama bu çizginin hayata geçirilmesi meşakkatli ve bedeli olan bir çabayı gerektirmektedir.

Sonuç olarak, bugünkü direnişlerin kazanması sadece direnen işçiler için değil, tüm işçi sınıfı açısından önemlidir. Kazanıma giden yol ise “İşgal, grev, direniş” sloganında vücut bulan devrimci mücadele anlayışı ile mümkündür. Bu da demek oluyor ki; direnişlerin kazanımla sonuçlanması için yasakları tanımamak ve sınıf mücadelesinin meşru çıkarlarını baz almak zorunludur.

K. Asım