Meslek hastalığının mevzuattaki tanımı “Sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre, tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık ve ruhi arıza halleridir. Ancak Türkiye’de yaşayan işçiler, mevzuatta yer almasına rağmen meslek hastalığı kavramının gerçek hayatta karşılığı olmadığını bilirler. Meslek hastalıkları verileri depolanmadığı gibi kabul ettirilmesi, önlem alınması için işçilerin dişe diş bir mücadele vermeleri gerekiyor. Tıpkı Silikozisin kot taşlama işinde meslek hastalığı olarak kabul ettirilmesi için verilen mücadele örneğinde olduğu gibi.
Türkiye’de sadece 3 tane meslek hastalıkları hastanesinin bulunması da sorunun vahametini ortaya koyuyor. Meslek hastalıklarına gereken önem verilmediği için Sosyal Sigortalar Kurumu (SGK) tarafından meslek hastalıklarından kaynaklı ölümlerin verileri de gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Örneğin SGK’nın verilerine göre 2013-2018 yılları arasında meslek hastalıklarından kaynaklı ölüm vakası yok ama aynı dönemde 1319 kişinin yakınlarına ölüm geliri bağlanmıştır. Bu örnek bile meslek hastalıklarından kaynaklı ölümlerin üstünün örtüldüğünü göstermeye yeter.
Meslek hastalıklarının veri depolaması, önleyici tedbirleri ve tedavisi için yasal yetersizlikler ortadayken, işyerlerinde ise bu sorun adeta yok hükmündedir. Zira ölümlü iş kazalarının bile üzeri örtülmek istenirken, meslek hastalıklarına tanı koyulmasını, gerekli önlemlerin alınmasını beklemek mümkün görünmüyor. Çünkü işyeri hekimlerinin maaşlarının patronlarca ödenmesi hekimleri mesleki etiğe bağlı kalmak ya da işsizlik ikilemiyle baş başa bırakıyor. İş, Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri’ne (OSGB) kaldığında ise sorunların üstü tamamen örtülüyor.
İşçi sağlığı önlemlerinin göstermelik olduğu, işe girişlerde sağlık raporlarının işçiyi görmeden işyeri hekimince verildiği yerde, etkileri uzun vadede görülen, takip/kontrol gerektiren meslek hastalıklarının önlenmesi için tedbirler alınması beklenemez. Oysa ortamın ısısından, gürültüsüne, fiziksel koşullarından kimyasal madde kullanımına bağlı olarak oluşabilecek olan meslek hastalıkları fiziksel ya da ruhsal hastalıklara yol açabiliyor. Buna rağmen ne patronların ne devletin işçi sağlığıyla ilgili önlemler almak gibi derdi var.
Kapitalist ücretli kölelik düzeninin hüküm sürdüğü koşullarda, meslek hastalığına yakalanan işçinin bunu ispatlaması imkansız hale getirilmiştir. Öylesine örnekler yaşanıyor ki işçiler, değil meslek hastalıklarıyla ilgili girişimlerde bulunmayı, yaşadıkları sağlık sorunları için bile izin alıp hastanelere gidemiyorlar. Sağlık sebeplerinden dolayı işten ayrılan işçiler hakkında tutulan dosyalar ise işçilerin çalışma yaşamını riske atıyor. Kendisini ve ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda olan işçi, sağlığını tehlikeye sokmayan bir iş bulamadığı gibi işten ayrılış gerekçesi olarak sağlık sebebini gösterdiğinde iş bulması bile zorlaşıyor.
Öyle bir düzen kurulmuş ki, işçiler ancak ölüm sınırına geldiklerinde meslek hastalıklarıyla ilgili girişimlerde bulunabiliyor. Yine gerekli önlemler alınmadan, kendi işi dışında çalıştırılan, Çapa’da kanalizasyon temizlettirilen taşeron işçisinin davası bir diğer önemli örnektir. Dava ancak işçi öldükten sonra sonuçlanmıştır. Nitekim çoğu durumda bu davalar sonuçsuz bırakılıyor. Mevzubahis işçi olduğunda hakkın hukukun teferruat olduğu bu düzende patronlar mahkemelere sürekli itirazlar ederek açılan davaların sonuçsuz kalmasını sağlıyorlar.
Bu sorun işçi sağlığı önlemlerini “gereksiz masraf” gören kapitalistlere ya da onların saray rejiminin insafına bırakılmayacak kadar önemlidir. Dolayısıyla hem işçi sağlığıyla ilgili önlemlerin alınabilmesi hem insanca çalışma şartlarının kazanılabilmesi için tek seçenek örgütlü mücadeledir.