Derinleşen ekonomik kriz ile birlikte artan enflasyon, ücret gündemini her günün temel konusu haline getiriyor. Alım gücündeki düşüş artarken, yoksulluk ve sefalet derinleşiyor. En son yapılan araştırmalara göre işçi sınıf ve emekçilerin büyük bir bölümü açlık sınırının, neredeyse tamamı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Hal böyle olunca, ücretler ve yaşanan tablonun yarattığı yıkıma karşı çeşitli öneriler sıklıkla tartışılıyor. Bu önerilerden biri ve son dönemde sendikalardan aydın ve akademisyenlere ve kimi sol çevrelere kadar geniş bir yelpazede dile getirilen, işçi ücretlerinde eşel-mobil sistemin uygulanmasıdır.
Ücretlerde eşel-mobil, ücret artışlarının enflasyona endekslenerek belirlenecek zaman dilimlerine göre otomatik artışı demek. İlk bakışta oldukça makul gözüken bu öneri, önerinin sahiplerinin bir kısmı açısından var olan gündelik tabloya samimi bir çözüm üretme kaygısından da ileri sürülüyor olabilir. Her geçen gün artan enflasyon karşısında ücretlerin alım gücünü koruyabilmek için enflasyonda yaşanan artışı ücretlere yansıtmak kulağa hoş geliyor. Ancak eşel-mobile biçilen misyon ile günün gerçekleri ve ihtiyacı arasında ciddi bir tezatlık bulunuyor.
Enflasyona endeksli ücret artışları ücretlerde erimeyi önler mi? Peşinen söyleyelim ki, hayır! Öncelikle belirtilmesi gereken nokta kuşkusuz, enflasyon oranlarının belirlenme kriterleri. Sermaye düzeninin iktisadi cambazlıklarının temel alınması, bugünün TÜİK verilerinin temel belirleyici olması gerçeği orta yerde duruyor. TÜİK'in verileriyle hareket etmek, ücretlerin erimesini engellemek bir yana, katmerli bir yıkım anlamına gelecektir. Aksi durumda, yani enflasyon oranlarının daha gerçekçi kriterler üzerinden belirlenmesi koşullarında dahi bir önceki dönemin farkının bir sonraki döneme yansıtılacak olması, enflasyonun sürekli arttığı koşullarda erimenin telafisi açısından her zaman bir açı farkı yaratacaktır. Türkiye gibi düşük ücret dayatmasının sermayenin temel ücret politikası olduğu bir ülkede eşel-mobil ücretlerin erimesini engellemez. Tersine zaten düşük olan alım gücünün enflasyon verilerine endekslenmesiyle otomatiğe bağlaması anlamına gelir. Kısaca enflasyon artışından kaynaklı kayıpların telafisi anlamına gelen, yani en ideal uygulanışında dahi sıfır zam demek olan eşel-mobil ile alım gücünün her periyotta geriye düşmesi muhtemel bir son olarak karşımıza çıkar.
Eşel-mobil kimi kapitalist ülkelerde uygulanan, Türkiye'de ilk ‘70'li yıllarda ardından Özal döneminde dile getirilen ve ilk uygulama alanını kısmi olarak 1990'lı yılların başında bulan, 1997 Kamu TİS'lerinde ise sözleşmeye konularak uygulanan bir sistem. Bugün TİS süreçlerinde altı aylık dilimler üzerinden bağıtlanan ücret artışları da kısmi olarak eşel-mobil sistemi ekseninde değerlendirilebilir. Kısacası şimdilerde önerilen sistem kimi farklılıklar taşımakla beraber, yeni bir şey değil. Ücretlerin enflasyon karşısında erimesini önlemek açısından ise geçmişe, özellikle ‘97 Kamu TİS süreci ve sonuçlarına bakmak yeterli. İlk elden Petrol-İş'in uygulanan eşel-mobil sisteminin ücretlerdeki erimeyi durdurmadığına dair 1997 yılı ve sonrasına ait birçok verisi hala internet taramalarıyla ulaşılabilecek durumda.
Buradan konunun esas vurgulamak istediğimiz noktasına geçebiliriz. Kapitalist sömürü koşullarında eşel-mobil mevcut artı-değer sömürüsü ile ortaya çıkan tablonun kanıksanması, gelir dağılımındaki derin uçurumun mutlaklaştırılması anlamına gelir. İşçi sınıfının günün içinde karşı karşıya kaldığı sefalet tablosuna çözüm bulmaya çalışmak, kayıpları telafi etmek oldukça önemli. Ancak bunu bütünleyecek bir hat’ta emeğin korunması mücadelesi ve sömürünün ortadan kaldırılmasını esas alan bir sömürüyü sınırlandırma mücadelesi çok daha önemli.
Ücret, emeğin korunması mücadelesi kapsamında temel bir gündem durumunda. İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün zayıf, eylem ve hareketinin sınırlı olduğu bir evredeyiz. Olduğu kadarıyla sendikal mücadele ve TİS süreçleri esas kapsamından uzak, sınırlı bir “ücret pazarlığı” olarak yaşanmaktadır. İşçi sınıfının nispeten tepki göstermesi büyük ölçüde bu gündem üzerinden gerçekleşmektedir. Eşel-mobil sistemi mevcut koşullarda, sınırlı sendikal örgütlülük ve olduğu kadarıyla toplu pazarlık süreçlerinin baltalanması, niyetler ne olursa olsun temel bir mücadele gündemini iktisadi veriler üzerinden kendiliğinden belirlenen bir sürece evriltmek anlamına gelecektir. İşçi sınıfının dışında, masa başı verilerle şekillenen, dahası mevcut bilinç düzeyi gözetildiğinde sendikaları, TİS süreçlerini gereksiz gören bir sınıf kitlesi ortaya çıkartması akıbetiyle yüz yüze bırakacaktır.
Bugünün sorunu, ekonomik krize kendi içinde çareler üretmek değildir. İşçi sınıfının yakıcı gündemlerini de içine alan, “sınıfa karşı sınıf” bakışını ve mücadelesini güçlendirecek yaklaşım ile günün görevlerine sarılmaktır. 1930'lu yılların ekonomik kriz atmosferinde, farklı ülke süreç ve koşulların içinde gündeme gelen eşel-mobil tartışmalarını, sırf tarihsel referanslarına uyum sağlamak adına bugünün koşullarına uyarlamaya çalışmak, yaşamın gerçek akışının dışına düşmek dışında bir sonuç üretmez.
Son olarak, sınıf mücadelesi açısından belirtilmesi gereken şudur: Ücretleri esas belirleyen iktisadi veriler değil sınıf mücadelesinin kendisidir. Bu temel düstur unutulursa pusulanızın şaşması kaçınılmaz olacaktır.