Eğitim Sen'de kriz ve sendikal bunalım

Eğitim Sen'in 11. Genel Kurulu geride kaldı. Genel Kurul biçimsel olarak tamamlanmış ve bir yürütme kurulu çıkarmış olmasına karşın Eğitim Sen payına gerçek bir sendikal krizle sonuçlandı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 28 Aralık 2020
  • 15:35

Eğitim Sen’in 11. Genel Kurulu geride kaldı. Genel Kurul biçimsel olarak tamamlanmış ve bir yürütme kurulu çıkarmış olmasına karşın Eğitim Sen payına gerçek bir sendikal krizle sonuçlandı. Ortaya çıkan olgunun Eğitim Sen’in yaşadığı bir kriz olmanın ötesinde esas ve bir bütün olarak KESK’in sendikal krizi olduğunu ifade etmek gerekir. Hem Eğitim Sen’in KESK içerisinde tuttuğu yerin ağırlığı itibarıyla hem de Eğitim Sen’de yaşanan krizin taraflarının KESK’e bağlı tüm işkolu sendikalarına egemen olan sendikal gruplar olması nedeniyle bu böyle.

Kamu Çalışanları Birliği olarak, Genel Kurul’un ilk gününde krizin su yüzüne çıkmasından hemen sonra kısa bir açıklamayla gelişmelere ilişkin tutumumuzu ifade etmiştik. Ne var ki Genel Kurul’un ardından başlayıp bugüne kadar devam eden, şimdilerde azalmış olsa da devam etme eğilimi gösteren sendikal gruplar arasındaki tartışmalar, yapılmış olan bu kısa açıklamayı fazlasıyla yetersiz hale getirdi. Öyle ki kendi pratikleri ve Genel Kurul hakkındaki görüşlerini kamuoyuna deklere eden sendikal gruplar, açıklamalarına gelen yanıtlar nedeniyle yeni açıklamalar yapmak durumunda kaldılar. DSD ve DEMEP arasında yaşananlar ile başlayan bu tartışma, yeni Eğitim Sen Yürütme Kurulu’nu oluşturan gruplar ile şu ya da bu gerekçeyle Yürütme Kurulu dışında kalmış birçok grubun dahil olduğu ‘siyasal-sendikal’ bir tartışmaya dönüştü. Tartışma sadece sendikal gruplarla sınırlı kalmayıp, haber yorum biçiminde burjuva basına ve sendikal grupların çizgisindeki yazarlara ve başka öznelerin de dahil olduğu bir kapsama genişledi.

Tartışmanın henüz yeterince görünür hale gelmemiş bir başka yanı ise şimdilik Eğitim Sen tabanında gözlemleyebildiğimiz yönüdür. Farklı şube ve şehirlerde bağımsız ve devrimci öznelerce Genel Kurul’da ortaya çıkan tabloyu reddeden ve tüm üyeleri de ret tutumunu desteklemeye çağıran metinler ile Eğitim Sen tabanına sesleniliyor. Nasıl bir sonuç çıkacağından ve nereye evirileceğinden bağımsız olarak ortaya çıkan bu tartışmayı da tabloya eklemek gerekir.

Genel Kurul’da ne oldu, sendikal gruplar ne tartışıyor?

Kriz, bir dönemdir çeşitli sorunlar çıksa da koltuk pazarlığında esasa dair bir sorun yaşamayan DSD ile DEMEP arasında ortaya çıktı. Eğitim Sen Genel Yürütme Kurulu’nun kimlerden (hangi sendikal gruptan) kaçar kişiyle temsil edileceği konusunda yaşanan anlaşmazlık çözülemedi. DSD geçen dönem olduğu gibi bu dönemde de iki kişi talep ederken, birçok grubun fiili temsilcisi haline gelmiş olan DEMEP bunu kabul etmedi. Şimdi yürütülen tüm ‘politik sendikal anlayış’ tartışmalarının arka planındaki gerçek sorun budur. Eğer iki grup kendi aralarında diğerlerinin de kabul edebileceği, makul bir çözüm üretebilmiş olsalardı, hiç kuşku duymuyoruz ki bu tartışmaların hiçbiri yaşanmayacak ve kimse eteğindeki taşları dökmeyecekti. Yaşanan anlaşmazlığın sınırlı bir biçimde ve tek yönlü olarak DSD tarafından orta yere koyulmasıyla, kapalı kapılar arkasında olup biten her şey bir anda herkes tarafından görünür hale geldi. Peki, neydi o kapalı kapılar arkasında olanlar ve görünür olan tam olarak nedir?

İlki ve belki de en rahatsız edici olan olgu perde arkası pazarlık kültürünün yerleşik bir davranış halini almış olmasıdır. Şubelerden genel merkez genel kurullarına kadar her düzeyde kurulların pazarlıkla belirlenmesi Eğitim Sen ve KESK’te artık çok köklü bir gelenek durumundadır. Eğitim Sen’in bölünme sürecine kadar pazarlıkta eli güçlü olan, dolayısıyla da belirleyici tutum sahibi olan güç DSD çevresi iken, şimdi DEMEP çevresidir. Bölünme ve bölünmenin üzerine eklenen 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan istifa dalgası, pazarlıktaki dengeyi değiştirip, DEMEP’in elini güçlendirdi. DSD’nin DEMEP’i suçlamasının nedeni bu tablodur. Fakat tam da beklenen bir biçimde, DSD bu tablodan kendi payına hiçbir sorumluluk çıkarmıyor. Üstelik sendikada bu kültürün en önemli sorumlusunun kendi çevreleri olduğu bilindiği halde böyledir bu.

İkincisi, şimdi sendikal işleyiş, sendikal demokrasi ve genel olarak sendikal mücadele anlayışı üzerinden tartışma yürütenlerin her biri nicelikleri oranında pazarlıkların, dolayısıyla da bozulup kirlenmenin parçası oldular. Sorun yalnızca Eğitim Sen ve genel olarak KESK’te en kalabalık iki sendikal grubun yarattığı sorundan ibaret değildir. Genel Kurulda ortaya çıkmış koltuk pazarlığı krizinin parçası olanlar, DEMEP’in kuyruğuna takılıp utangaç bir biçimde arka planda kalanlar (ya da susanlar), yakın geçmişte ve halen bu iki grupla çeşitli zeminlerde ittifak yaparak onların tutumlarını meşrulaştırmış olanlar, şimdi tartışmaya hakem rolüyle katılıp her iki tarafı da eleştirenler, hepsi bu tablonun asli sorumlularındandır

Üçüncüsü; neredeyse son yirmi yıldır “Devrimci sınıf sendikacılığı anlayışı ve birleşik, kitlesel, siyasal ve militan bir sınıf mücadelesi” şiarıyla yapılan politik eleştiri ve öneriler KESK’i korumak ve yıpratmamak adına ya kaba tutumlarla savuşturulmaya çalışıldı ya da kendilerine hakaret edilmiş gibi bir ruh haliyle, düşmanca karşılandı. Oysa şimdi kimse kendine pay çıkarmadan, Eğitim Sen’in mevcut tablosunu eleştirip, ideal ‘sınıf sendikacılığı anlayışı’ ve işleyişini tarif ediyor. Bu kendinden menkul ve burnundan kıl aldırmayan tutum inanılmazdır. Yapılan açıklamalar dikkatli bir gözle incelendiğinde görülecektir ki herkes sorunu kendi dışında görüyor. Kimse son yirmi yılın biriktirdiği sorunlar yumağına bakma ve burada kendi payına düşeni özeleştirel bir tutumla ortaya koyma çabasına girmiyor. Dahası böyle bir kaygı duyulmuyor. Sonra da herkes samimiyete ve yaşanan krizde payını kabule davet ediliyor. Özet olarak denebilir ki fiilen iki sendikal grup arasında yaşanan anlaşmazlık Eğitim Sen bünyesindeki tüm grupların tablosunun açığa çıkmasına vesile oldu. Belki de daha olumlu olan gelişme devrimci sosyalist emekçilerin yıllardır dile getirdikleri eleştirilerin, şimdi bizzat bu eleştirilerin muhatapları tarafından dile getiriliyor olmasıdır.

11. Genel Kurulunun ikinci kriz konusu Eğitim Sen üyesi 3 devrimci eğitim emekçisinin üyelikten ihraç edilmesi oldu. Darbe girişimi sonrası başlayan ihraçlara karşı ilk direnişlerden biri olan Yüksel direnişinin özneleri olan bu arkadaşlar, direniş başladığı günden bu yana Eğitim Sen ve KESK’e dönük eleştirilerini kendi anlayış ve üsluplarına göre kesintisiz bir biçimde sürdürdüler. Kendi bakışımız ve siyasal perspektifimize göre bazı bakımlardan son derece sorunlu eleştirileri ve kimi tutumları olduğunu yeri geldikçe hem kendilerine ifade ettik hem de kamuoyuna dönük açıklamalarımızda belirttik. İhraç gündemli soruşturmalar açıldığı dönemden itibaren ise üyesi olduğumuz KESK ve Eğitim Sen şubelerinde ihraç isteğine karşı tutum aldık.

Kuşkusuz üyelikten ihraç edilmeye karşı aldığımız tutum ihraç edilen arkadaşların eleştiri ve tutumlarını savunduğumuz anlamına gelmiyor. İhraç tutumuna karşı olmakla birlikte esas olarak yürütme kurullarını siyasal arka bahçesine çevirmiş, kendi ihtiyaçları üzerinden sendikal mekanizmalara yön verenlere karşı bir tutumdu dile getirmeye çalıştığımız. Eğer gerçekten “sendikanın tüzüğünün ihlal edilmesi, sendikanın kimi yerellerde çalışamaz hale getirilmesi ve üyelikle bağdaşmayan davranışlar”da bulunulması ihraç gerekçesi sayılacaksa, ihraç kararının sahipleri ve savunucularının, tutarlılık gereği, iğneyi önce kendilerine batırmaları gerekirdi. Hele hele önceki KESK MYK’sının tamamı, girdikleri burjuva-diplomatik ilişkiler ve sendikanın sürüklendiği siyasal zemin itibarıyla kesin olarak ihraç edilmeliydiler. Sözünü ettiğimiz pratikler yine bu pratiğin sahibi olan sendikal gruplar tarafından kamuoyu önünde tartışmaya konu edilip mahkum edilmişti. Fakat hiç kimsenin aklına burjuva politikasına yedeklenen ‘üyeleri’ ihraç etmek gel(e)medi. Üstelik KESK Eşbaşkanı sıfatıyla girilen bu ilişkiler doğrudan tüm sendikayı bağlıyordu. Oysa üç devrimci emekçinin ihracına yol açan ‘kriz’ konusu temelde iki sendikal grup arasında yaşanmış, çözüm üretilemediği için sendikal kamuoyunun gündemine gelmiş bir sorundur. Hakim grup ya da grupların keyfiyeti tam da burada ortaya çıkmaktadır. Esasta kendilerine yönelmiş olanı, karar mekanizmalarını ellerinde bulunduruyor olmanın konforuyla kolaylıkla genel sendikal kimliğe ikame edip, buradan ihracı meşrulaştırmayı amaçladılar.

Gelinen aşamada ve tüzük gereği ihraçlar gerçekleşmiş bulunuyor. Fakat bu durum hiç de ihraçların kabullenileceği ve unutulacağı anlamına gelmiyor. Bir oldubittiyle, ihraç edilenlerin tutsaklık koşullarında ve hem kamuoyunda hem de sendika üye tabanında dikkate değer bir tepki olmasına rağmen gerçekleşen bu ihraç hiçbir biçimde meşru değildir. İhraca ilişkin sunulan gerekçe ne objektif ne demokratik ne de tutarlıdır. İhraç kararının temelinde sendikal mücadele anlayışı ve kültürüne ilişkin ayrışma vardır. İhraç edilen arkadaşların birçok tartışmaya konu edilen ve bizim de savunmadığımız tutum ve söylemleri olmasına karşın bizim açımızdan meselenin özü değişmemektedir. Daha da vahimi, sorunun devrimci pratik ve kararlılığa karşı taşınan hasmane tutumla ilgili olmasıdır. Mesele, politik ve pratik olarak gerileyip liberalleşenlerin kendi gerilemelerine bakmayıp (belki de henüz yeterince sindiremeyip) devrimci olana gösterdikleri tahammülsüzlükle ilgilidir. İhraç kararına el kaldıranların ve sonradan çeşitli sızlanmalar gösterseler de karşı çıkma tutumu geliştiremeyenlerin politik platformuna bakarak da bu konuda kolayca açıklık sağlanabilir. Emek ile sermaye arasındaki nesnel tarihsel çelişkiyi yok sayanlar, KHK ile ihraç edilenlerin yürütme kurullarında olmasını istemeyecek kadar mücadeleye yabancılaşmış olanlar, politik ayrışmayı düzen ağzıyla karşı propagandaya dönüştürenler, düzen güçleriyle kolayından politik ilişkilere teşne olanlar vb.

Dikkate değer ki tüm küçük-burjuva sosyal reformist sendikal gruplar esasta bir grubun tercihi olan ihraç tutumunu kolaylıkla kabullenip onayladılar. Aralarında bir de utangaç ihraç savunucuları var ki tutumları evlere şenlik. Bunlar hiç değilse söylemde devrimciliği terk etmemiş gibi görünüyorlar. Fakat böylesi ilkesel bir tartışmada söylemde bile devrimci olanı savunma gücü gösteremediler. Her biri farklı tonlarla fakat tümü ya liberalizmin ya da sosyal reformizmin politik platformunda yaşam sürüyorlar. Bunların hepsi hem ittifak yapmakta hem de birbirine demediğini bırakmamakta hiçbir beis görmüyorlar. Böylesi bir ilkesizlik ve liberalleşmedir söz konusu olan.

Aslına bakılırsa bu ayrışma ve saflaşmanın daha önce ilk KHK ihraçları ve ihraçlara karşı alınan tutumlar üzerinden yaşandığını görmüştük. Şimdi devrimci emekçilerin ihracında ortaklaşanlar KHK ihraçlarında yüzünü sokağa dönen hiçbir uzun soluklu direnişin örgütleyici ve sürdürücüsü olmamıştı. İhraç olup da kendi çeperlerinde bulunan emekçilerin yüzünü direnişe çevirmemiş, kimi üyeler kendi sendikal gruplarına rağmen direnmeyi seçmişti. Direnişi seçmeyenler üyelerin ihracında işte böyle kolayından ortaklaşabiliyorlar. Şimdi yaşanan da o ayrışmanın bu zemindeki tezahürüdür.

***

Eğitim Sen Genel Kurulu ve ardından yaşananlar sendikanın neredeyse son yirmi yıldır yaşadığı gerileme, daralma ve gelinen aşamada politik çıkmazı yeni bir aşamaya taşıdı. KESK ve Eğitim Sen’in dinamiği sayılan sendikal gruplar geçmişte gerçekten de dinamik olsalar da şimdi yaşanan sorunların kaynağı durumundadırlar. Çeşitli sendikal gruplar adına yapılmış olan açıklama ve polemik metinlerinin hiçbirisi geleceğe dair bir perspektif ve açıklık sunmuyor. Daha açık bir biçimde ifade edecek olursak, söz konusu gruplar perspektif ve açıklık sunma olanaklarından yoksundurlar. Sendikal grupların burjuva ve reformist politik arenadaki gerçek temsilcilerinin açmaz ve takatsizliklerinin kaçınılmaz sonuçları sendikal mücadele alanında yaşanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal mücadelenin gelişkin olduğu ve bu grupların da mücadelenin asli özneleri olduğu bir durumda anlamlı sayılabilecek bu tartışmalar bugünkü durumda geleceğe dair herhangi bir umut taşımıyor. Bir bölümünün çok daha önceden takati kesilmiş olan bu sendikal grupların sendikaya taşıyacakları yeni bir solukları yoktur. Ancak tabandaki sıradan emekçinin özne haline geldiği, birleşik, kitlesel ve militan bir mücadele sendikamızı toparlayabilir. Bu gruplar da ya bu mücadeleden nasibin alır kendilerini toplarlar ya da aşılıp kenarda bırakılırlar.

Kamu Çalışanları Birliği