Bartın maden katliamının üzerinden günler geçmesine rağmen şimdiye kadar gözaltına alınan ve tutuklanan kimse olmadı. Madenlerdeki çalışma koşulları ortaydayken malumun ilamı olan bu katliamı da sermaye rejimi yine bilindik bir mizansenle unutturma derdindedir. Madenlerde yaşanan katliam ve cinayetler işçilerin doğalıymış gibi yansıtılarak bir an önce katliamın üzeri örtülmek için uğraş verilmektedir. Çünkü onların ilgilendiği tek konu maden sektörünün işçilerin ölümü pahasına zirvelere taşınan kârlarıdır. O nedenle sermaye iktidarı, Bartın maden katliamıyla birlikte tekrar gündeme gelen iş güvenliği önlemlerini tartışma dışı bırakarak sektördeki büyümenin kaldığı yerde devam etmesini sağlamak hedefindedir.
Katliamdan 20 gün önce Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun Amasra'daki maden işletmesini ziyaret eden Enerji Bakanı Fatih Dönmez, orada işçilere seslenerek şunları söylemişti: “Önce güvenlik. Sizin canınızın güvenliğini biz şu tesisin tamamına değişmeyiz. Onun için de ilk talimatımız yöneticileri atadığımızda genel müdürümüz de burada. Bir işçimizin kılına, tırnağına zarar gelmesin. Onu kaldıramayız, telafi de edemeyiz.” Bu zatlar, Sayıştay raporunda yer alan ocağın grizu patlama riskinin olduğunu ve katliamın ardından ortaya çıkan raporda da Çalışma Bakanlığı’nın ocakta herhangi bir denetimde bulunmadığını bildikleri halde yalanlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Ayrıca işçilerin günler öncesi “Burada gaz kaçağı var, burayı patlatacaklar” serzenişleri hiç dikkate alınmamış, katliama bile bile göz yumulmuş ve işçilerin ölümüne seyirci kalınmıştır. Katliamın ardındansa dinci-faşist rejim, katliama “kader”, ölen işçiye ise “şehit” diyerek işin içinden sıyrılma peşindedir. Bir de yoksulluğa terk edilen işçi ailelerine para yardımı yapılacağı belirtilerek ailelerin hesap sormalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Katliamda suçüstü yakalanan sermaye iktidarı yine bilindik yöntemlere başvurmuş, baskı ve zorbalıkla katilleri aklama derdine düşmüştür. Sansür yasası daha yasallaşmadan “deformasyon” adı altında sürek avına çıkarak ilk günde 12 sosyal medya sayfa yöneticisine soruşturma açmıştır. Katliamda birinci dereceden sorumlulukları bulunan bakanlar ve Erdoğan, olay yerine hemen intikal ederek döktükleri timsah gözyaşlarıyla aileleri ve kamuoyunu aldatmak için seferber olmuşlardır. Öte yandan işçilerin haklarını savunmak için yola çıkanlarsa engellenmiştir. Sonraki günlerde ise Bartın Valiliği 3 gün süreyle Amasra’ya giriş yasağı getirmiştir. “Kader değil bu bir katliam!” diyenlere yasak getirilmiş ancak diğer yandan “bülbül sesli” din görevlilerinin rahatlıkla Amasra’ya girmelerine izin verilmiştir. Ayrıca katilleri göstermelik soruşturmalarla 10 dakika süren ifadelerle ağırlayan sermaye yargısı, katliamın hesabını sormak için eylem yapanlar karşı polis terörünü devreye sokarak eylemlere saldırarak onlarca kişiyi darp ederek yaka-paça gözaltına almıştır.
Sendika bürokrasisinin işçiye bu kaçıncı ihaneti!
Maden işçisinin kanına eli bulaşanlardan biri de Türk-İş bürokratlarıdır. Katliamdan önce Enerji Bakanı ile birlikte poz veren ve onlara teşekkürlerini sunan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın maden işçilerinin kötü çalışma koşullarına ve mezara dönen ocaklara rağmen orada pişkince sırıtması işçi sınıfının hafızasındaki yerini mutlaka alacaktır.
Sayıştay’ın Amasra Taşkömürü İşletme Kurumu raporuna göre, 2019’da 190 ve 2020 yılında 164 iş kazasında 164 işçi yaranmasına rağmen Türk-İş yönetiminin katliamının ardından yaptığı açıklamada “Söz konusu maden ocağının, kaza gününe kadar iş sağlığı ve güvenliği kurallarının uygulandığı, örnek gösterilen ocaklardan biri olarak bilindiğini” ifade ederek kendileriyle birlikte sermaye ve devletini aklama peşindedir. TBMM’nin bünyesinde kurulan “araştırma komisyonu” ile birlikte çalışmaya hazır olduklarını açıklayan sendika ağaları, böylece sermaye rejiminin delilleri karartma ve katilleri aklama işinde yalnız bırakmayacaklarını ilan etmişlerdir.
“Soma’nın hesabı sorulsaydı, Bartın olmazdı!”
Gerici-faşist iktidar temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda tıpkı Soma’da olduğu gibi Bartın katliamının da üzerini örtmeye çalışıyor. İşçi sınıfı ne zaman kendi sınıf çıkarları doğrultusunda katliam ve iş cinayetlerine karşı sesini yükseltir ve üretimden gelen gücünü kullanırsa işte o zaman bu tür olayların önüne geçilebilir.
Amasra’daki maden katliamı bir kez daha göstermiştir ki, işçiler can güvenlikleri dahil temel hak ve özgürlüklerini kazanmak için sermayenin hizmetindeki sendika bürokrasisinden bağımsız tabandan örgütlenerek kapitalizme karşı mücadele etmeleri tek kurtuluş yoludur.