Türkiye işçi sınıfının şanlı büyük isyanı 15-16 Haziran Direnişi’nin 47. yılında sermaye iktidarı hiç olmadığı kadar saldırgan, yasa/kural tanımaz bir niteliğe bürünmüştür. 1970’li yılların kudretli egemenleri “DİSK’in çanına ot tıkamak” amacıyla saldırıya geçmişti. Günümüzün dikta rejim heveslisi AKP, bir bütün olarak “işçi sınıfının çanına ot tıkamak” için saldırıyor.
Neredeyse yarım asır geçmesine rağmen işçi sınıfının öncekilerden de kapsamlı sosyal yıkım saldırılarına maruz kalması tesadüf değil. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emeğin sömürüsüne dayalı olan kapitalist sistem, kendi bekası için işçi sınıfıyla emekçilerin kazanımlarına saldırmak zorundadır. Bu arızalı düzenin siyasi alandaki tezahüründen başka bir şey olmayan AKP’nin ise işçi sınıfına düşmanlıkta sınır tanımaması, sorunun boyutunu bir kat daha arttırıyor. “Hak arama” mefhumunu ortadan kaldırmak isteyen bu din tüccarı/inanç sömürücüsü zihniyeti, ancak 15-16 Haziran’ı örnek alan güçlü bir direniş durdurabilir.
On yıllık mücadelenin doruğu
15-16 Haziran, işçi sınıfının 10 yıllık mücadele sürecinin doruğu idi. Saraçhane Meydanı mitingiyle başlayan süreç sayısız grev, direniş ve eylemin birikimine dayanarak bu büyük direnişe varmıştır. Bu mücadele sürecinde süreklilik, bilinçlenme, örgütlenme, yasaklara takılmadan meşru zeminde eylem gerçekleştirme açısından istikrarlı bir yükseliş söz konusudur.
31 Aralık 1961’de İstanbul Saraçhane Meydanı’nda gerçekleştirilen miting, Türkiye işçi sınıfı hareketinin o güne kadarki en kitlesel eylemidir. Toplu İş Sözleşmesi (TİS) ve grev hakkı taleplerine odaklanan bu görkemli eylem, işçi sınıfı hareketinde kritik bir sıçrama noktasıdır. Kuşkusuz ki, Saraçhane mitingi de belli bir birikim sürecinin ürünüdür. Kapitalizmin hızlı gelişimi, işçi sınıfının hem nicel hem nitel açıdan toplumun temel gücü haline gelmesi açısından, 1960’lı yıllar nitel bir sıçramaya tekabül eder.
Saraçhane mitinginin ardından gelen Kavel greviyle yasak olan grev hakkını yasal bir zemine kavuşturan işçi sınıfı, 1970 yılına kadar birçok fabrikada grev, direniş ve işgaller gerçekleştirdi. Ürettiği artı-değerden aldığı payı büyütmek için kararlı bir mücadele yürüten işçi sınıfı devlet güdümündeki Türk-İş’i bölerek DİSK’in tarih sahnesine çıkmasını da sağlamıştır. Yine bu dönemde kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15 milletvekili kazanmasında işçi sınıfının önemli bir rolü olmuştur. TİP’in bazı işçi semtlerinde birinci parti olması, o dönemde ileri işçilerin siyasi eğilimi hakkında fikir veriyor.
Bu mücadelelerde işçi sınıfı bilinçlenmiş, örgütlülüğünü pekiştirmiş, dünya görüşüne, yani sosyalizme yakınlaşmış, ülkede “sol dalga”nın kabarmasında önemli bir rol oynamış, burjuvaziyi pek çok taviz vermek zorunda bırakmıştır. İşbaşındaki sağcı hükümetin “DİSK’in çanına ot tıkamak” için saldırıya geçmesi, hem emek düşmanlığının hem işçi sınıfından duydukları korkunun dışa vurumu olmuştur. 15-16 Haziran Direnişi patlak verdiğinde bazı kapitalistlerin Avrupa’ya kaçması, dönemin atmosferi hakkında somut bir fikir veriyor.
Ufuk açıcı/yol gösterici bir direniş
Devrimci bir sınıf partisinin henüz tarih sahnesinde yerini alamadığı koşullarda gerçekleşen 15-16 Haziran Direnişi, bu noktada temel bir dayanaktan yoksundu. Buna rağmen işçilerin sergilediği gözüpek mücadele kararlılığı, direnişin ufuk açıcı/yol gösterici niteliğinin günümüzde de geçerli olmasını sağlamıştır. Bu büyük direniş, karşıt iki dünyanın uzlaşmaz çelişkilerinin ürünü olan işçi sınıfı ile kapitalistler arasındaki çatışmada kazanabilmek için nasıl bir mücadele hattı izlenmesi gerektiğini göstermiştir.
Sınıflar mücadelesinde “orta yol”, “uzlaşmacılık”, “düzen kurumlarından medet ummak” vb. tutumlar, işçi sınıfına kaybettirir. Hakları savunup geliştirmek ise ancak kenetlenmiş işçi sınıfının meşru/militan mücadelesiyle mümkün olabilir. 15-16 Haziran Direnişi sınıflar mücadelesinin bu yalın gerçeklerini net bir şekilde göstermiştir.
Hakları savunma bilinci ve sorumluluğu
Sermaye kodamanları işçi sınıfıyla baş edemedikleri zaman devleti yardıma çağırırlar. Temel misyonu egemen sınıfın ezilen sınıflar üzerindeki tahakkümünü sağlamak olan devlet, işçi sınıfına saldırıda çoğu zaman başrolü oynar. Sağcı hükümetin DİSK’in çanına ot tıkamak için harekete geçmesinde sol/sosyalist hareketin güçlenmesinden duyulan korkunun önemli bir payı olsa da, saldırı öncelikle kapitalistlerin talebiydi. Zira örgütlü mücadele eden, üretimden gelen gücünü kullanmaktan çekinmeyen işçi sınıfı kazanımlarını arttırırken, kapitalistler taviz üstüne taviz vermek zorunda kalıyordu. Kapitalistler taviz vermeye zorlanmadan işçi sınıfının herhangi bir kazanım elde etmesi olası değil. Çünkü bu iki sınıftan birinin kazanması, ancak diğerinin kaybetmesiyle mümkündür.
Kapitalistlerle onların hizmetindeki hükümet, bu gidişata dur demek için harekete geçtiğinde ummadıkları bir direnişle karşılaştılar. Zira Türkiye işçi sınıfı kazanımlarını korumak için ilk defa bu kadar kitlesel, bu kadar militan, bu kadar kararlı bir direniş gerçekleştirmiştir. Büyük direniş, işçi sınıfının söke söke elde ettiği haklarını koruma bilinci, kararlılık ve özgüven kazandığını çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Emek düşmanı yasalar meşru değildir
Hazırladığı yasa ile DİSK’i kapatmaya heves eden sermaye hükümeti, bu niyetini ilan etmekte bir sakınca görmüyordu. Hedefini, “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” gibi kaba ve küstah bir üslupla ilan eden iktidar, bu ifadelerle işçi sınıfını küçümsediğini de ima ediyordu.
15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfına hakaret eden küstahlara haddini bildirmekle kalmadı, onlara emek düşmanı yasaların gayr-ı meşru olduğunu da hatırlattı. Eğer işçi sınıfı bilinçli, örgütlü ve mücadele etmeye kararlı ise, sermaye meclisinin emek düşmanı yasalarının bir hükmü olmaz, anında çöplüğü boylar. O koşullarda belirleyici olan kağıt üzerine yazılanlar değil, sınıflar mücadelesinin gerçek yasalarıdır. Nitekim büyük direnişle işçi sınıfı mevzilerini korumuş, DİSK’i sermayeye yem etmemiş, iktidara geri adım attırmıştır.
Yapay ayrımlara yer yok
İktidarın hedefinde DİSK vardı. Yüzeysel bir bakışla Türk-İş’in bundan rahatsız olması için bir neden yok. Nitekim Türki-İş’in yönetiminde yer alan bazı ağalar, “DİSK’in çanına ot tıkılması” için çıkartılan yasayı desteklediler.
Bazı ağalar “meydan bize kalacak” diye el ovuştururken, Türk-İş üyesi işçilerin tutumu tersi yöndeydi. Türk-İş üyesi ileri işçiler, DİSK’i kapatmanın Türkiye işçi sınıfının kazanımlarına vurulan büyük bir darbe olacağını sezmiş, bundan hareketle üretimi durdurarak direnişe etkin bir şekilde katılmıştır.
Bu anlamlı sınıf dayanışması, mücadele anında işçiler arasındaki yapay ayrımların kolaylıkla aşılabildiğini kanıtlıyor. Mücadelenin durgun olduğu dönemlerde yapay ayrımlarla sınıfı bölmek ne kadar kolaysa, direniş dönemlerinde bu ayrımları ortadan kaldırıp sınıfın birliğini sağlamak, dayanışma bilincini geliştirmek de o kadar kolaydır.
Hakları savunmak için direniş meşrudur
Yüz bini aşkın işçi, DİSK’in şahsında on yıllık mücadelesine ve bu mücadelenin kazanımlarına saldıran sermaye diktatörlüğüne karşı direnişe geçti. Üretimi durdurarak sokaklara taştı. Yasa ve yasaklara meydan okuyarak polis, asker ve tank barikatlarını aştı. Bedel ödemekten, şehit vermekten çekinmedi.
İşçi sınıfının önüne kurulan barikatlarla polisin, ordunun anlatıldığı gibi “kutsal” güçler olmadığını, tersine, sermaye adına silahlarını işçilere doğrultan güçler olduklarını herkes gördü. Haklarını savunmak için direnişin meşru olduğunu pratik tutumlarıyla gösteren işçiler, bu moral güç ve özgüvenle barikatlara yüklendiler. Barikatları aşan işçiler, haklı olmanın doğallığı ve gücüyle mücadele ettiler.
Meşru direniş kısa sürede sarsıcı etkisini hissettirdi. İşçi sınıfı bu kararlılığıyla sermaye düzenine geri adım attırmayı başardı. DİSK’i kapatmayı öngören yasa, direnişin basıncıyla Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Yeni bir yol ayrımında büyük direnişi örnek almak
Kapitalizmde işçi sınıfı için “mutlak güvenceye alınmış hak” diye bir şey olmadığı için, herhangi bir hakkı kazanmak da korumak da ancak mücadele ile mümkündür. Nitekim aradan geçen yıllarda işçi sınıfı kendi kazanımlarını savunamadığı için pek çok hak kaybetmiştir. Özellikle son 15 yılı kapsayan AKP iktidarı döneminde kayıplar had safhaya ulaşmıştır.
Bu dönemde özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, sözleşmeli çalışma, kiralık işçilik, emeklilik yaşının yükseltilmesi, grev yasakları, zorunlu emeklilik sigortası vb. saldırılar ile pek çok hakkın ortadan kaldırılmasının ardından sıra “son kale”ye geldi; kıdem tazminatı hakkının gaspına…
AKP’nin bu kaba küstahlığı hem tek parti iktidarı olması hem işçi sınıfının bu dönemde zorlayıcı bir direnişiyle karşılaşmamasından kaynaklanıyor. Ultra neo-liberal, emek düşmanı politikaları pervasızca hayata geçiren AKP, buna rağmen din istismarı, inanç sömürüsü yaparak işçilerin oy desteğini almaya da muvaffak olmuştur. Din bezirganı iktidar, tam da buradan aldığı güçle, emekçilerin elinde kalan son kazanıma, kıdem tazminatına el atma cüretini kendinde görebilmiştir.
İşçi sınıfı ve emekçiler, artık bir yol ayrımındadır. Ya 15-16 Haziran Direnişi’nin yolundan giderek genel grev gene direnişle AKP iktidarına karşı dikilecek ya da onur kırıcı bir köleliği sineye çekecektir. Dikta rejimini kurmaya odaklanan bu iktidar sadece din tüccarı, inanç sömürücüsü, emek düşmanı, neo-liberal değil, hak arama mefhumunu ortadan kaldırıp emekçileri “salt kullar” derecesine indirmek isteyen, Ortaçağ kalıntısı bir zihniyetin de temsilcisidir aynı zamanda.
Gelinen yerde artık işçi sınıfının önünde tek çıkış yolu var; 15-16 Haziran’ın direniş ruhunu kuşanıp sermayenin diktatörüne de diktatörlüğüne de karşı mücadeleyi büyütmek…