İspanya’nın Granada isimli bir köyünde dünyaya gelen Federico Garcia Lorca, görece varlıklı bir ailenin bireyidir ve bunun avantajlarını uzun süre yaşar.
Bakıcısı çocukluk yıllarında sürekli kendisine İspanyol balatları ve Çingene öyküleri anlatır. Bunun yanı sıra öğretmen olan annesi ve müzikle ilgilenen akrabaları ile ayrıca çocukken ilgilendiği kukla oyunları sayesinde sanatsal bir ortamda yetişir. Bir süre sonra ailesinin Granada merkezine taşınması ile beraber Lorca, burada halkın yaşamını daha yakından gözlemleme imkanı bulur.
Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada’da.
Her akşam üzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.
Granada’da hukuk okumaya başlayan Lorca, müzik, şiir ve tiyatro yanı ağır basarak bu okulu bırakır. Sanat çevreleri ile de ilişkisi gelişen Lorca’nın ilk şiir kitabı Simgesel Düşler 1917’de basılır. Fakat Lorca, şiire farklı ve aslında olması gerektiği gibi bakıyor, "Şiir okunmak içindir; kitaba girdi mi ölür" der. Lorca, gezgin müzisyenler gibi her yerde şiirlerini seslendiren bir halk şairidir.
Sanatın ve edebiyatın birçok dalı ile ilgilenen Lorca, Salvador Dali ile yakın dost olur ve toplumsal sorunları dile getirdiği tiyatro oyunlarındaki dekorlar Dali tarafından hazırlanır. Ayrıca kendinden çokça söz ettirecek düzeyde müzik insanıdır. Usta bir piyanist ve besteci olan Lorca, arkadaşları arasında müzikçi olarak da bilinir.
Sanatın toplumun hizmetinde olması gerektiği bilinci ile hareket eden Lorca, cumhuriyetin kurulması ile beraber eğitim bakanlığının desteği ile 1932'den 1935'e değin klasik tiyatro başyapıtlarını, eğitimsiz işçi ve köylülere tanıtır. Topluluğun kurucusu, yönlendiricisi, yöneticisi ve müzikçisi olan Lorca, Lope de Vega, Calderon de la Barca ve Cervantes'den oyunlar sahneye koyarak tiyatroda büyük deneyim kazanır.
Kendi yazdığı tiyatroyu şu sözlerle ifade eder:
“Şimdi yeni bir komedi üzerinde çalışıyorum. Artık eskiler gibi olmayacak. Öyle bir eser ki bu hiçbir şey yazamayabilirim, bir satır bile. Çünkü gerçek ve yalan, açlık ve şiir havaya doğru uçuyor, sayfalardan dışarı çıkıyor. Ekonomik eşitsizlik var olduğu sürece dünya düşünmeyecek. Bunu daha önce de gördüm. İki adam bir nehrin kenarına gider. Biri zengindir, öteki yoksul. Birinin göbeği kocamandır, ötekinin esnemesi havayı kirletir. Ve zengin adam, 'Ah ne kadar da güzel bir gemi şu suyun üzerinde giden. Baksana şu kıyıda açan zambaklara' der. Ve yoksul adam, 'Ben açım hiçbir şey göremiyorum. Açım, çok açım.' Açlığın dünyadan silindiği gün, gelmiş geçmiş en büyük duygusal ve manevi hisler patlaması yaşanacak. O büyük devrim gününde, zevki ve güzelliği resmedemeyen insanlar tüm zincirlerini koparacak. Gerçek bir sosyalist gibi konuşuyorum değil mi?”
1930 yılında İspanya’dan çıkan Lorca, ABD, Brezilya, Arjantin ve Uruguay’ı gezdi. Pek çok yerde konferanslar verdi. İspanya’ya geri döndüğünde ülkenin üzerindeki kara bulutlarla karşılaştı.
Kudurmuş geyik boynuzları koyuyor
akşamın ovasına ateş donanması.
Bütün vadi dinliyor. İncecik bir yel
sırtına biniyor atlayıp.
1936-1939 tarihleri arası İspanya’da iç savaş yaşandı. Toplumun tüm kesimleri üzerinde olduğu gibi sanatçı ve aydınlar üzerinde da faşist baskılar tüm şiddetiyle devam etti. Fakat Lorca, tüm bu baskılara rağmen eserlerini üretmeye devam etti.
İç savaş döneminde on binlerce kişi katledildi. Lorca da bu katliama uğrayanlardan biriydi. “Ben de her gerçek şair gibi devrimciyim” sözleri ile düşüncelerini ortaya koyan Lorca, 19 Ağustos 1936’da Franko faşizmi tarafından kurşuna dizilerek katledildi.
Evrensel duygu ve düşünceleri ezilenlerin penceresinden işleyen Lorca, bir dünya şairidir. Ve ezilenlerin değeridir. Yaşadığı dönemin örf ve adetleri ile çatışmış, her daima ileri olanı savunmuş ve geri olanı eleştirmiştir. Tüm bunlara karşın şiirleri son derece duygu yüklüdür. Bunda yaşam koşullarının belirleyici olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.
Faşizm karşısında baş eğmez tutumuyla dimdik duran Lorca’nın 86. ölüm yıldönümünde anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
F. Deniz