“İspanya’yı bir kere daha öldürdüler
Ve öldürmekteler ve öldürmekteler ve öldürmekteler
Lorca kurşuna dizildi bir kere daha
Yaşamak neye yarar
Neye yarar, dövüşen arkadaşların
Omuz başında yer almadıktan sonra”
(Ataol Behramoğlu)
“Federico Garcia Lorca! O, insanlarının bir parçasıydı, bir gitar kadar mutlu ve hüzünlü, bir çocuk kadar, insanları kadar berrak ve derin. Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi...” Faşistler tarafından katledilmesinin ardından Lorca’yı böyle anlatır Pablo Neruda.
Şair, müzisyen, ressam ve oyun yazarıdır Lorca. 5 Haziran 1899’da Granada bölgesindeki Fuente Vaqueros’ta doğmuştur. Babasının Granada’da toprak sahibi olması Lorca’nın İspanyol halkını yakından tanıma olanağını sağlar. Dadısından dinlediği geleneksel İspanyol baladları ve çingene öyküleri ile büyümüştür. Henüz çocuk yaşlarda ailesinin satın aldığı kukla tiyatrosu, tiyatroyla buluşmasının için bir vesiledir. Ailesinin Fuente Vaqueros’tan Granada’ya taşınmasıyla, Lorca’nın gençlik yılları çingeneler arasında şiirler yazarak ve şarkılar söyleyerek geçer. Daha sonra Granada Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer.
Tiyatro eserlerinde şiirin etkisini görmek mümkündür. Lorca, 1934’de yayınlanan bir makalesinde “tiyatronun kitap sayfalarından kalkarak insan şekline giren şiir olduğunu” yazmıştır. Şiirler Kitabı, Şarkılar, Çingene Türküsü, Cante Jondo Şiiri, Galisya Dilinde Altı Şiir, İlk Şarkılar, Şair New York’ta, Tamarit Divanı gibi şiir kitapları bulunmaktadır. Şiirlerinde genellikle aşk, ölüm ve tabiat konularını işler.
1936 yılında İspanya’da yeni bir mevsim başlayacak ve Lorca; “Bütün tarlalar cesetlerle dolacak. Ben Granada’ya gidiyorum” diyecektir. Şiirlerinde ve oyunlarında sıklıkla yinelediği ölüm onu Granada’da karşılayacaktır. Granada’ya döndükten bir kaç gün sonra, Franco diktatörlüğünde faşistler toplu katliamlara başlamıştır. On binlerce insan, Falanjistler tarafından kurşuna dizilir.
“Hançer/ giriyor yüreğe/ saban demiri nasıl girerse/ toprağa” diyen Lorca, 19-20 Ağustos 1936’da Franco’ya bağlı faşistler tarafından kurşuna dizildiğinde henüz otuz sekiz yaşındaydı. Lorca, ‘İspanyol Muhafız Baladı’nı yazdıktan sonra gözaltına alınır. 3 gün ağır işkencelerden geçirilen Lorca, hücreden alınarak Granada’nın on mil uzaklığına götürülür. Faşistler önce silahların dipçiklerle saldırırlar ardından da ateş ederler. Katline bir sebep de sivil muhafızlar için yazdığı şu şiirdir; “Karadır atları, kapkara/ nalları kapkara demir/ pelerinlerinde parıldar,/ mürekkep ve mum lekeleri/ hepsinin de kurşundan beyni/ yoldan aşağı çıkageldiler/ o çılgınlar, o gececiler/ boğdular geçtikleri yeri...”
Lorca’nın 38 yıllık ömrü faşist kurşunlarla sonlanırken İspanya kan ağlamaktadır. Faşizme karşı direniş saflarında buluşanlar ise gururla hatırlanacak bir miras bırakacaklardır geriye. Franko faşizmi kendi eserini yaratırken, faşizme karşı savaşanlar ise “no pasaran” diyerek direniş destanını yazmaktadırlar.
İspanya’da 1936 ile 1951 yılları arasında 114 bin 266 insan katledilmiştir. Aralarında Lorca da vardır. Ancak her şeye rağmen “kan rengi bir ağaç varsa İspanya’da hürriyet ağacıdır. Susmayan bir ağız varsa İspanya’da Hürriyeti haykırır.” (Paul Eluard)
Bu direniş senfonisinde mısralarıyla, sanatıyla saf tutan Lorca yalnız değildir. Nazi faşizmine karşı savaşan, 19 Aralık 1909 doğumlu Bulgar devrimci şair Nikola Vaptsarov; “Kavga amansız ve katı, kavga, dedikleri gibi destansı. Ben düştüm. Yerimi başkası alacak... O kadar. Burada, bir kişinin lafı mı olur? Kurşuna diziliş, dizildikten sonra kurtlar. O kadar yalın ve akla yatkın. Ama birlikte olacağız fırtınada, halkım, çünkü sevdik seni” diyerek beş yoldaşıyla kurşuna dizildiğinde tarih 23 Temmuz 1942’dir.
Alman faşizmine karşı direnişin sembollerinden biri olan Julius Fuçik, “gerçek yaşamda seyircilere yer yoktur” dediğinde tarih 8 Eylül 1943’dir. Katledilmesinden önceki son sözleri şöyledir; “Benim oyunum da sona yaklaşıyor. O sonu yazmayacağım, çünkü nasıl olacağını bilmiyorum henüz. Bu, artık oyun değil yaşamın ta kendisi. Son sahnenin perdesi açıldı. Dostlarım! Hepinizi sevdim. Nöbeti teslim ediyorum.”
Nöbet sırası bu kez topraklarımızdan Adıyamanlı Ermeni direnişçi Manuşyan’dadır. Ailesi ile birlikte soykırımı yaşamıştır. Manuşyan, Paris’te Naziler tarafından 22 komünist yoldaşı ile birlikte 11 Nisan 1944’te kurşuna dizilirler. Proleter bir partizandır ve şairdir. Nazilere karşı göçmen işçilerden oluşan bir partizan grubun askeri önderidir.
Ve yer Şili stadyumu’dur bu kez. Tarih Eylül 1973. Gitara dokunan el kırıldığında 5 bin kişi Victor Jara’nın sesini duymaya devam etmektedir; “Ne zor şarkı söylemek, dehşetin şarkısı olunca. Dehşetti yaşadığım, ölümüm dehşetti. Gördüğüm kendimdi oncasının arasında. Ve oncasının sonsuzluk anı içinde, sessizliğin ve çığlıkların ezgileridir şarkımın noktalandığı. Hiç görmemiştim böylesini. Hissetmiş ve hissetmekte olduğum, yeni bir tohumun doğumu olacak bu.”
Kendini “her gerçek şair gibi devrimci” olarak tanımlayan Federico Garcia Lorca, sadece İspanya’nın değil, faşizme karşı savaşımda tüm insanlığın yüreğine gömülmüştür. O yüreklerde açan direnç çiçekleri yeryüzünün her köşesine yayılmıştır. Lorca, dediği gibi “bu dünyada her daim hiçbir şeyi olmayanların yanında, kendilerinden o hiçbir şeye sahip olmamanın huzuru bile esirgenen insanların yanında” olmaya devam edecektir.