Her gün kadına yönelik şiddet ve trajik ölüm haberlerine tanık olurken ve buna karşı toplumsal tepki artarken, İçişleri Bakanlığı “kadına yönelik şiddetin önlenmesine” dair bir genelge yayınladı.
Halihazırda, tüm yetersizliklerine rağmen, 6284 sayılı “Ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi” yasası varken ve de uygulanmazken, şiddete karşı öncelikli olarak kamunun görevlerine olarak işaret eden ve uluslararası bir nitelik taşıyan İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması için yoğun bir çaba harcanırken, bu genelge de neyin nesi?
Genelgenin kapsamına baktığımızda, çeşitli kamu kurumlarında birimlerin kurulması, hizmet içi eğitimlerin yapılması, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması, şiddet uygulayanlara elektronik kelepçe, “hayati durumlarda” arabulucuğun olmaması, şiddet uygulayanlara rehabilitasyon, şiddet uygulayanların silahlarına el konulması vb. yer alıyor. Sanki işlenen cinayetlerin tek aracı “ruhsatlı silahlarmış” gibi… Yakın zamanda gerçekleşen şiddet olaylarına bakıldığında, farklı araçlarla ağır işkence yöntemlerinin uygulandığını görülüyor. Sopayla dövme, taşla başını ezme, kaynar suyla yakma, bıçakla boğazını kesme vb...
Genelge kapsamındaki maddelerin büyük çoğunluğu 6284 sayılı yasada yer alırken ve uygulanmıyorken, genelgenin çıkartılmasının temel sebebi, şiddete karşı önlem alıyor görünmek ve şiddetin tırmanmasında devletin sorumluluğunun daha da sorgulanır olmasından kaynaklı göz boyamaya çalışmaktan ibarettir.
Kadınlar “tesadüfen” öldürülmüyor!
AKP iktidarının ciddi boyutlara ulaşan kadına yönelik şiddeti engellemek gibi bir sorunu yoktur. Öyle olsaydı, söz konusu yasaları uygular, birtakım tedbirler alır, cinayetlere davetiye çıkartan iyi hal indirimini kaldırırdı. Dinci gerici iktidar göstermelik birtakım adımlarla tepkileri dizginlemeyi amaçlıyor. Zira sorunun kaynağında AKP iktidarı, beslendiği sömürü düzeni ve onun politikaları yatıyor.
İçinde yaşadığımız kapitalist düzen, eşitsizliklere ve ayrımcılığa dayalı bir düzendir. AKP iktidarının 17 yıldır uyguladığı politikalarla bunlar daha da derinleşmiştir. Dinsel değerlere dayalı bir toplum yaratma hedefiyle eğitimden Diyanete her türlü kurumun seferber edildiği AKP düzeninde, kadınların ikincil konumları pekiştirilmeye, her türlü söylem ve pratikle bu anlayış tüm topluma benimsetilmeye çalışılmaktadır. İktidar sözcüleri, Diyanet fetvaları, medya borazanları kadınları aşağılayan söylemler kullanmaktadır.
Biat etmiş bir toplum yaratabilmek için öncelikle biat eden ve ezilen kadınlara ihtiyaç duyulmaktadır. Kadının hakları ve özgürlüğü değil, sistemin en küçük yapı taşı olan ailenin sürekliliği ve korunması önemlidir. İzlenen politikaları, yasal planda atılan adımlar tamamlamaktadır. Kadın Bakanlığı’nın adının Aile Bakanlığı olarak değiştirilmesi bu anlayışın dışa vurumudur. Kazanılmış haklar tırpanlanırken, 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi kadınların haklarını koruyan yasalar kağıt üzerinde kalmaya mahkum edilmektedir.
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler, bu erkek egemen kültür, değerler ve yasalar üzerinden gerçekleşmektedir. Bu düzenin mahkemelerinde, takım elbise giyilip “saygılı” davranıldığında, üstüne bir de kadın hakkında “örf ve adetlere” uymadığına dair birkaç cümle sarfedildiğinde, “iyi hal” hemen devreye girmektedir.
Şiddet ve cinayetlerde yargının daha ileri kararlar verebilmesi ancak toplumsal muhalefetin gücü ile olanaklı olabiliyor. Son olarak Şule Çet davasında olduğu gibi… Ancak asılolan şiddet sonrası yapılacaklar değil, şiddeti ortadan kaldırmak için yapılacaklardır.
Kadına yönelik şiddeti doğuran nedenler ortadan kalkmadıkça ve şiddete karşı gerekli önlemler alınmadıkça, kadına yönelik şiddet ve cinayetler artmaya devam edecektir.
Her türden eşitsizliği ve cinsel ayrımcılığı, kadına yönelik şiddeti döne döne üreten içinde yaşadığımız kapitalist düzendir. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması mücadelesi, kadın-erkek işçi ve emekçilerin eşit ve özgür dünya mücadelesinin bir parçası olmak durumundadır.