Artan kadın cinayetleri gündemden düşmüyor. Neredeyse her güne yeni bir kadın, çocuk katliamı, kayıp haberi ile uyanıyoruz. Kadın cinayetlerinin yanı sıra; hayvanların katledilmesi, özellikle gençler arasında yaygınlaşan intiharlar, artan iş cinayetleri işçi ve emekçilerin öfkesini büyütüyor. Başta kadınlar olmak üzere, işçi ve emekçiler dört bir yandan “Ölmek istemiyoruz!” şiarını yükseltiyor, her yerinden ölüm saçan çürümüş düzene karşı mücadele ve hesap sorma çağrıları yapıyorlar.
Peş peşe yaşanan kadın katliamlarının ardından AKP sözcüleri ve yandaşlarından açıklamalar gelmeye başladı. Yapılan tüm bu açıklamalar iktidarın riyakarlığa dayanan politikalarını ve kadın düşmanlığını gözler önüne sermesi açısından ibret verici. Bu açıklamaların bir kısmında mücadele edenler hedef alındı, bir kısmında cinayetlere kurban gidenler suçlu ilan edildi, bir kısmında ise yaşanan katliamlar sıradanlaştırılmaya çalışıldı. Böylece AKP sözcüleri iktidar oldukları süre boyunca hayata geçirdikleri kadın düşmanı politikalarının, yargı eliyle katilleri, tecavüzcüleri koruyan zihniyetlerinin üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Dört bir koldan harekete geçtiler!
AKP sözcüsü Ömer Çelik “Eylemlerin cezasız kaldığına dair algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bundan dolayı fevkalade hassasız” diyerek adeta kadın cinayetlerine karşı gerçekleştirilen eylemleri hedef aldı. Kocaeli Kadın Platformu bileşeni kadınlar gerçekleştirdikleri eylem sonrasında ifadeye çağrıldı. Pek çok üniversitede “Jin, jiyan, azadi!” sloganı hedef gösterildi, faşist saldırılar yaşandı.
Sakarya Üniversitesi’nde görevli sözde Profesör Ebubekir Sofuoğlu “Eğer bu kızcağız İslam hassasiyeti ile yetiştirilmiş olsaydı kendisine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaktı bile ve şu an hayattaydı” diyerek vahşice katledilen İkbal Uzuner’i suçladı. Benzer bir açıklama da AKP’li İzmir Bayraklı Belediyesi meclis üyesi Latif Aydemir’den geldi. Aydemir “Öldüren kadar ölenler de suçludur” dedi. Yapılan kimi açıklamalarda ise yaşananlar “alkol-uyuşturucu” etkisine, “psikopat-ruh hastası erkek şiddeti” sınırına indirgenmeye çalışıldı.
AKP'li İstanbul İBB Meclis üyesi Işıl İlgin Oktay “Failin madde bağımlısı olduğu, ruhsal problemlerinin olduğu hatta öldürülen evlatlarımızın nevrotik flört ilişkisinin olduğu ve hatta İkbal kızımızın da bir yıl kadar önce intihara teşebbüste bulundukları bilgisi de soruşturma dosyasına girmiştir. Kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarında İstanbul Sözleşmesi'nin feshiyle kadına yönelik politikaların zedelendiği iddiası bu yüzden tamamen yanlıştır. Ve hatta bilinçli bir çarpıtmadır" dedi.
Böylece olanları “nevrotik flört” ilişkisine indirgeyip sıradanlaştırmaya çalışırken bir yandan da İstanbul Sözleşmesi’ne duydukları düşmanlığı dile getirmekten de çekinmedi. Bu cinsiyetçi-gerici zihniyeti benzer bir şekilde dile getiren AKP’li Derya Yanık da “İstanbul Sözleşmesi varken de cinayetler vardı maalesef, yokken de var maalesef” dedi.
AKP’nin bu tür açıklamaların çoğunu kadınlara yaptırması dikkat çekiyor. Rejimin suçlarını kadınları konuşturarak örtebileceklerini var sayıyor olmalılar.
Her konuda vaaz veren AKP şefi Tayyip Erdoğan da sahneye çıktı. Yaptığı açıklamada büyük bir ikiyüzlülükle kadına yönelik şiddete karşı mücadele ediyorlarmış algısı yaratmaya çalıştı:
“İnsanlarımızın sokakta, evinde, iş yerinde hiçbir endişe duymadan, hayatını güvenle sürdürülebilmesini sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız. Emniyet teşkilatımız içinde bir zafiyet varsa neşteri vurup bunu gidereceğiz. Adalet sistemimizde tıkanıklık, yanlışlık varsa neşteri vurup onu da çözüme kavuşturacağız...”
Sanki kendileri daha yakın zamanda çıkardıkları afla tacizcileri, tecavüzcüleri, katilleri salmamışlar gibi cezaları artırmaktan söz ediyorlar. Ülkeyi çetelerin/mafyaların cenneti haline getiren Erdoğan utanmadan “insanlara güvenli yaşam sunmaktan” bahsediyor. Oysa aynı konuşmada “Alkol kullanımıyla mücadele, kadına yönelik şiddetle mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır” diyerek bir kez daha alkol kullananları hedef aldı.
Diğer AKP sözcülerinin yaptığı gibi İstanbul Sözleşmesi düşmanlığını sürdüren Erdoğan, “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin kadın hakları ve kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye en ufak bir menfi etkisi olmadı” iddiasını ortaya atarak, kadınları katledenleri korumaya devam edeceklerini de ilan etmiş oldu.
Ancak Erdoğan’ın açıklamasında en çarpıcı nokta şu oldu:
“2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile kararlılığımızı ortaya koyduk. Bu kanun, ülkemizde kadına yönelik şiddetle mücadelede şimdiye kadar yapılmış en büyük devrimdir, tarihi bir kazanımdır.”
Oysa İstanbul Sözleşmesi’ni yetkisi olmamasına rağmen kaldıran Erdoğan, kendisi ile müritlerinin her fırsatta saldırdığı, iptal etmek istediklerini dile getirdikleri 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u “devrim niteliğinde kanun” diye ilan etti. Suçlarını örtme telaşına düşen dinci-faşist rejimin şefleri, her tarafından riyakarlık dökülen bu tür vaazlarla toplumu kandırabileceklerini sanıyorlar.
Sorumlulardan hesap sormak için
Sermaye düzeni kadının çifte sömürüsünden besleniyor. Kendi çıkarları uğruna kadına yönelik şiddeti, her türlü yozluğu büyütüp derinleştiriyor. Sermayenin vurucu gücü AKP-MHP iktidarı da gericiliğe yaslanarak kadın düşmanlığını büyütmekte, buldukları her fırsatta kadınların kazanılmış haklarına saldırarak kadının ikincil konumunu pekiştirmek için her yola başvurmaktadır. Yaşanan katliamlardan başta Erdoğan olmak üzere AKP-MHP iktidarının tüm şefleri birinci derecede sorumluluk taşıyor. İster üzerini örtmeye çalışsınlar ister baskı ve saldırganlığı artırarak yıldırmaya çalışsınlar bu gerçeklik toplumun geniş kesimleri tarafından açık seçik görülmektedir. Ne yaparlarsa yapsınlar mızrak çuvala sığmıyor artık.
Sorumluluktan kaçmaya çalışanlar er ya da geç hesap verecekler. Kadınlar, işçiler, emekçiler, gençler gerçekleştirdikleri her eylemde bu sesi yükseltiyorlar. Katliamların hesabını sormak için yükselen bu sesler daha da büyütülmelidir. Kadınların eşit ve özgür yaşayabilmesini sağlamak içinse AKP-MHP iktidarıyla birlikte sermaye düzenini alaşağı etmek gerekiyor. Bu hedefe ancak başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesi ile ulaşılabilir.
B. Koza