“Zor dönem devrimcisi” ifadesi tek başına sermaye devletinin fiziki saldırılarına karşı direnmek olarak daraltılmamalı. Fiziki saldırıların yanı sıra moral saldırılara karşı da devrimci iradeyi sarsılmadan dik tutmaktır “zor dönem” devrimcisi olmak. Bu konuda ölümsüzleşen yoldaşlarımızın tümü örnektir. Ama özellikle Ulucanlar Direnişi’nde ölümsüzleşen Habip ve Ümit yoldaşlar devrimci yaşamları süresince eşsiz iki örnektirler.
Ümit ve Habip yoldaşlar parti öncesi EKİM hareketi saflarında mücadeleye başladılar. 12 Eylül darbesinin moral çöküntüsü hâlâ sürerken, dünyada “sosyalist” etiketli revizyonizmin ‘89’da çöküşü Türkiye üzerinde devrimci moral değerlerin dibe vurmasına yol açtı. Böylesi “zor bir dönemde” Habip ve Ümit yoldaşlar devrim için bedel ödemekte tereddüt etmeden devrimci iradeyi sadece korumadılar, güçlendirdiler de. Ulucanlar Direnişi’nde ölümsüzleşen, güçlenen devrimci iradedir.
Yine bir “zor dönem” içerisindeyiz
Sermaye devletinin bugünkü temsilcisi AKP iktidarının OHAL ve beraberinde KHK’larla örülü baskısı ve “keyfi” yönetimi hüküm sürüyor. OHAL’den 1 yıl önce içeride başlatılan insanlık dışı kirli savaş, dışarıda dahil olmak istedikleri ama oyun dışı bırakıldıkları Suriye savaşı AKP iktidarı temsilciliğinde sermaye devletini darbe koşullarından farksız faşist dikta yönetimine geçirdi. Bu yanıyla 12 Eylül sonrası süreçten farksız bir süreç yaşatılıyor.
Türkiye devrimci hareketi ise 12 Eylül’de başladığı tasfiyecilik macerasını neredeyse tamamlama aşamasında. Toplamda, söylemde bile “devrim” yerine “demokrasi” ikame edilmiş durumda. Hala devrim savunusu yapanlar da “demokrasi” mücadelesi veriyor. Dahası demokrasi mücadelesinde CHP’nin yedeğine düşebiliyorlar. CHP’nin “Adalet Yürüyüşü” bunu çok net gösterdi.
Bugün için devrimci moral bir çöküntü yok, ama potansiyel olarak bir eşiğe dayanıldığı ortada. Bu eşiği devrimci iradeyle aşmak için mutlaka ama mutlaka Habip ve Ümit olunmalı. Tek başına düşünsel olarak değil, pratikte de...
“Partimizin düşünen önderleri savaşan neferleri”ydiler
“Bu yoldaşlar partimizin iki eski üyesi ve partimizin iki önemli yöneticisi. Tuna yoldaş ile ilgili olarak partimizin açıklamasında yapılmış bir tanım vardır, çok anlamlıdır; ‘Partinin düşünen önderi savaşan neferi!’ Önder ve nefer! Burada da derin bir diyalektik var. İnsan ya önderdir ya da nefer, kimse böyle demeye cesaret etmese de bu çoğu durumda böyle yaşanır. Ama hem önder hem nefer olmak, bizim bu yoldaşlarımızın en belirgin özelliği.” (Zor dönem devrimcileri Habip ve Ümit, Eksen Yayıncılık)
Aynı kitapta bir başka ara başlık şöyle: “Partinin maddi ve manevi değerleri konusunda aşırı hassasiyet.” Bu ara başlıkta, “Ümit de tasfiyecilik döneminde saflarımızda olan bir yoldaş. İstanbul EGK’da idi, onun da çok net ve tok bir tavrı vardı. EGK bir bütün olarak net bir tutum aldı. Aynı şeyi her iki yoldaş açık alan provokasyonu sırasında da gösterdiler. Ümit yoldaş zaten bu insanları erken bir zamandan itibaren samimiyetsiz ve güvenilmez buluyordu. Habip’in bu aynı konuda ne yazdığı ise Ekim’de yayınlandı, böyleleri yaptıklarının hesabını vermezlerse derhal kurşunlanmalı diyecek kadar açık ve tok bir tavır içinde idi.”
Yoldaşlar bu net ve tok tavrı takındıklarında ölümsüzleştikleri zamanki teorik-politik birikime sahip değillerdi. Ümit 20 yaşlarında genç bir komünist, Habip deyim yerindeyse henüz birikimin ilk basamaklarında idi. Tasfiyeciliğe karşı net ve tok tutumları, devrimci yaşamlarının nesnesi değil, öznesi olmalarından kaynaklıydı. Bu yüzden kaldığı Ulucanlar hapishanesinde kimse, okuma yazmayı yeni söken Habip yoldaşın ilkokul mezunu olduğuna inanamıyordu. Bu yüzden Ümit yoldaş tereddüt etmeden sınıf intiharı gerçekleştiren ve “tereddüt etmeden ölümü kucaklayacağı” partinin en genç Merkez Komite üyesi olmuştu. Ulucanlar’da söylediği gibi ölümü tereddüt etmeden kucakladı.
Habip ve Ümit olmak en temelde mücadelenin nesnesi değil, öznesi olmakla mümkün. Örgütsel disiplin içinde inisiyatifli olmakla mümkün.
Mücadelenin öznesi olmak Habip yoldaşın kendini teorik olarak kısa sürede geliştirmesinin zemini oldu. Aynı zamanda şubede ve mahkemede devrimin sarsılmaz bir neferi olarak durmasının iskeletini oluşturdu. Benzeri bir durum Ümit yoldaş için de geçerli. Her iki yoldaş partinin düşünen önderleri, savaşan neferleri oldular.
“İsyanın sınırı yaratıcılığın sonu yoktur”
Ümit yoldaş Yıldız Teknik Üniversitesi yemekhanesinin üstüne yazmıştı, “İsyanın sınırı yaratıcılığın sonu yoktur” diye. Bu slogan yazıldığı yerden yıllarca silinemedi. Sloganda söylenenle, yazıldığı yer birebir örtüşüyordu. Ümit yoldaşın yaptığı bir tür “gençlik fantezisi” değil, devrimci iradenin “zor dönemde” bile yaratıcı bir şekilde ortaya serilmesiydi. Toplamda devrimci moral değerler dibe vurmuşken, Ümit yoldaştaki devrimci moralin dışavurumuydu bu yazı ve yazıyı görenlere moral oldu. Ümit yoldaşın yaptığı, mücadelenin öznesi olan inisiyatifli bir devrimcinin pratiğiydi.
Habip yoldaşın Kemalpaşa hapishanesinden firarı da aynı niteliktedir. Yasal olarak tahliyesine 8-9 ay kalmışken firar etmek hem inisiyatifin hem de davaya adanmışlığın göstergesidir.
Habip ve Ümit yoldaşların devrimci kimlikleri mücadelelerinin öznesi ve özne olmanın dolaysız sonucu olarak inisiyatifli olmaları üzerinde şekillenmiştir. Habip ve Ümit olmanın esası buna dayanır. Bugün OHAL ve KHK’larla hüküm süren sermaye devletine karşı “İsyanın sınırı yaratıcılığın sonu yoktur” demeli ve bu sözü ete kemiğe büründürmeliyiz.