Sınıf devrimcileri başlıktaki şiarları, mücadele sahnesine çıktıkları andan itibaren önlerine temel hedefler olarak koydular. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yönetimlerin çözülmesinden sonra emperyalist/kapitalist sistemin ideologları “tarihin sonu”nu ilan ettiler. Kapitalizmin zafer kazandığını ve alternatifsiz olduğunu öne sürdüler. Sınıf devrimcileri o dönemde de bugün de 35 yıldır o hedeflerinden milim şaşmadılar. Zira olup bitenlerin tarihin ya da devrimlerin sonu olmadığını, yalnızca tarihsel bir dönem kapanırken yeni bir döneme girildiğinin farkındaydılar.
Ancak yeni denemde yol alabilmek için hem 20. yüzyıl sosyalizminin tarihsel sorunlarını hem Türkiye devrimci hareketinin yaşadığı yenilginin nedenlerini irdelemek gerekiyordu. Peş peşe yaşanan iki yenilginin nedenlerini saptamak, geçmişin muhasebesini yapmak, ondan dersler çıkarmak ve bunlar ışığında yeni dönemi örmek de temel bir ihtiyaçtı. Teorik, ideolojik, örgütsel, politik alanlarda geçmişin devrimci mirasını devralıp ileriye taşımak, olumsuz/geri yönlerini ise aşmak tek çıkış yoluydu.
Sınıf devrimcileri, dönemin tüm zorluklarına rağmen dünyada zincirlerinden boşanırcasına yayılan anti-komünist cereyana ve neo liberal saldırılara karşı direndiler. Marksist-Leninist teorinin temel esaslarına sıkı sıkıya sarılarak sürecin getirdiği gelişmelere, sağa, sola savrulmadan doğru yanıtlar ürettiler. Aynı Marksist yöntemle Türkiye devriminin sorunlarını ve o dönem öne çıkan halkçı devrimci akımların ideolojik, teorik, programatik çizgilerini eleştirel polemiklere konu ettiler. Yoğun bir emekle yapılan geçmişin kapsamlı devrimci muhasebesi sayesinde teorik-programatik, politik ve pratik alanlarda bilimsel Marksist-Leninist bir platforma ulaşma zemini yakaladılar. Böylece geçmiş halkçı çizgiyle girişilen devrimci hesaplaşmanın sonucunda teoride ve pratikte kendi yollarını yürümeye koyuldular. 12 Eylül yenilgisiyle başlayıp günümüze kadar uzanan tasfiyeci kuşatma altında, hedeflerine ulaşmak için tümüyle devrimci kural ve ilkelere dayalı soluksuz, kesintisiz, etkili bir ideolojik, politik ve pratik mücadele yürüttüler ve bunun sonucunda, bugün “devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz” şiarı altında partinin kuruluşunun 25. yılını coşkuyla karşılayıp kutluyorlar. Dolaysıyla bugün yürünecek yol açık ve net olduğu gibi, varılması ve başarılması gereken hedefler de belirlenmiştir.
“TKİP, dünyada ve Türkiye’de başarı ve yenilgilerle dolu zengin bir devrimci tarihin mirasçısıdır. Bu program, Marks ve Engels tarafından temelleri atılan ve Lenin tarafından geliştirilen bilimsel sosyalizmin 150 yıllık birikimi üzerinde yükselmekte, proleter devrimler çağını başlatan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin teori ve pratiğinden beslenmektedir. Türkiye’nin devrimci teorik ve pratik mirasının bilimsel temellere dayalı eleştirel bir sentezi olan bu program, modern revizyonizme, sosyal-reformizme ve küçük-burjuva halkçılığına karşı yürütülen ilkeli bir mücadelenin ürünüdür.
Bu program, insanlığı, uygarlığı ve doğayı yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı, Türkiye topraklarından yükseltilen devrimci bir savaş bayrağıdır. Türkiye’nin çürümüş ve kokuşmuş kapitalist sömürü ve zulüm düzenine, onun gerisindeki uluslararası emperyalizme karşı militan bir savaş ilanıdır.” (TKİP programı)
***
Bugünün kapitalist dünya sisteminde emperyalist tekeller adına iş tutan haydut devletler hem kendi nüfuz alanlarını korumak ve güçlendirmek hem de yeni ganimet alanlarına çökmek için kıyasıya bir rekabet içindeler. Artık dünya üzerindeki birikmiş zenginlikten daha fazla pay almak için gezegen üzerindeki bütün yaşamı yok edebilecek nükleer bir savaşı dahi çıkartabileceklerini küstahça beyan ediyorlar.
Dolaysıyla, emperyalist tekellerin savaş ve saldırganlığa dayalı politika ve eğilimleri, sürekli sıcak çatışmaları körüklediği gibi, dünyayı tüm canlılar için yaşanmaz bir cehenneme dönüştürebilecek riskleri de arttırıyor. Bu durumun şimdiden dünya halkları ve ezilenlere faturası ağır oluyor. Aşırı kar, yoğun sömürü, şiddet ve kandan beslenen emperyalist kapitalist barbarlık sisteminin insana reva gördüğü tek şey ölüm, yoksulluk, sefalet ve açlıktır. Kendisi de bu sistemin bir parçası olan Dünya Bankası bu açıdan çarpıcı veriler yayınladı. DB verilerine göre insan nüfusunun %46’sı, yani iki milyar beş yüz milyon insan günlük iki ABD dolarının altında bir gelirle yaşarken, bir milyar iki yüz milyon kişi ise günlük bir dolar sınırında yaşıyor. Bir diğer çarpıcı veri ise dünyada her gün 25 bin çocuğun açlıktan ölmesidir. Bir tarafta devasa zenginlikler birikirken, insan soyunun yarısı sağlıklı beslenme imkanından bile yoksun bırakılıyor.
Dünya kapitalist sisteminin bir parçası olan Türkiye’de de işçi ve emekçiler için durum günden güne daha vahim bir hal alıyor. Açlık, yoksulluk ve sefalet kitlesel boyutlara ulaşmışken, rejim şiddet ve süngü zoruyla toplumu yönetmeye çalışıyor. Toplumsal veya bireysel hak arama eylemleri faşist şiddetle karşılanıyor, direnenler sokakta başlayan işkence ile karakollara tıkılıyor. Tüm bunlar bir avuç asalak sömürgeci Türk burjuvazisinin ve arkasındaki emperyalist tekellerin saltanatının sürmesi için yapılıyor. Keza yüz yıldır Kürt halkına reva görülen zulüm, asimilasyon ve yok sayma politikası da bu kokuşmuş egemenliğin devamı içindir.
Sömürü, baskı, devlet terörü ve işlenen onca zorbalık, son 20 yıldır iktidar dümenini elinden tutan gerici-faşist AKP- MHP koalisyonu vasıtasıyla, dozu artırılarak sürdürülüyor. Baskı, şiddet ve zulümde sınır tanımayan rejimin şefleri Erdoğan ve Bahçeli ikilisi bu yöntemlerin tümünü, Kemalist burjuva cumhuriyetin mirasından devralarak, her biçimiyle daha modern ve yıkıcı silahlarla sürdürüyorlar
Dolaysıyla yüz yılık deneyimden büyük tecrübeler edinen bu zorba rejim, öyle kolayından seçim yoluyla ve parlamenter budalalıklarla alt edilemez. Bırakalım değiştirmek ya da yıkmayı; sınıf mücadelesinin verili koşullardaki güç dengeleri dikkate alındığında, seçimlerle toplumsal kazanımlar alanında ciddi hiçbir reform dahi elde edilemez. Zira rejimin krizleri derinleşir, yoksulluk ve sefalet artarken, sistemi zorlayabilecek bir sınıf ya da kitle hareketi henüz gelişmemiştir. Bu koşullarda öncelikli sorun devrimci bir sınıf hareketinin geliştirmek için sınıf ve kitle çalışmasına odaklanmaktır.
***
Bugün toplumsal muhalefetin her biçimini zorbalıkla ezmeye çalışan gerici-faşist AKP-MHP rejimi burjuva cumhuriyetin dümeninde oturuyor. Bu gerici cumhuriyet, toplumsal gelişme ve ilerlemenin önünde yıkılıp parçalanması gereken bir engeldir. Bunu yapabilecek tek kuvvet ise, üretim ve yaşam alanlarında örgütlenmiş, taban örgütlenmesini kurmuş, emekçi müttefiklerini mücadeleye kazanmış olan işçi sınıfıdır. Tüm bunları gerçek kılacak olan ise sınıf zemininde kadrosunu, militanını, kültürünü, kapasitesini olanaklarını yaratmış devrimci sınıf partisiyle işçi sınıfının birleşmesidir.
Toplumsal bir devrimi hedefleyenler, ancak başlığa çıkardığımız bu üç ayağı (devrimci program, devrimci parti, devrimci sınıf) bir araya getirerek başarılı olabilirler. Dolaysıyla sınıf devrimcileri için bugün devrimi ve devrimci süreçleri başarıyla ilerletmek için eksik olanı, yani devrimci sınıf hareketini yaratmak mutlaka varılması gereken bir hedeftir. Devrimci olmak iddiası taşıyıp çözümü buralarda değil de başka yerlerde arayanlar, beyhude bir çaba içinde olmalarının yanı sıra iflah olmaz birer oportünisttirler. Türkiye’de devrimci programın taşıyıcısı olabilecek yegane sınıf ve bu sınıfı eksen alan çalışmanın önemi komünistler tarafından net bir şekilde vurgulanmıştır:
“Biz komünistler, bağımsız bir devrimci siyasal güç olarak var olmak, kendi programımız ekseninde hareket etmek, kendi stratejik hedefimiz üzerinden yol yürümek istiyorsak, temsil etmek iddiasında olduğumuz sınıfa dayanabilmek durumundayız. Zira devrimci programımızın, stratejimizin ve taktiğimizin maddi taşıyıcısı olacak sınıf üzerinden mesafe alamadığımız sürece, sonuçta bir şey yapamayız. En iyi durumda bir siyasal düşünce odağı olarak kalırız. Oysa biz devrimci bir partiyiz, dolayısıyla etkin bir taraf, bu çerçevede bir siyasal güç odağı olmak zorundayız.
Devrimci bir işçi hareketinin gelişimi açısından fabrika zemininde politik müdahale, önümüzdeki dönemde yoğunlaşmamız gereken öncelikli sorun alanlarımızdan biridir. Toplumun temel gündemleri üzerinden sürekli ve sistemli bir politik ajitasyon ve propagandanın yanı sıra, sınıflar, sermaye, düzen, devlet vb. gerçekleri ele alan bir aydınlatma faaliyeti gündelik siyasal çalışmamızda ağırlıklı bir yer tutabilmek durumunda.” (V. Kongre açılış konuşması 2016)