Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Kasım 1989’da çocuk haklarına dair bir sözleşme hazırladı. Bu sözleşmeye göre 18 yaşın altındaki her birey çocuk olarak kabul edildi. Türk devleti de bu sözleşmenin altına imza attı. İmzacı devletler, sözleşmede ek maddelerden biri olarak yer alan, “Devletin, çocukların hiçbir zarara uğramaması için her türlü önlemi almakla yükümlü olduğu” hükmünü de kabul ettiler.
Çocuklara dahi her türlü zulmün reva görüldüğü, çocukların panzerler altında ezildiği, cinayetlere, istismara kurban gittiği, bizzat devletin işkencesine maruz bırakıldığı ülkemizde, bu sözleşmeyi, uymak bir yana dikkate alan bile yok. AKP’li bir bakanın, 40 çocuğun cinsel istismara uğraması olayına ilişkin “Bir kereden bir şey olmaz” diyebildiği yerde, devletin çocuklara ne türden bir “hassasiyet” gösterdiğini tahmin etmek güç değil. Çocukların bu düzende maruz kaldığı bir diğer istismar alanı ise emek sömürüsüdür, çocuk işçiliğidir.
Çocuk işçiliği, çocuklara çok yönlü zararlar veriyor. Çocukların zihinsel, fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimini olumsuz yönde etkiliyor. Ancak ucuz ve nitelikli işgücü olarak görülen çocuklar sermayedarların iştahını kabartıyor. Sermayedarların demir yumruğu olan devlet ise, çocuk işçiliği ile mücadele ediyormuş gibi yaparken, gerçekte izlediği politikalarla çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
Sarayın aparatı olan TÜİK’in 2021 yılı “Çocuk İşgücü Anketi”nde yer alan verilere göre Türkiye’de çocuk işçi sayısı 720 bindir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ise yakın zamanda yayımladığı 2021 yılı faaliyet raporunda bu sayıyı 37 bin 484 olarak açıkladı. Buna göre, Bakanlık çocuk işçilikle “mücadele” ederken, çocuk işçilerin sadece yüzde 5’ine ulaşıyor. Ya da %95’ini özellikle yok sayıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir yana TÜİK verileri de gerçek çocuk işçi sayısını açıklamıyor. Nitekim çeşitli meslek örgütlerinin hesaplamalarına göre çocuk işçi sayısı en az 1 milyondur. Haziran 2021 tarihinde yayımlanan “Çocuk işçilik yasaklansın!” başlıklı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre ise, Türkiye’de en az 2 milyon çocuk işçi var. Yaz aylarında bu sayının 5 milyona yaklaştığı tahmin ediliyor.
Şubat ayında CHP’li bir milletvekili, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’a “Kayıt dışı çalışan çocuk sayısına ilişkin bir saptamanız var mıdır?”, “Türkiye de tespiti yapılan çocuk işçi yaş sınırı nedir?” gibi soruların da yer aldığı bir önerge sundu. Soruları yanıtlamaktan kaçınan sarayın bakanı, “çocuk işçiliğine sıfır tolerans” gösterdiklerini iddia ederek, kağıt üzerinde hazırlanmış bir takım programlardan bahsetmekle yetindi. CHP’li milletvekilleri ise 5-17 yaş grubundaki çocuk işçi sayısının en az 16 milyon 457 olarak tahmin edildiğini belirtiyor.
Çocuk işçiliğine dair hiçbir veri ötekini tutmuyor. Devlet ve onun tüm kurumları gerçek sayıyı ya gizliyor ya da çarpıtıyorlar. Meslek örgütleri, dernek ve odaların yaptıkları araştırmalar ise önemli olmakla birlikte, gerçek rakama erişmek noktasında doğal olarak yetersiz kalabiliyor. Çünkü çocukların çok büyük bir kısmı kayıtsız çalıştırılıyor. Mevsimlere göre çocuk işçi sayısında değişimler yaşanıyor.
Bu alanda görülen biri diğer sorun ise “çocuk işçilik” tanımlamasının farklı olmasıdır. Örneğin çocuk işçilik ile mücadele ettiğini söyleyen ve kampanyaları için meydanlarda sürekli para toplayan UNICEF, bakanlıklar ve uluslararası kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütüyor. Ancak bu kuruluş, güya çocuk işçiliğini “bitirecek” olan taleplerinden birinde şu görüşe yer veriyor: “Mesleki teknik eğitim ve çıraklık programlarının kapasitelerini güçlendirerek örgün eğitim yoluyla mesleki beceri kazanımı ve nitelikli istihdama geçişi artırmak.” Oysa bu düzende verilen mesleki eğitim, çocuk işçiliğini meşrulaştırmakla kalmıyor, çocukları yasal yollarla sömürmenin bir kılıfı olarak kullanılıyor. Örneğin çocuk işçiliği verilerine, mesleki eğitim merkezleri kapsamında işyerlerinde çalışan ya da mesleki eğitim kapsamında okulda ve stajda çalışan çocuklar dahil edilmemektedir.
Eğitim sistemi çocuk işçiliğinin önünü açıyor
Eğitim sistemi de bu suça ortak oluyor. Özellikle AKP’nin ülkeyi yönettiği son 20 yılda bu sorun daha derinleştirildi. Örneğin 4+4+4 eğitim modeli ile birlikte çocuk işçiliğinin önü tamamen açıldı. Bu eğitim modelinde çocuklar sadece 13 yaşına kadar okula devam etmek zorundalar. Bu durumda çocuk işçi yaşı bizzat devlet tarafından fiilen 13’e indirilmiştir.
Öte yandan mesleki eğitim adı altında meslek liselerinde bulunan ve tam teşekküllü fabrikaları aratmayan atölye modellerinde de döner sermaye adı altında öğrenciler sömürülüyor. Yakın zamanda Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in, “2021 yılının ilk 9 ayında meslek liselerindeki üretimden 418 milyon 591 bin TL gelir elde edildi” sözü, kapitalist sömürü ilişkilerinin atölyelerde de hakim olduğunun itirafıdır.
Pandemi sürecinde uzaktan eğitime geçildiği dönemde tıpkı fabrikalar gibi meslek liselerinin atölyelerinde de üretim devam ettirildi. Meslek liseliler öğretmenleri ile birlikte okullarda dezenfektan, kolonya, siperlik, maske vb. ürünlerin üretimini gerçekleştirdiler. O dönem onlarca meslek lisesi “döner sermayede rekor artış” başlıklı haberlere konu edildi.
Pandemi sürecinde yalnızca meslek liseli gençler çalışmak zorunda kalmadılar. Tüm veriler çocuk işçi sayısının hızla arttığını ortaya koyuyor. Bu süreçte yoksulluğun derinleşmesi ve eğitimde fırsat eşitsizliğinin daha da yakıcı bir hale gelmesiyle okullarından uzak kalan çocuklar çeşitli işkollarında çalışmak zorunda kaldılar.
Çocuk işçiliğini meşrulaştıran bir diğer uygulama ise, meslek lisesi öğrencilerinin son senelerinde bizzat çeşitli üretim alanlarında yaptıkları stajdır. Bu süreç kafa ve kol emeği arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak için verimli bir eğitim biçimi olabilecekken, bu sistemde çocukları sömürebilmenin bir aracı olarak kullanılıyor. Patronlar için stajyer öğrenci ucuz ve nitelikli işgücü anlamına gelmektedir. Tüm angarya işler de stajyer öğrencilerin omuzlarına bindirilmekte, stajyerler normal bir işçi ile aynı süre ve koşullar altında çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Stajlardan yansıyan temel sorun alanlarından biri, stajyer öğrencinin meslek alanı ile ilgili iş öğrenmek için gittiği işletmelerde alan dışında da çalıştırılmasıdır. Stajyer öğrencilerin maaşlarının devlet tarafından karşılanıyor olması ise (asgari ücretin net tutarının yüzde 30’u kadar maaş alıyorlar) kapitalistler için büyük bir fırsat olarak görülmektedir. Yanı sıra stajyer öğrencilere yer açan sermayedarlara çeşitli destekler de sağlanıyor.
Eğitim sisteminin çocuk işçiliğini yaygınlaştırmak için planlandığının diğer kanıtı ise Mesleki Eğitim Merkezleri’dir. Bu program kapsamında eğitime dahil olan her çocuk haftada yalnızca 1 gün okula gidebilmekte, 4 gün ise işyerinde çalışmak zorundadır. Ayrıca bu merkezlerde emek sömürüsünü ve şiddeti meşrulaştıran “çıraklık-kalfalık” gibi ayrımlar üzerinden eğitim verilmektedir.
Çocuk işçiliğin en yoğun görüldüğü alan mevsimlik tarım işçiliğidir. Yaz aylarında 5 yaşından başlayarak milyonlarca çocuk aileleri ile birlikte tarlalarda çalışmak zorunda kalmaktadır. “Çocuk işçiliğe sıfır tolerans” lafları eden sermaye devletinin eski Milli Eğitim Bakanı AKP’li Ziya Selçuk, uzaktan eğitim devam ederken sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımda çocuk işçiliğini ‘olağan’ kabul ettiğini göstermişti: “Geçtiğimiz pazar günü mevsimlik işçilerin çocuklarıyla tarladaydım. Yaz tatili kitaplarını, bir salkım domatesle takas ettik.” Sarayın atadığı bu Bakan, utanmadan tarlada çalışan bir çocuk işçiyle çektirdi fotoğrafı da paylaşmıştı. Bu paylaşıma tepki gösterildi, ancak MEB pervasızlığa devam ederek, “EBA Mobil Destek Aracı Siverek yollarında. Şanlıurfa’da hafta sonu tatillerinde ailelerin yanında tarlada vakit geçiren öğrenciler için EBA Mobil Destek Aracı hizmet veriyor” ifadelerinin yer aldığı bir paylaşım daha yaptı. Bu paylaşımlar, MEB’in çocuk işçiliğini teşvik ettiğinin göstergeleri olarak kayda geçmişti.
Çocuk işçiler iş cinayetlerine kurban gidiyor
Bakanlığın verilerinde çocuk işçi ölümleri her yıl 0-5 arasında gösteriliyor. Oysa İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi hesaplarına göre, sadece 2013 ve 2021 yılları arasında 513 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Bu veriler, sadece kayıt altına alınan cinayetleri içeriyor. Ölüm olayının en çok görüldüğü şehir ise Şanlıurfa’dır. Çocuk işçilerin ölüm nedenlerinde ilk sırada yüzde 27’lik bir oranla “trafik servis kazası” yer alıyor. Bu süreçte ölenlerin sayısı 14 yaş ve altı çocuklarda 169, 15-17 yaş arasında ise 344 olarak hesaplanıyor.
Gözünü kâr hırsı bürümüş kapitalistler gerekli önlemleri almadıkları için çocuklar iş cinayetlerine kurban gidiyor. Okulunun yönlendirmesi ile Filli Boya’da staj yaparken elektrik akımına kapılarak yaşamını yitiren Oğuzhan Çalışkan, bu vahşi ölüm çarkının kurbanlarından biriydi yalnızca.
İş cinayetlerinin yanı sıra özellikle meslek liselerinde yaşanan iş “kazaları” da önemli bir sorundur. Yaralanma ve sakat kalma konusunda net veriler bulunmasa da “meslek liselerinde iş kazası” gibi başlıklarla kısa bir araştırma yapıldığında yüzlerce örnek görmek mümkündür. İş “kazalarının” en sık görüldüğü alan özellikle mobilyacılık bölümlerinin atölyeleridir. Burada yaşanan kazalarda parmak kopma olaylarına sık rastlanmaktadır.
Çocuk işçiliğine karşı mücadeleye!
Çocuk işçiliği sorununu giderek vahşileşen kapitalist düzen yaratıyor. Gerçek bu olduğu halde güya bu kokuşmuş düzen çocuk işçiliğine karşı mücadele ediyor. Bu iddia tam bir sahtekarlıktır. Zira sorunu döne döne yeniden üreten bu sistemin çözüm üretmesi diye bir şey olamaz.
Emekçiler çocuklarını çalıştırmak zorunda kalıyorlar. Çünkü aileler geçimini sağlayamıyor, açlık ve yoksulluk belası ile boğuşuyorlar. Toplumun içine sürüklendiği bu olumsuz koşullar daha çok çocuğun çalışmasına neden oluyor. Bu tablo değişmediği, sınıfsal farklılıklar, fırsat eşitsizlikleri son bulmadığı sürece çocuk işçilik kapitalizmde asla son bulmayacaktır. Bu yanıyla aslında çocuklarımızın iş cinayetlerine kurban gitmesini istemiyorsak, hayatlarının en güzel yıllarını fabrikalarda, tarlalarda, merdiven altı atölyelerde perişan bir şekilde geçirmesin diyorsak, küçücük omuzlarına dünyanın yükü binmesin diyorsak, tek çözüm yolunun bu çürümüş kapitalist düzeni alaşağı etmek olduğunu bilmeli ve bu uğurda mücadeleyi yükseltmeliyiz.