Tarım yapılmayan tarım ülkesi

Emperyalist merkezlerin bu dayatmalarının hevesli uygulayıcısı AKP’nin kürsülerde savurduğu “tarımı destekliyoruz” nutukları tam bir yalanken, yoksul çiftçiye tavrı “ananı da al git”ten ibarettir. Rakamlarla oynamanın ustası olan pervasız iktidar, tarımsal destekleri daha fazla başlığa bölerek çoğaltmış gibi gözükse de aslında azalttı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Ocak 2020
  • 20:04

Geçenlerde açıklanan verilere göre 2019’un ocak-kasım döneminde toplamda 3 milyar 43 milyon dolarlık hububat ithal eden Türkiye, bunun yüzde 48’ine denk gelen 1 milyar 480 milyon dolarlık kısmını Rusya’dan aldı. Son iki yılda Türkiye’nin toplam hububat ithalatı yüzde 93, Rusya’dan hububat ithalatı ise yüzde 132 arttı. 2018 yılının tamamında Rusya’dan 1 milyar 56 milyon dolarlık buğday ithal eden Türkiye, 2019 yılının 11 ayında rakamı 1 milyar 383 milyon dolara yükseltti. Tarım ve hayvancılıkta giderek dışa bağımlı hale gelen Türkiye, 2019’un ilk 11 ayında bu alanda 8 milyar 558 milyon dolarlık ithalat yaparken, 10 yıl önceye göre artış yüzde 120 oldu. Yani uçsuz bucaksız ovalarında, verimli tarım arazilerinde uygun iklim koşullarıyla “kendi kendine yetebilen Türkiye” yalnızca ilkokul kitaplarında anlatılan bir masala dönüştü.

Karasal büyüklüğünün %31,1’ini tarım arazilerinin oluşturduğu Türkiye’de artık Çeltikçi köyünde çeltik ekilmiyor, Tütüncü köyünün tütün tarlaları boş. Bu dönemde çiftçilerin yüzde 20’si tarımdan vazgeçti, 3,2 milyon hektar arazi boş kaldı. Tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’den yüzde 19’a geriledi. Peki neden?

IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin sadık uygulayıcısı AKP

1980 darbesi sonrası süreç her alanda olduğu gibi tarımda da bir kırılma noktası oldu. 1945’lerden sonra adım adım terk edilen korumacı tarım politikaları ‘80’le birlikte tamamen emperyalist-kapitalist dünya sistemine entegre edildi. 1990’lar ise bu bakışın pratik adımlarının hızla atıldığı bir süreç oldu. Tarıma sağlanan devlet desteği hızla azaltıldı, bazı ürünlere kotalar kondu, çiftçilerin gelirleri ile giderleri arasında uçurumlar oluşmaya başladı. 1 Ocak 2000’de uygulamaya sokulan IMF reçetesi stand-by sözleşmesi ile Türkiye tarımı tamamen IMF ve Dünya Bankası’nın denetimi ve yönlendirmesine sokuldu. Anlaşmada şu koşullar yer alıyordu:

-Çiftçi ürün bazında desteklenmeyecek, çiftçiye ucuz kredi verilmeyecek. Kredi desteği yapılmayacak, gübrede ve diğer girdilerde destekler azaltılarak sabit tutulacak. Tarımdaki diğer tüm destek politikalarına son verilecek.

- Buğdaya en fazla dünya fiyatının %20 üzerinde fiyat verilebilecek.

- Desteklenecek ürünlere ödemeler tek seferde değil, yılda 2 taksitte yapılacak.

- Şeker fabrikaları ve Tekel özelleştirilecek. Şeker kanunu, alkollü içkiler kanunu, tütün kanunu çıkarılarak pancar, tütün, üzüm üretimi azaltılacak.

IMF’nin dikte ettiği bu politikaların hemen ardından, 2002 yılında Dünya Bankası ile “ARIP Tarımsal Destekleme ve Tarım Reformu Uygulama Projesi” adında bir anlaşma imzalandı ve toplam 600 milyon dolarlık kredi karşılığı Dünya Bankası şunları dayattı:

-  Tarımda destekleme politikasına son verilecek.

-  Tarım kredilerine ve girdilere verilen sübvansiyonlar kaldırılacak.

-  IMF’nin istediği şekilde arazi büyüklüğüne dayalı Doğrudan Gelir Desteği (arazide tarım yapılsın yapılmasın) uygulanacak.

-  Destekleme alım fiyatları enflasyonun altında belirlenecek. Desteklenen ürün sayısı ve ürün miktarı azaltılacak.

- Tarım satış kooperatifleri kaderlerine terk edilecek. Yaşayamayan kapanacak.

- Tarım sektörüne destek veren devlet kurumları (Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Devlet Üretme Çiftlikleri, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Orman Ürünleri Sanayi Kurumu, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı çiftlikler ve işletmeler) kapatılacak. Varlıkları özel sektöre satılacak.

Emperyalist merkezlerin bu dayatmalarının hevesli uygulayıcısı AKP’nin kürsülerde savurduğu “tarımı destekliyoruz” nutukları tam bir yalanken, yoksul çiftçiye tavrı “ananı da al git”ten ibarettir. Rakamlarla oynamanın ustası olan pervasız iktidar, tarımsal destekleri daha fazla başlığa bölerek çoğaltmış gibi gözükse de aslında azalttı. 2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekirken, destek binde 5-6 civarında gerçekleşti. Aynı kanuna göre 2007-2018 yılları arasında tarıma 224 milyar lira destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 103 milyar lirada kaldı. Yani devlet, çiftçiye 121 milyar lira borçlu. Devlet çiftçiye hakkını vermezken çiftçi borç batağına girdi: BDDK sektörel kredi verilerine göre takipteki kredi miktarı 2019 Haziran’ında bir önceki yılın aynı ayına göre %54,8 artarak 4,3 milyar TL’ye yükseldi.

Neoliberal politikalar, emperyalizme kölece bağımlılık, tarım alanlarının ranta ve talana kurban edilmesi “tarım ülkesi” Türkiye’yi bu hale getiren faktörlerin başlıcalarıdır. Bu bağımlılık zinciri kırılmadan da resmin değişmesi mümkün değil.