Ülke günlerdir maliyet artışları ve düşük tutulan alım fiyatları nedeniyle iflasa sürüklenen küçük üretici köylülerin eylemlerine sahne oluyor. Üreticiler ürünlerini yollara dökerek, traktörleriyle yolları kapatarak ve yürüyüş yaparak tepkilerini dile getiriyorlar.
Siyasi iktidar, “üretemiyoruz” diyerek sesini yükselten üreticilerin bu feryatlarını yok saydığı gibi, iki yıl üst üste ekilmeyen tarlaların kiralanacağını duyurdu. Son olarak ise zaten mevcut maliyetlerle karşılaştırıldığında devede kulak kalan “gübre ve mazot” desteğinin kaldırılmasına dönük yeni hamleler yaptı.
Tarımda gün geçtikçe ağırlaşan bu tablo sadece küçük üreticileri ve tarım işçilerini değil, krizin ağır faturasını ödemekle karşı karşıya bırakılan milyonlarca emekçiyi de doğrudan etkiliyor.
* * *
Beslenme, insanlar için temel yaşamsal bir ihtiyaç. Ancak kapitalizm ihtiyaçların değil kâr ve rantın esas alındığı bir sistem. Bu sömürü düzeninde tarımsal ürünlerin ve hammaddelerin üretimi de sistemin işleyiş yasalarına bağlı.
Özellikle 12 Eylül ‘80 darbesinin ardından neo-liberal politikalar tarımda da uygulanmaya başlandı, sonrasında ise AKP iktidarı bu politikaların kararlı bir uygulayıcısı oldu. Buna göre, emperyalist düzenin temel kurumlarından olan IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle TİGEM, TÜGSAŞ, TZDK, SEK, EBK, Tekel gibi kamu kurumları özelleştirildi. Tarım için gerekli olan hammaddeler (gübre, tohum vb.) büyük tekeller başta olmak üzere büyük ölçüde özel şirketlerin denetimine geçti.
Bunların yanısıra, ardı ardına çıkartılan yasalarla küçük üreticiler tümüyle piyasanın insafına terkedildi. Öyle ki, 2006’da çıkartılan tohum yasasıyla tekellerin tohumları dayatılarak köylünün kendi tohumunu kullanması, hatta saklaması suç sayıldı. Büyük işletmelere sözleşmeli çiftçilik yapan üreticiler ise taban fiyatlarının kaldırılması sonucu şirketlerin belirlediği ve maliyetlerin bile çok gerisinde olan fiyat dayatmaları ile karşı karşıya kaldı. Aynı zamanda mahsülü elinde kalan çiftçiler, ödeyemedikleri kredi borçları ile büyük bir kıskaca alındı.
Bugün tarım ve gıda alanında yaşanan sorunların -özellikle düzen muhalefeti tarafından- iktidarın kötü yönetiminden kaynaklandığı iddia ediliyor. Oysa ki Türkiye’de yaşanan süreç uluslararası sermayenin tüm dünyaya dayattığı tarım politikalarının parçasıdır. Öyle ki üretimden, dağıtımına, tohum, gübre, ilaç gibi tarımsal girdilere kadar dünya tarımı Cargill, Novartis, Craft, Danone, Unilever vb. tekellerin egemenliğindedir artık. Gıda üretimi, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre şekillenirken, küçük üreticiler büyük bir yıkıma sürükleniyor, tarımda emek gücü sömürüsü artıyor ve beraberinde dünya çapında gıda krizi derinleşiyor…
Ancak büyük bir ekonomik krizin yaşandığı Türkiye’de siyasi iktidarın uyguladığı politikalar küçük üretici köylünün yıkımını daha da derinleştiriyor. Üretici, dövize endeksli olan ve her geçen gün artan girdi maliyetlerini karşılayamıyor, tarım amaçlı kullanılan mazotun vergisi belini büküyor, krizi fırsata çeviren gıda şirketlerinin dayatmaları sonucu sözleşmeli çiftçilerin mahsulleri ellerinde kalıyor…
* * *
Tarımda yaşanan yıkım, özellikle içinden geçtiğimiz ekonomik kriz koşullarında sadece küçük üreticileri ve tarım işçilerini değil, tüm emekçi kesimleri doğrudan etkiliyor. İşçi ve emekçilerin en temel harcama kalemlerinden birini gıda tüketimi oluşturuyor. Alım gücü düşerken gıda fiyatlarındaki artış, başta çocuklar olmak üzere emekçilerin en temel gıdalara ulaşmasını alabildiğince zorlaştırıyor.
İktidarın aparatı olan TÜİK’in Temmuz 2024 verilerinde Tüketici Fiyat Endeksi’ne (TÜFE) göre yıllık resmi enflasyon yüzde 61,78. Temmuz ayı döneminde gıda enflasyonu ise yüzde 59,88. Gerçek hayatta ise bu rakamlar çok daha yüksek. Nitekim DİSK’in hazırladığı rapora göre en yoksul yüzde 20’lik gelir grubunun gıda enflasyonu yüzde %106 oranında. Bu rakamlar bile gıdaya erişimin nasıl bir krize dönüştüğünü göstermeye yetiyor.
Gıda fiyatlarının artışında iki temel etmen öne çıkıyor. Biri tarım girdilerinde yaşanan fiyat artışları diğeri ise döviz kurundaki değişimler… Bu iki faktör de izlenen tarım politikalarıyla doğrudan bağlantılı. Zira çoğunluğu dövize bağlı olan tarımsal üretimde girdi maliyetleri her geçen gün artıyor, aynı zamanda çarkın bir parçası olan aracılar-vurguncular eliyle fiyatlar yükseliyor. Öbür yandan yine pek çok ürünün üretiminin azaltılarak ithal edilir hale gelmesi dövizin yükselmesiyle birlikte kaçınılmaz olarak fiyatların yükselmesine yol açıyor. Sonuç olarak tüm bu politikaların bedelini işçi ve emekçiler ödüyor.
* * *
Bugün emekçiler sadece gıdaya erişim sorunu yaşamıyor. Aynı zamanda insan, doğa ve tüm canlı yaşamını hiçe sayan kapitalistlerin kâr hırsı gıdaların niteliğini-sağlığını da bozuyor. Verimi yükseltmek için kullandırılan suni gübreler, kimyasal ilaçlar, zehirlerin yanısıra yağma ve talan için tarım arazilerinin maden şirketleri, HES’lere, JES’lere açılması ve bunların yarattığı kirlenmeler yediğimiz gıdalara da çok ciddi zararlar veriyor.
Son yıllarda artan kanser vakalarında görüldüğü gibi, sermayenin kâr hırsı emekçilerin sağlığında ve yaşamında ciddi tahribatlara yol açıyor.
* * *
Küçük üreticilerden, tarım işçilerine ve tüm emekçilere kadar ağır bir yıkım yaratan bu tablonun değişmesi, ancak kapitalistlerin kârı için değil tüm toplumun çıkarları için tarımsal üretim yapmakla mümkün. Bu da ancak sömürü düzeni kapitalizmin aşılması ile sağlanır.
Bu temel gerçekle birlikte, bugün içinden geçtiğimiz süreçte kapitalistlerin sorumlu olduğu ekonomik krizin faturası işçilere, emekçilere ve küçük üreticilere kesilmek isteniyor.
Bu faturayı ödememek, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak ancak işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçi kesimlerin, küçük üretici köylülüğün birlikte mücadeleyi yükseltmesine bağlı!
Emeğin Kurtuluşu’nun 39. sayısından alınmıştır…