Kızıl Bayrak'ta daha önce yayınlanan yazıyı Erdal Eren'in ölüm yıl dönümü vesilesiyle yayınlıyoruz...
“Yaşı büyütülerek idam edilen çocuk...” Her senenin 13 Aralık tarihinde bu sözler ile anımsanıyor Erdal Eren. Ancak onu yalnızca bu sözler ile tanımlamak, faşizmin kurbanı olmuş küçük bir çocuk olarak görmek yanlış ve fazlasıyla eksik kalır. Çünkü o, kendinden son derece emin adımlar ile idam sehpasına başı dik bir şekilde giderken, mücadele tarihimize hiç unutulmayacak bir direnç aşıladı. Ardında bıraktığı mektubunda dahi yalnızca bu kararlılığın sonsuz yankısı vardı:
“Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir...”
12 Eylül 1980 askeri faşist darbenin öncesi, gençliğin, işçi ve emekçilerin, ezilen kesimlerin sokaklarda omuz omuza mücadele verdiği ve mücadelenin toplumsallaştığı yıllardı. Denizleri, Mahirleri, İboları katlederek devrim mücadelesini bitirebileceklerini sananlar yanıldıklarını çok geçmeden anladılar. Ancak bu yenilgilerine ve yanılgılarına bir yenisini daha eklemek isteyenler, Türkiye tarihinin en kanlı planının hazırlığına giriştiler. 1980 askeri darbesi ile devrimcilerin, ezilenlerin, zulme ve haksızlığa karşı başkaldıran her kesimin üzerinden silindir gibi geçme hedefiyle sokaklarda, zindanlarda, ev baskınlarında katliamlar, işkenceler, tutuklamalar gerçekleştirdiler.
Şimdi “göğsümüzün kafesine sığmaz yüreğimiz”, Erdal olup geleceğiz!
1980 yılında Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi Erdal. Ancak o, Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu saflarında örgütlü bir öğrenciydi. Aynı yıllar sokak ortasında işlenen cinayet haberlerinin de ardı arkasının kesilmediği yıllardı. 30 Ocak 1980 günü Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner dönemin MHP’li bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Esendemir tarafından vurularak katledildi.
24 Şubat 1980 günü, Sinan Suner’in ölümünü protesto eden kitlenin içerisinde Erdal Eren de vardı. Eyleme asker saldırdı ve saldırı esnasında bir asker de öldü. Gözaltına alınanlar arasında Erdal Eren de bulunuyordu. Ve hiçbir delil bulunmamasına rağmen askerin öldürülmesinden o sorumlu tutuldu. Bir tiyatro sergilendi ve mahkemede en hızlı “yargılama” süreçlerinden birine tanık olundu. Çok geçmeden de Erdal Eren için idam kararı verildi. Bu göstermelik duruşmalarda dahi düzen Erdal’ı değil, Erdal faşist yönetimi yargıladı adeta. Bir duruşmada, “Benim hakkımda peşin bir yargılama yapıldığı son derece açıktır. Nitekim benimle ilgili olayın ertesinde Genelkurmay Başkanı’nın ‘Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek’ şeklinde demeç vermesi benimle ilgili idam kararıdır. Ve size de bu konuda ulaştırılan emirlerin açıkça dışa vurulmasıdır” diyerek, sergilenen oyunun gayet bilincinde olduğunu göstermişti.
Erdal Eren’in hikayesi ve devamında yaşananlar, insanın insan gibi yaşayabileceği bir dünya uğruna verilen kavganın devamlılığının göstergesi haline gelmiştir. Çünkü tarihimiz, Erdal’ın idam edilmesinin ardından 17 yaşındaki Ercan Koca’ya tanıklık eder. Ercan Koca da tıpkı Erdal gibi 17 yaşında devrimci bir liseliydi. Erdal’ın idamını protesto etmek için pankart asarken faşist darbeciler tarafından 15 Aralık günü işkence ile katledildi.
“Gençlik Erdal Erenleşti kölelik ve zulmün zincirlerini kırmak için”*
Öyle günlerden geçiyoruz ki birtakım veriler yaşanan haksız-hukuksuz tutuklamalarda, insanlık onuruna aykırı olan işkencede, faili meçhul cinayet ve kaybetme olaylarında 12 Eylül faşist darbesinin geride bırakıldığını ortaya koyuyor. O günlerden bugünlere baskı, şiddet ve sömürü hız kesmeden süregeldi. Ancak hız kesmeden süregelen, yalnızca düzenin saldırıları değildi. Bu çürümüş düzene karşı başkaldırı ve mücadele de her daim kararlılıkla sürdürüldü.
Bugün Erdal Eren’i yaşatmak, okulda, sokakta, işyerlerinde, yani bulunduğumuz her alanda mücadeleyi daha da yükseltmekten geçiyor. Şimdi son sözü Erdal’a bırakalım, çünkü o mücadelede yaşayacağının bilinciyle tereddütsüzce yürüdü bu yolda. Geride kalanlar olarak bizlerin omuzlarına, yiğitçe düşen yoldaşlarımızın çağrısına kulak verme sorumluluğu düşüyor:
“Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar.
Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz.
Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar”
Selamını aldık Erdal, mücadelen mücadelemizdir!
M. Nevra
*1983 yılında Uluslararası Anti-Faşist Anti-Emperyalist Gençlik Kampı’nda Hindistan Gençlik Delegasyonu’nun Erdal Eren anısına bestelediği marş.