İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesi, siyasal İslam’ın, “Filistin Davası” konusunda gösterdiği riyakârlığın bir kez daha ifşa olduğu bir toplantı oldu. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından Türkiye’nin ev sahipliğinde toplanan, 4 kıtadan 57 üye ülkesi bulunan İİT’nin Olağanüstü Zirvesi’ne sadece 16 ülke lider düzeyinde katıldı. Toplantının sonuç bildirgesinin İngilizce metninde “Filistin Devletini tanıdığımızı teyit ederken, bütün dünyayı Doğu Kudüs’ü Filistin Devletinin işgal altındaki başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz” denilmekle yetinilerek, esasen hiçbir şey söylenmemiş oldu.
ABD’nin Kudüs hamlesiyle Erdoğan, “İsrail’i bir terör devleti” olarak tanımlama, Kudüs’ü kırmızı çizgi ilan etme ve böylece Filistin davasına ne denli “sahip” çıktığını gösterme fırsatı buldu. Erdoğan İİT toplantısında da esip gürledi. Ancak çıkarılan onca gürültüye rağmen Türkiye, İslam Dünyası’nın zaten 1988’den beri tanıdığı Filistin devletinin, başkentini Doğu Kudüs olarak tanıma önerisi dışında yeni bir şey söyleyemedi. İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olma unvanına sahip Türkiye’den, başka ne öneri gelebilirdi ki? Ne İsrail ile sürdürülen ekonomik ilişkilerin ne de siyasi ve askeri bağların kesilmesinden bahsedildi. Doğu Kudüs’te elçilik bile açamayan, ancak kendini mazlum Filistin halkının hamisi gibi sunma heveslisi olan Erdoğan Türkiye’sinin önerisi ise toplantıda karşılık bulmadı.
Türk sermaye devleti de dahil toplantıya katılan İslam ülkelerinin Filistin sorununu iç politika malzemesi olarak kullandıkları bilinmektedir. Ancak iş emperyalist-siyonist güçlere karşı bir duruş almaya geldiğinde, bu ülkelerin işbirlikçi egemen sınıflarının bunu yapamayacağı ortadadır. Onların tek yapabildikleri Filistin halkının acılarını istismardan ibarettir.
Malumun ilanından öte bir anlam ifade etmeyen bu toplantının bir diğer dikkat çekilmesi gereken boyutu ise Türkiye’nin İslam dünyasının liderliğini yapamasa da Filistin davasının istismarında “liderliği” kimseye bırakmadığı gerçeğidir. Yolsuzluk, vergi kaçırma vb. gibi tartışmalarla uğraştığı bir süreçte çok da işine gelen bu “fırsatı” Erdoğan iyi bir şekilde değerlendirmiştir. İç kamuoyuna yönelik algı operasyonlarına devam etmek için sonuç bildirgesinde “küçük” bir değişiklikte bulunmaktan utanmamışlardır. Dışişleri Bakanlığı sitesinde İngilizce olarak dünya kamuoyuna paylaşılandan farklı olarak, İİT’nin “Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devletini tanıdığımızı teyit ederken, tüm dünyayı Doğu Kudüs’ü Filistin Devletinin işgal altındaki başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz” demişlerdir. Böylelikle, AKP tipi kurnazlığın ve Filistin sorununun nasıl istismar edildiğinin yeni bir örneğine imza atılmıştır.
Başta AKP Türkiye’si olmak üzere toplantıya katılan diğer İslam ülkelerinin gerçekte Filistin sorununa ilgisiz olmalarına rağmen yine de onu istismar etmeleri şaşırtıcı değildir. “One Minute”ten sonra İsrail’le ticaretin beş kat arttığı, Mavi Marmara davasının akıbeti gibi örnekler yakın tarihi takip edenler için akla ilk gelenlerdir.
Daha yakın örnek ise 25 Kasım’da Türkiye’nin de dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Riyad’da düzenlenen savunma bakanları toplantısında yaşandı. Toplantıda Filistin direniş hareketleri terör örgütleri olarak gösterilirken tek kelime etmeyenlerin, bugün Filistin halkına yaşatılan acılarla ve yapılan haksızlıklarla sorunları yoktur. Onların yüzü emperyalist-siyonist efendilere dönüktür, Filistin halkına değil.
Nasıl ki 1947’den beri Filistin toprakları İsrail tarafından işgal edilirken sessiz kalmışlarsa, dünyanın gözü önünde İsrail tarafından yapılan katliamlar için savaş suçları mahkemesi kurulmasına bile çaba harcamamışlarsa, bundan sonra da emperyalizmin çıkarları güdümünde davranmaya devam edeceklerdir. Esasta ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararının daha 1995’te ABD Kongresi’nce kabul edildiğini bilmelerine rağmen, bu kararın şimdi açıklanmasına efelenenleri tabi ki ABD de ciddiye almamaktadır.
ABD emperyalizminin ve de İsrail Siyonizminin Ortadoğu için güttüğü kirli planlarını kurguladığı yeni satranç oyununun nasıl devam edeceği, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Kral Salman, ABD Başkanı Trump ve Mısır Devlet Başkanı El-Sisi’nin ışıklı bir küre önünde verdikleri pozdan anlaşılmaktaydı. Bugün Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etme hamlesi de bu sürecin bir parçası olarak işletiliyor. Arap dünyasında Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ile normalleşen ilişkilerin ışığında ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik “savaş oyunları” rahatlıkla devam ediyor.
Öte yandan ABD daha önce Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de ve Yemen’de olduğu gibi “Müslüman kanı” dökülen diğer kanlı icraatları karşısında Arap ve İslam dünyasının diğer ülkelerinin “reel” politik çıkarlar adına bu “savaş oyununda” nasıl bir pozisyon aldıklarını ve alacaklarını biliyor.
Bölgede emperyalizm ve Siyonizm güçlendikçe emekçi halkların kanının daha çok aktığı ve akacağı bu kirli savaş denkleminde, başta Filistin halkı olmak üzere bölgenin ezilen tüm halkları, çözüm için ne emperyalist güçlerden ne de acılarını istismar eden işbirlikçi ülke yönetimlerinden medet umabilir. Çözüm anti-emperyalist, anti-siyonist emekçi halkların mücadelesi ve dayanışmasıyla elde edilebilir.