Sarayın elinde kullanışlı bir aparata dönüştürülen yargı, Tayyip Erdoğan’dan aldığı emir üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezası verdi. “YSK başkanına ve üyelerine hakaret ettiği” iddiasına dayandırılan cezanın gerekçesini elbette kimse ciddiye almıyor. Zira davaya bakan önceki hakim ortada cezayı gerektirecek bir suç olmadığını söylediği için, AKP destekçisi olmasına rağmen Samsun’a sürülmüştü. Yani saray kararını çoktan vermişti.
Düzen siyasetçilerinin önde gelen simalarından biri olan İmamoğlu’na verilen ceza, saray rejiminin iyice zıvanadan çıktığına işaret ediyor. Düzen yasalarının bu kadar kaba bir şekilde paçavraya çevrilmesi, zaten “beş paralık” imajı olan rejimin daha da yıpranmasına neden olacaktır. Nitekim AKP şefleri bile mahkeme kararını açıkça savunamıyorlar. Zira herkes sarayın kirli siyasi hesapları için yargıyı bir silah olarak kullandığının farkında. Buna rağmen sıranın altılı masayı kuran Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener’e de gelebileceğine dair spekülasyonlar var.
***
Sarayın pervasız saldırısı, düzen muhalefetini harekete geçirdi. Çarşamba günü kararın ilan edilmesinden sonra Saraçhane’deki İBB binası önünde miting düzenleyen İmamoğlu, geri adım atmayacağını vaat etti. Perşembe günü ise, aynı mekanda düzenlenen mitinge yüz binlerin katıldığı belirtildi. Altılı masa bileşenlerinin de katıldığı mitingde, saray rejiminin saldırına karşı “ortak duruş” gösterildi. Olayı “yargı darbesi” olarak niteleyen düzen muhalefeti, bu kaba saldırı karşısında “dik duruş” sergiliyor görüntüsü vermeye çalıştı. Şu ana kadar sokaktan özenle uzak duran altılı masa, bu defa kitleleri Saraçhane Meydanı’na çağırdı.
***
Sarayın giriştiği saldırı karşısında pek çok spekülasyon yapıldı, halen de yapılıyor. Yapılan spekülasyonlarla kafalar karıştırılmaya çalışılırken, tüm senaryolar düzen güçleri arasındaki ittifak ve hesaplaşmalarla ilgilidir. Sorunun odağında ise cumhurbaşkanı adaylığı var. Yani AKP şefi, tüm yasa ve kuralları ayaklar altına alarak, kaba zorbalıkla saltanatını ayakta tutmaya çalışıyor.
Tayyip Erdoğan’la yakın müritlerinin bu kadar pervasız bir saldırıya girişmeleri, yanı sıra düzenin diğer önde gelen siyasetçilerini tehdit etmeleri, mafyatik yöntemlerle rejimi ayakta tutma taktiğinin benimsendiğine işaret ediyor. Göründüğü kadarıyla saltanatı kaybetmenin, ele geçirilen servetleri kaptırmanın, suç dosyalarının açılma ihtimalinin yüksek olması AKP şefi başta olmak üzere mafyatik rejimin şeflerini iyice telaşlandırıyor. Korku paçaları sardıkça daha saldırgan daha pervasız daha histerik oluyorlar. İmamoğlu’na verilen ceza ile bir tür “yoklama” yapan Tayyip Erdoğan, ciddi bir tepkiyle karşılaşırsa geri adım atabilir. Ancak gösterilen tepkinin pasif kalması durumunda, düzenin diğer önde gelen siyasetçilerini de aynı yöntemle diskalifiye etme taktiğine baş vurmaktan kaçınmayacaktır. Zira sermayenin ve emperyalistlerin elinde “kullanışlı bir despot” olan AKP şefinin daha histerik hamleler yapma olasılığı yüksektir.
***
İşçilerin grevlerini yasaklayan, gazetecileri hapse atan, Kürt hareketi ile ilerici güçlere saldıran mafyatik rejimin İmamoğlu gibi bir düzen siyasetçisini hedef alarak, saraya biat etmeyen herkese sopa sallıyor. Yine de tehditlerin işe yarama ihtimali düşük görünüyor. Zira bu kadar pervasız bir saldırıya karşı düzen muhalefetinin tepki vermemesi, kendi saygınlığını kurşuna dizmek gibi bir şey olurdu.
Bu bağlamda düzen siyasetçilerinin, daha somut ifadeyle altılı masa etrafından toplanan partilerin şeflerinin tutumlarını değiştirmeleri muhtemeledir. Kitleleri sokaklara çağırmaktan imtina etmeye devam edecekler. Tabi kendilerinin ihtiyacı olduğunda istisnalar olacaktır. Saraçhane mitinginde olduğu gibi. Ancak emekçilerin kendi talepleri için fiili/meşru mücadeleyi yükseltmesine gerek olmadığını vaaz etmeye devam edecekler. “Biz iktidara gelince sorunlarınızı çözeceğiz. Biraz daha sabredin” türünden vaatleri pazarlamayı sürdürecekler.
***
Rejimin zıvanadan çıkması, düzen siyasetinde yeni çalkantılar yaratmaya aday görünüyor. Zira seçimler yaklaştıkça, hesaplaşma yöntemlerinin özellikle saray ve avenesi tarafından daha da sertleştirilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Sermayenin temsilcileri arasında hesaplaşma şiddetlenirken, saray rejimi işçilere/emekçilere daha çok sefalet ve yoksulluk dayatan politikalarını uygulamaya devam ediyor. Son grev yasaklama kararı, AKP şefinin emekçilere kaba köleliği dayatmaktan hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğini göstermiştir. Kapitalistlere “kimse bizim kadar etkin bir hizmet sunamaz” mesajı, rejimi ayakta tutmanın bir argümanı olarak kullanılıyor. Zira grev yasakları doğrudan kapitalist şirketlere hitap etmek anlamına da geliyor.
Vurgulamak gerekiyor ki, saray rejiminin zıvanadan çıktığı, düzen partilerinin emekçilerin desteğine muhtaç oldukları bir dönemde, emekçilerin seçimlere bel bağlaması ya da oradan sorunlarına çözüm beklemeleri abesle iştigal olacaktır. Emekçiler zaman geçirmeden kaba köleliği dayatan saray rejimi ile kapitalistlere karşı mücadeleyi yükseltmelidir.