Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz ve sendika bürokratlarının aynı masada olduğu bir fotoğraf yayınlandı. 1 Ağustos’ta tek adam rejiminin sarayında gerçekleşen toplantıya Türk-İş, Hak-İş ve DİSK genel başkanlarının yanı sıra, heyetler de katıldı. Sendika konfederasyonları tarafından görüşmenin nedeni hakkında bilgi verilmedi. Türk-İş konuyla ilgili yayınladığı haberde, Genel Başkan Ergün Atalay’ın vergiler, taşeron çalışma, sendikal örgütlenme vb. üzerine düşüncelerini paylaştığı ifade edildi. DİSK heyeti ise uzun bir liste sunarak gündemlere dair fikirlerini ortaya koyduğunu söyledi. Hak-İş ise sarayda bir görüşmeye katılmış olmanın verdiği “mutluluk” dışında bir açıklama ihtiyacı dahi hissetmedi.
Öte yandan, kamuoyu toplantının nedenini Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarından öğrendi. AKP gericiliği, seçimlerin hemen ardından giriştiği kapsamlı saldırı dalgasını, Eylül ayında açıklayacağı Orta Vadeli Program ile yoğunlaştırmaya hazırlanıyor. Bu kapsamda da “sosyal taraflarla”, “kapsamlı istişareler” gerçekleştiriyorlar. Sendika konfederasyonlarıyla yapılan görüşme de bunu amaçlıyor. Cevdet Yılmaz söz konusu toplantı hakkında şu ifadeleri kullandı:
“Yapılan bu çalışmalarla, orta vadede Türkiye’yi hep birlikte hem ekonomik açıdan hem de sosyal adalet açısından hak ettiği noktaya taşımamız gerekiyor.”
Konu AKP ve bu emek düşmanı odağın ekonomi yönetimi olunca, sendika bürokratlarının ne söylediğinin, neyi öne çıkarttığının ya da neyi talep ettiğinin pek bir önemi kalmıyor. Bu tür görüşmelerde ifade edilen “sosyal tarafların” görüşlerini alma söylemi ise, genelde “Biz bildiğimizi okuyacağız” anlamına gelir.
Toplantının ardından açıklama yapan Cevdet Yılmaz bunu teyit ediyor ve adeta sendika başkanlarına neyin dolgu malzemesi olduklarını göstermek istercesine “Türkiye'nin, son 20 yıldaki gelişmelerle alt orta gelir liginden, üst orta gelir ligine terfi ettiğini” vurguluyor. Esas hedeflerinin ise “yüksek gelirli ve yüksek insani kalkınmışlığa sahip ülkeler arasına girmek” olduğunu, bunu da “bütün toplumsal kesimlerin katkısıyla akıl ve alınteriyle yapmak durumunda olduklarını” bildiriyor.
AKP’nin toplumun başına musallat olduğu günden son seçimlerin üzerinden geçen şu iki aya değin nelerin yaşandığını işçi ve emekçilere anlatmak yersiz. Çalışma ve yaşam koşularının ne denli ağırlaştığı, bunun çok daha kötüsünün kapıda beklediği gerçeği ise herkesin malumu. Sermayenin Orta Vadeli Program’dan beklentisi ise, krizin tüm yükünün işçi ve emekçilere fatura edilerek ekonomik hedeflere ulaşmak olduğu biliniyor. Yanı sıra, emperyalist şirketlere, trilyon dolarlık fonlara ya da Arap şeyhlerine ülkeyi satmak için “yatırıma uygun” görüntüsü yaratmak… Bedavaya çalışacak işçi, sudan ucuz arazi/orman, bol borsa spekülasyonu/vurgunculuğu…
Sendikaların başında oturanlar, başkanların peşine düşerek bir heyet olarak sarayın karşısına çıkanlar bunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Bunun için orada ne söylediklerinin/yaptıklarının bir anlamı yok. Gündelik yaşamda ısrarla yapmadıklarını/yapamadıklarını tartışmak daha öncelikli. Türk-İş ağaları bu kriz koşullarında neredeyse kılını kıpırdatmadan oturuyor. Zorunlu olduklarında bir iki açıklama yapmak ve görüntü vermek dışında AKP gericiliğine payandalık ediyorlar. Hak-İş’in üzerinde durmak bile gereksiz. Geriye “mücadelecilikleriyle” övünen DİSK bürokratları kalıyor. Onların yaptıkları ise sağda solda bir iki basın açıklaması yapmak, basına demeç vermek ve daha çok da orada burada AKP iktidarına, sermaye düzenine “görev hatırlatması” yapmak oluyor. Sınırları bu olduğu için, “diyalog kanallarına” çok önem veriyorlar, rica-minnet yapılan masa başı görüşmelerde bir şey çözebileceklerini düşünüyorlar. Birçok kez olduğu gibi bu tür görüşmelerde dolgu malzemesi olmak dışında bir rolleri olmuyor.
Ekonomik/sosyal krize ve ağırlaşan faturaya, muhtemel yeni saldırılara ve hak gasplarına karşı işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin birleşik mücadelesi örgütlenmeden bir sonuç elde edilemez. Bu ise fabrikalardan, üretim birimlerinden başlayan bir örgütlenme ve mücadele süreci olabilmek durumunda. Bu mücadelenin sorumluluğu kuşkusuz sadece sendikal alana sıkıştırılamaz ancak hak arama mücadelesinde sendikaların yeri de yadsınamaz.
Özellikle içinden geçtiğimiz süreçte toplumsal hareket sınıf eksenli mücadelelerin güçlenmesine yakıcı olarak ihtiyaç duyuyor. İşçi ve emekçilerde biriken öfke ve tepki kendine akacak kanal arıyor. Öfkesi büyüyen işçi ve emekçi kitleler birleşebilir, kaynaşabilir ise kaybettiklerini geri kazanabilecek bir dinamizm ortaya çıkartabilir. Tablo ortadayken sendika bürokratlarının saray koridorlarını aşındırması ve laf kalabalığı yapmaları en iyi ihtimalle sadece bir “Saray gezisi” nitelemesini hak edebilir. Dolayısıyla, işçi sınıfı krizin faturasını reddetme iradesini güçlendirmeli ve örgütlemelidir. Aynı zamanda sendikaları tekrar mücadele örgütleri haline getirmek için tabandan birliğini kurmalı ve masaya yumruğunu vurmalıdır.