Doğa, rantçı işgale karşı isyanını sürdürüyor. Akdeniz’deki orman yangınlarının ardından yaşanan Batı Karadeniz’deki sel felaketi onlarca kişinin hayatına ve bir ilçeye mal oldu. Yerleşim yerlerinin dere yataklarına kurulmuş olması ve dere yataklarının yapılaşma ile daraltılması, ranta dayalı imar politikaları, yatakları değiştirilen dereler-çaylar, yol yapımı nedeniyle doldurulan denizler ve dereler, denize ulaşamayan çaylar, tepkilere rağmen kurulan HES’ler ve açılan taş ocakları; orman alanlarının kereste, yapılaşma, enerji nakil hatları ve tarımsal faaliyet nedeniyle yok edilmesi vb. nedeniyle doğa olayları artık felakete dönüşüyor. Yaşanan yıkımın baş sorumlusu olan AKP-MHP iktidarının sözcüleri sorumluluğu üzerlerinden atmak için sellere ve bıraktığı yıkıma ilişkin yalan söylemeye devam ediyorlar.
AKP-MHP iktidarı sel felaketinin ardından faturayı yüklemek için birkaç kişi belirlemeyi de ihmal etmedi. Dere yatağının imara açılmasında bakanlıkların sorumlulukları yokmuş gibi, yalnızca bir müteahhit tutuklandı ve ilçe kaymakamı görevden alındı. Ne derelere çöken şirket sahiplerine ne de izinleri veren bakanlıklara dokunuldu. Bozkurt dosyası da böylece kapatılmak isteniyor.
Sorumluların acizliklerini örtme çabaları
Saray rejimi felaketin bıraktığı yıkımı “iklim krizi”, “doğal afet”, “bilinçsizlik” gibi yansıtarak, kendi acizliğini örtmeye çalıştı. Bozkurt’taki bilanço her geçen gün ağırlaşırken, AKP-MHP iktidarı hem gerçek tabloyu gizlemeye hem de akıl dışı açıklamalarla toplumu maniple etmeyi sürdürdü.
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürü, HES’in patlamadığını, yaşanan heyelanın HES’in inşası sırasında çıkarılan toprağın derenin iki yanına yığılması ile ilgisi olmadığını pişkince ispatlamaya çalıştı.
AKP şefi Erdoğan, güçten düşen iktidarını kurtarma çırpınışı ile önce dünyada yaşanan gelmiş geçmiş sel felaketlerini anlattı. Ardından, “Bu işin siyaseti olmaz ama bakıyorum ki bazı kanallarda siyasetle yakından uzaktan da ilgisi, alakası olmayan tipler çıkıyor. Bütün bu afetlerin neyi, nasıl gelip götürdüğünden haberi olmayanlar çıkıyor, ileri geri konuşuyorlar” gibi söylemlere itiraz edenlere saldırılarını sürdürdü. Gözüne değen her şeyi para olarak niteleyen Erdoğan’ın; yakınlarını, evlerini, işlerini kaybedenlere ilk vaadi de kredilerin ertelenmesi oldu.
Binlerce hektar ormanın yanmasının, binlerce canlının telef olmasının sorumlularından biri olan Bakan Pakdemirli, Bozkurt’ta HES’lerin sel mağduru olduğunu iddia etti.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Yapılaşmaya izin verilmemeliydi veya insanlar da orada yapılaşmayı düşünmemeliydi” sözlerini sarf ederek, suçu Bozkurtlulara yükledi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, yüzbinlerce liralarla yaptıkları köprüleri savunarak, selde yıkılmadıklarıyla övündü. İlçenin yıkılmasının ardından ağzı sulanan Bakan yeni yollar, köprüler, sanat yapıları sözü de verdi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise, Antalya ve Muğla’daki orman yangınlarının ardından gelen eleştirilere atfen “Kimse ‘nerede bu devlet?’ demedi” deyiverdi.
“Nerede bu devlet?”
Aslında son bir yılda yaşanan deprem, sel, yangın gibi felaketlerin bilançosu devletin nerede olduğunu bir kez de gözler önüne serdi. Devletin tam da felaketlerin kaynağı olduğu görüldü.
Devlet Karadeniz’in her deresindeki HES’lerde, ranta dayalı imar politikalarında, dere yatağına binalar diken müteahhitlerin izin belgelerinde, usulsüzlükle yapılan maden ve taş ocaklarında, her taşın, her ağacın altından çıkan 5’li çetenin elinde, felaketler karşısında iktidarlarını bir gün bile ayakta tutmak adına söyledikleri yalanlarda…
Devlet doğası ve yaşam alanları için mücadele edenlerin önüne dikilen jandarmada, TOMA’da. Karadeniz sele, Akdeniz yangınlara teslim olmuşken devlet Ankara’ya yürüyen 2 Sinbo işçisinin karşısında karşımıza çıktı.
Saray rejiminin sözcülerinin iddialarının aksine yaşananlar baştan sona siyasidir. Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşümü engellenebilir bir olgudur. Doğayı, kentleri ve canlı yaşamını rant ve talan politikaları yerine ancak bilim ve insana dayalı çevre politikaları koruyabilir.
K. Düşgör