Çöküşün kaçınılmazlığı belirginleştikçe, AKP-saray rejimi pervasızlaşıyor. Son icraatları iyiden iyiye zıvanadan çıktığını gösteriyor. İçeride toplumsal meşruiyetini yitiren, dışarıda hezimetten hezimete koşan bu rejim, saldırı dozunu arttırarak ömrünü uzatabileceğini var sayıyor. Bundan dolayı Libya’daki iç savaş bataklığına atlamaya hazırlanırken, işgalci güçlerini Suriye topraklarından çekmeyeceğini ilan ediyor.
Dışarıda saldırgan politikalar izleyen iktidar, içerde de pervasızlıkta sınır tanımıyor. Kanal İstanbul adlı yağma/rant projesini topluma dayatan bu rejim, “benden sonra tufan” anlayışıyla hareket ediyor. Konunun uzmanların ve toplumun yüzde 70’ten fazlası yağma projesine karşı çıkarken, AKP şefi “isteseniz de istemeseniz de Kanal İstanbul yapılacaktır” diyor.
Kendisine biat etmeyi reddeden toplumun çoğunluğunu zorbalıkla dize getirebileceğini sanan bu iktidar, milyonların felaketine yol açacak olsa bile rant projesini hayata geçireceğini söylüyor. Talan düzeni sayesinde ayakta durdukları için buna ihtiyaçları var. Tüm veriler, bu projenin AKP-saray rejimi için “yağmada son fırsat” olduğunu gösteriyor.
Toplumun çoğunluğunun karşı çıkmasına rağmen İstanbul’u felakete sürükleyebilecek bir projede ısrar etmek, dinci-faşist rejimin acz içinde çırpındığını da gözler önüne seriyor. Zira ayakta kalma ihtimali olan rejimler böyle bir pervasızlığa ihtiyaç duymaz. Oysa AKP şefi, toplumun büyük çoğunluğunu hiçe sayarak, bağıra-çağıra talan projesini hayata geçireceğini ilan edebiliyor.
Erdoğan ile medyadaki beslemeleri rant projesini arsızca savunuyorlar. Faşist partinin lideri Bahçeli ile saray rejiminin önde gelen dalkavuklarından Doğu Perinçek gibileri de projeye destek veriyor. Belli ki yağmadan kendilerine düşecek payın hesabını yapıyorlar.
***
Savaş, ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi musibetler derinleşirken, böyle bir projenin topluma dayatılması, ilkel zorbalıktan başka bir şey değildir. Bundan dolayı toplumun geniş kesimleri bu küstahlığa tepki duyuyor. AKP-saray rejimi bu projeyi sermayeye yaptıkları hizmetin bir tür mükafatı sayıyorlar. Kapitalizmin bir sömürü-talan düzeni olduğunu bildikleri için, iktidar gücünü kullanarak talandan en büyük payı almayı kendilerine hak görüyorlar.
Toplumun çoğunluğu tepki gösterse de, bu projeyi dört gözle bekleyenler de var. Örneğin, sömürü çarkının başını tutan sermaye kodamanlarından ses-seda çıkmıyor. Ne toplumun geniş kesimlerinden yansıyan tepkileri ne konunun uzmanları tarafından dile getirilen olası felaketleri dikkate alıyorlar. Zira bu projeden umulan rant oranı o kadar yüksek ki, yandaş sermaye başta olmak üzere tüm kapitalistlerin iştahı kabarmış durumda.
Görünen o ki, saray rejiminin aşırılıklarından rahatsızlık duysalar da, sermaye kodamanları bu rant projesi konusunda AKP şefiyle hemfikirler. Bu uyum hiç şaşırtıcı değil. Zira hem kapitalistler hem onlara hizmet eden iktidarlar yağma ve talandan besleniyorlar. Varoluşu sömürü ve yağmaya dayanan bir sistemin doğayı ve toplumu önemsemesi beklenemez. Onlar, toplumu felaketlere sürüklemek pahasına da olsa ülkeyi talan etmeyi kendilerine hak görüyorlar.
***
Kokuşmuş dikta rejim zaten toplumsal meşruiyetini yitirmişti. Kanal İstanbul’u dayatarak sergilediği küstahlıkla AKP’ye oy veren bir kesiminin bile tepkisini çekiyor. Talan projesine karşıtlığın yüzde 70’i aşması bunu gösteriyor. Ancak bu tepki henüz eyleme dönüşmüş değil. Rejim geri adım atmayıp küstah tutumunu sürdürürse, öfkenin eylemli tepkilerle dışa vurması da mümkün.
Açlık sınırında asgari ücret, işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi musibetlere karşı biriken öfke günden güne derinleşirken, talan projesi buna yeni bir ivme katıyor. Bu ise, sermayenin demir yumruğu olan dinci-faşist rejime karşı mücadeleyi geliştirmenin imkanlarını arttırıyor. İşçi sınıfı nezdinde bu rejimi teşhir etmenin, mücadele dışında bir çıkış yolunun bulunmadığı gerçeğini emekçilere anlatmanın imkanları artıyor.
Artık dinci-ırkçı propagandaya aldanarak, talana sessiz kalarak, işsizliği ya da açlık sınırında asgari ücreti “kader” kabul ederek bir yere varılamaz. Zira beka sorunu yaşayan AKP-saray rejiminin emekçilere saldırmak dışında yapabileceği bir şey kalmamıştır. İşçi sınıfı ve emekçiler için de bu rejim ile temsil ettiği sermaye sınıfına karşı mücadele dışında bir seçenek yoktur.