Kanal İstanbul Projesi ile ilgili tartışmalar toplumun farklı kesimlerinde farklı yanlarıyla ele alınıyor. İstanbul’a her vesile ile ihanet etmeye devam eden AKP iktidarı, söz konusu projenin bir devlet projesi olduğunu vurguluyor ve topluma hizmet edeceği propagandasıyla toplumu ikna etmeye çabalıyor. Hem kanal ve boğaz arasında kalacak olan ada hem de yerleşim yerlerinin kuzeye doğru kayması sayesinde İstanbul’un merkezi alanlarındaki yığılmanın hafifleyeceği ve bunun güya dengeli nüfus ve yerleşim dağılımı sağlayacağı iddia ediliyor. Projenin, yeni yaşam alanları, yeni iş imkanları yaratacağı vadedilerek, İstanbul’un 10-20-30 yıllık geleceğine de katkı yapacağı belirtiliyor.
Bunların yanı sıra, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne işaret edilerek, tam egemenlikten dem vuruluyor. Ayrıca kanaldaki geçişlerden kazanç elde etme noktasına parmak basılıyor. 40 yıl önce gerçekleşmiş Independenta tanker kazası hatırlatılarak, İstanbul Boğazı’nın güvenliği için endişe(!) duyuluyor. AKP’nin elinde bu projeyi hayata geçirmek için sunabileceği gerekçeler olarak yalnızca bunlar var. Yani yine yalan, yine manipülasyon...
Açılması planlanan kanalın İstanbul’da yaratabileceği felaketler, sadece kara değil deniz ekosistemine ve bağıntılı olarak komşu illere ve ülkelere de vereceği zararlar, çeşitli uzman kişilerin yayınladıkları raporlarda ayrıntıları ile yer alıyor. Kanalın, İstanbul’da beklenen depremin sonuçlarını daha da ağırlaştıracağı ortadır. Kanal ile boğaz arasında kalacak adanın deprem, tsunami gibi olaylarda nasıl tahliye edileceği, müdahalenin nasıl gerçekleştirileceği vb. konularında gerçekçi planlar yapılmadığı da bilinmektedir.
Öte yandan İstanbul’un içme suyu ihtiyacının nasıl karşılanacağı da can alıcı bir soru işaretidir. Hele ki iklim krizinin etkilerinin gün geçtikçe daha da hissedilir olduğu durumda tarım alanlarının, ormanların ve su havzalarının talan edilmesi, kent yaşamının sürdürülebilirliği açısından daha da ağır sorunlar yaratacaktır. Doğa, tarih, sit alanları zaten havalimanı, otoyollar, köprüler ile tahrip edilmişti; bu proje ile talan had safhaya çıkacaktır. Kazı sonrası çıkacak hafriyatın İstanbul’un 30 yıllık moloz miktarına denk olduğu belirtiliyor, ki bunun taşınması bile trafikte başlı başına büyük bir sorun oluşturacaktır.
Tüm bunların yanı sıra bir de projenin “yap-işlet-devret”, yani kamu-özel işbirliği modeline göre yapılacak olması sorunu var. Tıpkı Hazine garantisi verilen diğer projelerde olduğu üzere, projenin yıllara yayılan ağır faturası bir kez daha işçi ve emekçilerin sırtına yüklenecektir.
Peki, toplumun yararına olmadığı bu denli net olan bu proje, kimlerin acil ihtiyaçlarını karşılayacak ya da asıl kimlere hizmet edecek?
Kanal İstanbul’un gündeme getirilmesi yeni değil. Erdoğan’ın “çılgın proje”si 2011 yılında açıklanmıştı. Bu tür “mega”, “çılgın” vb. projeler AKP’nin rant, yağma ve talan etme ustalığının bir parçasıdır. AKP’li yıllarda özellikle vurgunculuk ile zenginleşen yandaş sermaye ve AKP kadroları ile aileleri, sömürü düzeninin en çarpıcı örnekleridir. Servetleri o kadar katlanmış durumdadır ki bu ülkenin cumhurbaşkanının kişisel mal varlığı, ABD ile yaşanan gerilimlerde, ABD tarafından yaptırım ve tehdit unsuru olarak kullanılabilmektedir.
Kanal İstanbul Projesi açıklandığından bu yana, kanal güzergahının çevresinde yer alan araziler çoktan paylaşılmış durumda. Babacan Holding 7 yıldır arsa topladıklarını övünerek açıklıyor. Katar emirinin annesinin arsa alma olayı yalnızca buzdağının görünen kısmıdır. Kuveyt ve Suudi zenginlerinin de arsa aldıkları biliniyor. Aynı zamanda Katar televizyonlarında Kanal İstanbul projesinin reklamları yapılıyor. Yerli ve yabancı sermayedarların kanal etrafında açılacak yeni imarlara sınıfsal refleksleri gereği iştahla yaklaşmaları beklenen bir davranıştır. Olayın bir yanında bu var.
Diğer yanında ise AKP’nin kendi bekasını kurtarma hesapları var. Gelinen yerde seçmen desteğini kaybetmeye devam eden Erdoğan ve AKP’si tekrardan şovenizm zehirine sığınıyor. Montrö Sözleşmesi üzerinden egemenlik hakkını tartıştırıyor, Doğu Akdeniz’deki zenginliklerden pay almak amacıyla Libya’daki iç savaşı tırmandıracak hamleler yapıyor. Keza savaş sanayisine büyük miktarlarda para yatırıyor.
AKP iktidarı ve ortakları, ülkenin bekası diyerek, işçi ve emekçilerin asıl sorunları olan işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik konularının gündeme gelmesini engellemeye çalışıyorlar. Kamu kaynaklarının yağmalanmasına kılıf olarak bu tür projeleri öne sürüp, geniş kitleleri kutuplaştırıyorlar. Kanal İstanbul Projesi’ni savunabilen işçi ve emekçiler, kendi sınıfsal kaygıları ile hareket etmeye başlamadıkça hem doğa hem de insan yaşamı tehdit altında kalmaya devam edecektir.