Meclis neyin “incir yaprağı?”

Saray rejimi baskı ve zorbalığı derinleştirmeye, orta çağ artığı yaşam biçimini topluma dayatmaya, milyonlarca emekçiyi sefalete sürüklemeye devam ediyor. Meclisin açık ya da tatilde olması “esas işler” konusunda bir şey değiştirmiyor. Çünkü hem vahşi kapitalizmin hem dinci-faşist rejimin çarkları durmaksızın dönüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Ekim 2023
  • 19:00

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 28’inci dönem 2’inci yasama yılı 2 Ekim Pazar günü yapılan açılışla başladı. Meclis, her zaman olduğu gibi bir seremoni ile açıldı. Adet olduğu üzere, Saray rejiminin başı Tayyip Erdoğan Milletvekillerine hitap etti. Meclis’i iç boş bir kovuğa dönüştüren rejimin kuruluşunda “baş rolü” oynayan kişi, “milletin vekili” diye adlandırılan kişilere yine vaaz verdi. Vaazında bir yığın boş lafın yanı sıra başında bulunduğu mafyatik rejime övgüler yağdıran Erdoğan, bir kez daha hem “milletle” hem meclisteki “vekilleriyle” alay etti. Vaazını verdikten sonra sarayına çekildi.

***

Ülkede meclisin bulunması, belli aralıklarla şaibeli seçimlerin yapılması “demokrasinin” kanıtı diye sunuluyor. Buna inanan var mı bilinmez. Ancak iktidardaki AKP-MHP de düzenin “muhalefet” partileri de bu oyunda kendilerine biçilen rolü oynuyorlar. Saray rejiminin şefleri baş rolü oynarken, düzen muhalefetine figüranlık yapmak düşüyor. Parlamenter hayaller yayan reformistler de TBMM’nin “saygınlığına” özen gösteriyorlar. Oysa olmadık sıfatlar vehmedilen meclisin, halkı sefalete sürükleyen despot Saray rejiminin kararlarına “noterlik” yapmak dışında pek bir işe yaradığı görülmemiştir.

Meclisin içi boş bir kovuğa dönüştürüldüğü, ülkenin yönetimiyle ilgili tüm kararların Sarayda alınmasından da bellidir. “Milletin vekili” diye tabir edilen kişilerin bundan rahatsız olduklarına dair kayda değer bir veri de bulunmuyor. Dinci-faşist rejimin bileşeni partiler “noterliği” zaten “asli görev” olarak yapıyorlar. Düzenin “muhalefet” partileri ise ya Saray rejimini destekliyor ya da mecliste yapılan “noterlik faaliyetlerini” konforlu koltuklarından izlemekle yetiniyorlar. Kimi zaman hamasi vaazlar verenler olsa da bunun siyasal yaşamda bir karşılığı yok. Yani Saray rejiminin TBMM’ye biçtiği rol, düzen partileri tarafından da onaylanmış bulunuyor. Artık “alavere-dalavere” işler Sarayda hallediliyor. “Milletin vekilleri” el kaldırarak onay veriyorlar. Diğer bir ifadeyle, ülke Sarayın karanlık dehlizlerinden yönetiliyor, meclis ise vitrinde tutuluyor.

Bu noktada TİP ya da bazı YSP milletvekillerinin yaptığı kimi çıkışlar istisna sayılabilir. Ancak bunların esasa dair bir etkisi bulunmuyor. Nitekim orada düzen partilerine mensup olmayan 70-80 milletvekilinin olmasına umut bağlayanlar döne döne hayal kırıklığı yaşıyorlar. Zira meclisin kurallarıyla hareket ettikleri sürece o vekillerin de yapabilecekleri fazla bir şey olmuyor. Dolayısıyla milletvekili sıfatıyla yapabildikleri en anlamlı şey bazı kitle eylemlerine katılmak ve hak arama mücadelesine destek vermektir. Bunun ise bu sistemde meclise yüklenen misyonla bir ilgisi yok.

***

Saray rejimi esasta çeteler, tarikatlar, mafyalar, cemaatler koalisyonundan oluşuyor. Rejiminin siyasi ayağını oluşturan dinci-şeriatçı, ırkçı-faşist partiler ise tarikatların, çetelerin, mafyaların vitrini gibidirler. Rejimin bünyesinde yer alan güçler/klikler arasında yaşanan çatışmalar tesadüf değil. Zira tümü Saraya biat etmiş olsa da ranttan ve devlet kurumları parsasından daha büyük pay almak için kıran kırana bir çatışma var aralarında. Bu çatışmanın yansımaları medyada olduğu kadar vitrindeki siyasetçiler arasında da yankılanıyor. Bu bağlamda tabloya bakıldığında, partilerin mafya, çete, tarikat bağlantılarının olduğu dönem aşılmış; artık çetelerin, mafyaların, tarikatların partileri var. Dolayısıyla esas aktörlerin meclistekiler değil, militarist aygıtlar başta olmak üzere çeşitli devlet kurumları ya da bu suç şebeklerinin kurduğu “özel örgütler” içinde yer alan kişiler olduğu söylenebilir.

Bakanlar Saray tarafından atandığı için meclise karşı herhangi bir sorumluluk taşımıyorlar. İzleyecekleri politikalar da Tayyip Erdoğan’ın danışmanı denen kişiler tarafından belirleniyor. Arada bir Sarayın herhangi bir danışmanı meclise gelip vaaz veriyor, düzenin muhalefet partilerini azarlıyor, hakaret ediyor, sonra çekip gidiyor. Meclis’tekilere bir tür “haddinizi bilin” mesajı veren bu tür kepazelikler ise artık “olağan” kabul ediliyor. Mecliste bu küçük düşürücü muameleye maruz kalan vekillerden kayda değer bir itiraz da yükselmiyor. Belli ki, herkes kendisine biçilen rolü oynuyor.

***

Rejimin etkili kurumlarının hangileri olduğu sorusu sorulduğunda, meclis burada son sıralarda kalıyor. Zira etkili güçler olarak düzenin kolluk kuvvetleri, istihbaratı, besleme medyası, linç kampanyaları için kullanılan maaşlı trol ordusu, mafya babaları, çete reisleri, tarikat/cemaat şeyhleri ve bu şebekelerin devlet kurumlarına yerleştirilen uzantıları öne çıkıyor. Bu aktörler arasında genelde meclisin özel de düzen muhalefet partilerinin yeri ise günden güne silikleşmektedir.

Bu kadar itibarsızlaştırılmış olsa da meclis, sermayenin dinci-faşist rejimi için önemsiz değil. Nitekim mecliste ele geçirilen koltuk sayısını arttırmak tüm düzen partileri için büyük bir önem taşıyor. Noterlik için mecliste belli bir çoğunluğun olması işleri kolaylaştırıyor. Elbette meclisteki koltuk sayısı arttıkça partilerin hazineden aldıkları pay da artıyor. Saray rejimine yamanmış partiler ise bu sayede pazarlık yapma gücü buluyor ve yağma/talan düzeninden paylarını alabiliyorlar.

Fakat meclis her şeyden önce mafyatik rejimin vitrini için önemlidir. Zira sermaye iktidarı ne tarikat/cemaat şeyhlerini ne mafya/çete reislerini vitrine koymak istemez. Sadece “yerli/milli” olanlara değil dünyadaki birçok mafya babasına da kucak açan AKP-MHP rejimi, bu kadar çirkefi örtebilmek için bir meclise ihtiyacı var. Kimi zaman birbirlerine kurşun sıkan, iki de bir kanlı hesaplaşmalara girişen kişileri Saray rejimi bile vitrininde sergileyemez. En azından dünyaya “milletin iradesi”, “seçim sandığı”, “demokrasi/hukuk” gibi konularda demagoji yapabilmek için şaibeli de olsa seçim yapmaya ve içi boş bir kovuğa dönüştürülmüş de olsa bir meclise ihtiyacı var. Tepeden-tırnağa, bütün kurumlarıyla kriminal olan bir rejim bile kirli işlerini kısmen de olsa örtebilecek bir “incir yaprağına” ihtiyaç duyar. Bunun için şaibeli seçimler ve işlevsiz bir meclisten daha iyisi bulunamaz.   

***

Saray rejimi baskı ve zorbalığı derinleştirmeye, orta çağ artığı yaşam biçimini topluma dayatmaya, milyonlarca emekçiyi sefalete sürüklemeye devam ediyor. Meclisin açık ya da tatilde olması “esas işler” konusunda bir şey değiştirmiyor. Çünkü hem vahşi kapitalizmin hem dinci-faşist rejimin çarkları durmaksızın dönüyor.

Sürek avları düzenleyip muhalifleri hapse atan, Saraya biat etmeyen gazetecileri tehdit eden, gözaltına alan, tutuklayan, sanatçılara saldıran rejim emekçileri çok daha derin bir sefalete itecek ekonomik icraatlara da başladı. Farklı seslere tahammülü azalıyor, zira boğazını sıktığı emekçileri, isyan etmesinler diye din istismarı ve şoven ırkçılıkla sersemletmek istiyor. Bu süreçte meclis bir vitrin nesnesi olarak yerli yerinde duracaktır. Ancak gidişat üzerinde bir etkisinin olması artık beklenmiyor. Sorun bir kez daha işçilerin, emekçilerin, tüm ezilen ve sömürülenlerin örgütlü mücadeleyi yükseltip bu gidişata dur diyebilmesinde düğümleniyor.