Saray rejimi toplum tarafından tanınan sanatçı, yazar, müzisyen, gazeteci, oyuncu, siyasetçi gibi kişilere dönük “havuç/sopa” politikası uyguluyor. Buna göre baskıya, zorbalığa, ayrımcılığa, savaşa karşı çıkanlar “sopa” ile cezalandırılıyor. Saray’a biat eden, dalkavukluğu kendine yakıştıran, onurunu mevkiler karşılığında satanlar ise “ödüllendiriliyor”. İkilem net: Düşkünlüğü kabul edene “ödül”, zorbalar karşısında dik durana “ceza”.
Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürü olarak atanan Tamer Karadağlı da “düşkünlüğü kabul edenler” kategorisinde yer aldığı için bu makama “layık” görülmüştür. Tiyatro sınavını kazanmadan konservatuara girmiş, kadınlara yönelik kaba/cinsiyetçi tutumlarıyla öne çıkmış, Saray’a yaranan davranışlar sergileyen biri bu rejimde DT şefi olmak için “biçilmiş kaftandır”.
Ülkede hiçbir alanda liyakatin bir önemi kalmamışken Devlet Tiyatroları’nın da başına böyle bir talihsizliğin gelmesi şaşırtıcı değil. Aslında DT’nin başına daha önce de buna benzer musibetler gelmişti. Örneğin DT’de genel müdür yardımcılarından biri İbrahim Aktürk’tür. Bu kişinin tiyatro ile bağı nedir? Kendisinin tiyatro ile hiçbir ilgisi yok. “Esas özelliği” İlahiyat Fakültesi mezunu olması ve Saray’ın dalkavukları arasında yer almasıdır. Nitekim 3 Ekim 2022’de bizzat Erdoğan tarafından bu göreve ataması yapılmıştı.
Tamer Karadağlı atanması ile İbrahim Aktürk’ün daha yetkili hale getirilmesi arasında da bir bağ olduğu görülüyor. Nedir bu bağ? İmza yetkisinin İbrahim Aktürk’e verilmesi için Karadağlı gibi Saray’ın bir dediğini iki etmeyecek birine ihtiyaç vardı. Zira önceki DT Genel Müdürü Mustafa Kurt imza yetkisinin Emre Başer’den alınıp İbrahim Kurt’a verilmesi talimatını yerine getirmemişti. Mustafa Kurt’un kendisine ve DT’ye yapılan baskılara rağmen dayatmalara boyun eğmemesi, rejim tarafından “emre itaatsizlik” olarak algılanmış ve bu görevden atılmasına vesile edilmişti. Orta çağ artığı zihniyeti temsil eden rejime göre başka “günahları” da var Kurt’un. Örneğin içerisinde olduğu bir tiyatro festivalinde oynanan oyunun “müstehcen bulunması”, oyunda Aziz Nesin'in Azizname adlı eserinden bir bölümün yer alması vb…
***
Tiyatrocular, oyuncular, sanatçılar, gazeteciler vb. Tamer Karadağlı’nın DT’ye müdür olarak atanmasına yazılar ya da yaptıkları paylaşımlarla tepki gösterirken, bir kesim ise “düşkünlüğün” savunuculuğuna soyundu. Saray, Karadağlı’dan DT’de bir tür emir kulu gibi çalışmasını, söylenenleri tekrarlayan bir papağan olmasını istemektedir. Bu açıkken, kimleri Karadağlı’nın Gezi’de direnişe destek vermiş olmasını gerekçe gösterip, Saray’ın dalkavuğu olmadığını iddia ediyorlar. Oysa Haziran Direnişi’ndeki hava toplumun her kesiminden geniş bir yelpazeyi etkilemişti. Sanat camiası açısından da öyle olmuştu. Ancak sonraki süreçte Saraya gidip el pençe duranları da gördük. Elbette hiç taviz vermeden AKP’nin gerici, baskıcı, otoriterliği karşısında dik durup sözünü söylemekten geri durmayanları da...
Bilmekteyiz ki AKP iktidarına karşı tutumunu koruyan; kadın sorunu, doğa katliamı, çocuk istismarı, işçi hakları noktasında taraf olan tiyatrocular, sanatçılar, aydınlar, hukukçular işsiz bırakılarak, soruşturmalara uğrayarak, mahkemeler açılarak, hatta zindanlara atılarak cezalandırılmaktadır.
Karadağlı'yı, politik konuşmalar yapan kadın sanatçılara dönük gerici, saldırgan tavırlarıyla hatırlıyoruz. 58. Altın Portakal Film Festivali’nde sunucuyken en iyi kadın oyuncu ödülü alan Nihal Yalçın'ın konuşması sırasında arkada yaptığı hareketler ve sözünü kesmesi; Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar'ın konuşmasında Türkiye’de kadınların yaşadıkları sorunlara değinmesinden rahatsız olması, karşıt yönde açıklamalar yapması vb…
Saray rejiminin Gezi'de poz vermiş bir düşküne bu ödülü vermesini şöyle de okumak gerek: Yolundan dönenler, ehlileştirilmiş Geziciler ödüllendirilmektedir. "Buyurun, siz de gelin Saray’ın çöplüğünü eşeleyin" çağrısı yapılmaktadır. Devletin tüm kurumlarına hakim olanlar, kültüre-sanata istedikleri düzeyde egemen olamadıklarını, çaplarının buna yetmediğini itiraf etmişlerdi. Şimdi bu alana dalkavuklar aracılığıyla daha etkin bir şekilde müdahale etmek için atağa geçmiş görünüyorlar. Taner Karadağlı’nın DT şefi olarak ataması bunu gösteriyor. Karadağlının DT şefi yapılması ve atanmış ilahiyat mezunu birine imza yetkisini verme çabası tiyatroda oyunların gerici-cinsiyetçi politikalar süzgecinden geçeceğinin habercisidir.