2. paylaşım savaşı sonrasında emperyalistler hedeflerine ulaşamadılar. Nazi faşizmi ile SSCB’yi yok etmeyi planlayan emperyalistlerin bu kirli hedefleri kursaklarında kaldı. Kızıl Ordu ve komünistlerin direnişiyle faşizm ezildi, Doğu Avrupa ülkelerinde ilerici yönetimler kuruldu ve dünya genelinde sosyalizm güç kazandı. Bu gerçekliğin basıncı altında kalan emperyalist kapitalizm “sosyal devlet” diye tanımlanan bir politika geliştirmek durumunda kaldı. Kapitalistler, kardan zarar etmesine neden olsa da sosyalizmin basıncı altında devrim “tehlikesine” karşı “sosyal devlet” uygulamalarını istemeden de olsa kabul ettiler.
Bu paralel süreçte İnsan Hakları Beyannamesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından Haziran 1948'de hazırlandı ve 10 Aralık 1948'de kabul edildi. Bu nedenle 10 Aralık ‘İnsan Hakları Günü’, 10-17 Aralık arası günler ise ‘İnsan Hakları Haftası’ olarak kabul edildi.
İnsan Hakları Beyannamesinin kabul edildiği toplantıya katılan 6 sosyalist ülke, beyannamedeki ilkelerin bazılarının “Burjuva sınıfından olan insanların sınıf çıkarını koruduğu ve işçi sınıfını egemen sınıflarla uzlaşmak zorunda bırakacağı” gerekçesiyle çekimser kaldı.
İnsan haklarını esas alan Evrensel Beyanname özel mülkiyeti koruyor
Evrensel Beyanname’nin 17. maddesi özel mülkiyeti güvence altına alıyor: “Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.”
Komünal toplumdan köleci topluma geçisin maddi dayanağı özel mülkiyetin ortaya çıkışıdır. Sınıfların ortaya çıkışı ve varlık koşulu özel mülkiyettir. Özel mülkiyetin korunmasını esas almak, sömürülen işçi sınıfına ya teslimiyeti ya da uzlaşmayı dayatmaktır.
Bununla beraber İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, “insan hakları” açısından emperyalist kapitalizmin bugünkü durumuna göre sadece faşizan rejimle yönetilen ülkelere göre değil, ‘burjuva demokrasisi’ ile övünen ülkelere göre de çok daha ileri düzeyde haklar savunuyor.
İnsan hakları dünyada yok hükmünde
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan 30 maddenin sadece 2 maddesini ele alalım:
“1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.
2. Ayrıca, bağımsız, vesayet altında ya da kendi kendini yönetemeyen ya da egemenliği başka yollardan sınırlanmış bir ülke olsun ya da olmasın, bir kişinin uyruğu olduğu ülke ya da memleketin siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım yapılamaz.”
Sadece bu 2 maddenin dünyada yaşam bulduğu bir kapitalist ülke bulunmuyor. Irkçılık ve ayrımcılığın hakim olmadığı kapitalist ülke yoktur. Deyim yerindeyse beyannamenin tam anlamıyla korunan sadece özel mülkiyeti koruyan 17. maddesi oluyor. Diğer maddeleri ise sadece kağıt üstünde mürekkepten ibaret kalmıştır. Yani bugün dünyada beyannamede yer alan hakların pratikte yaşam bulması için verilecek mücadele ilerici karakterde; devrimci mücadelenin sıçrama tahtası olabilecek durumdadır.
“İleri demokrasi” yalanı
Başta emperyalist ABD olmak üzere kapitalist dünyanın bütün “ileri demokrasi” ülkeleri ırkçılıkla maluldür. Kendilerinin kar hırsından kaynaklı ortaya çıkan ve sayıları her gün artan göçmenlere yönelik ırkçılığın tüyler ürpertici örnekleri yaşanıyor bu “ileri demokrasi” ülkelerinde.
Bu ülkelere “ileri demokrasi” denmesinin bir “gerçekliği” de var. Ama sadece kendi topraklarında. Çünkü her türlü sorunu sömürge ülkelere ihraç ettikleri için bu coğrafyalarda baskı sömürü, sömürge ülkelere oranla nispeten daha hafif. Ancak son dönemde bu ülkelerde de demokratik-sosyal haklar tırpanlanıyor, faşist akımlar ise güçlendiriliyor. Bununla birlikte şöyle bir gerçeklik de var: Afganistan’da Taliban’ın kadınlara zulmünde başta ABD olmak üzere tüm emperyalist ülkeler de sorumludur. Zira Taliban da tıpkı IŞİD, El Kaide gibi emperyalistlerle işbirlikçileri tarafından imal edildi. Katar’daki iş cinayetlerinden de Katar rejiminin yanı sıra Dünya Kupası’nın organizasyonunda yer alan her devlet de dolaysız olarak sorumludur.
Özcesi İnsan Hakları Beyannamesi bugün sadece lafızda var. Gerçek dünyada ise yok hükmündedir.
Türkiye’de insanlık yok ediliyor
Dünyada İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yok hükmündeyken Türkiye’de AKP-MHP iktidarının dolaysız olarak insanlığa saldırıları var. AKP-MHP iktidarında gerçekleşen her hak ihlalinin ardında insanlığa yönelik saldırılar var. İşkence yalnızca yapılan insana değil insanlığa saldırıdır. AKP-MHP iktidarının hapishanelerde, karakollarda ve her hak arama eylemine yönelik neredeyse rutin haline getirdiği saldırılar da işkence biçimlerinden biridir.
Barınma gibi temel bir insan hakkı bile hem öğrenciler hem emekçiler ciddi bir sorun haline getirildi. Yandaş inşaat şirketlerine peşkeş çekilen alanlar yıkılıyor, yağmalanıyor. İnsan hakları ihlali bir yana insanlık sokağa atılıyor, yok sayılıyor.
Kendileri saraylarda sefahat sürerken, açlık sınırının altında yaşayanlara, çöpten yiyecek toplayanlara “tasarruf edin” diyorlar. Açlığı sefaleti kendi düzenleri ve politikaları ürettiği halde, utanmadan “Allah sınıyor” zırvasını ortaya atayabiliyorlar. Bunları söyleyenler insanlıklarını çoktan yitirmişler. Şimdi de toplumun insanlığını yok etmeye çalışıyorlar. Milyarlarca liralık korumayla gezen AKP şefi Rojava’ya yönelik saldırıda ölen askerler için konuşurken pişkin pişkin “Allah bizi de şehadet mertebesine yükseltsin” diyebiliyor. Böylesi hamasi bir sahtekarlık yapabilmesi bile insanlığa saldırının bir sonucudur. Zira onlar hiçbir yasa, kural, insani değer ya da ahlaki ilke tanımıyorlar. Sefil çıkarları için yapamayacakları rezillik ve zorbalık yoktur.
Acil-demokratik taleplerin neredeyse tümü beyannamede yer alıyor. Ama kağıt üzerinde. Bu hakların emekçiler tarafından fiilen kullanılabilmesi ise ancak örgütlü mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olabilir.
Elbette sadece beyannameyi savunmakla sınırlı kalmak “daha iyi bir kapitalizm” rüyası gören reformistlerin işidir. Beyannamede yer alan ya da almayan demokratik-sosyal hakları kazanma mücadelesini ise kapitalizmi yıkmanın, yani devrim mücadelesini yükseltmenin bir imkanı olarak değerlendirmeliyiz.