Sermaye sınıfı için siyaset yapan partilerin karakteristik özelliklerinden biri, pek çok konuda çifte standarda dayalı tutumlar almaktır. İç politikada emekçi sınıflara yaklaşımları ile kapitalist sınıflara yaklaşımları birbirine zıt olurken, dış politikada kendileri için “kutsal” kabul ettikleri şeyleri başka ülkeler söz konusu olduğunda hiçe sayarlar.
Bu ölçüsüz çifte standart tesadüf olmayıp, sınıfsal bir tutumun yansıması olarak tezahür eder. Diğer bir ifadeyle, sermaye adına siyaset yapanlar, eşyanın tabiatı gereği riyakardır. CHP’nin başlattığı, gelinen noktada diğer düzen partilerinin de farklı düzlemlerde katıldığı “Sınır namustur” başlıklı kampanya, kaba riyakarlığın çapıcı örneklerinden biri olarak devam ediyor.
Suriyeli göçmenler konusu dinci-faşist rejim tarafından pervasızca istismar edilirken, düzen muhalefeti de sorunu politik gündem yaratmanın vesilesi sayıyor. Suriyeli göçmenler tartışması devam ederken Afganistan’dan gelen göç dalgası, göç olayını ülke gündeminin merkezine oturttu.
Afganistan’dan gelen göç dalgasının sistematik olduğuna dair veriler, konunun Tayyip Erdoğan-Joe Biden görüşmesinde yapılan pazarlıklar sırasında karara bağlandığı yönündeki iddiaları güçlendirdi. Bu arada AKP-MHP iktidarının emperyalist efendilerine yaranmak için sınırları açması, saray rejiminin çürümenin dip çukurunda olduğunu birkez daha gösterdi. Kendi sefil bekasından başka bir şey düşünmeyen bu rejim, ülke ve emekçiler için yeni krizler yaratmaya devam ediyor.
Düzen muhalefetinin lideri konumunda olan CHP ise, rejimin “göçmen politikasını” eleştirmek adına bir takım ipe-sapa gelmez açıklamalar yaptı. Ardından “Sınır namustur” diye bir kampanya başlattı. Kimi CHP’lilerin ırkçı tonlar içeren açıklamaları bir yana bırakılsa bile, başlatılan kampanyanın ne ifade ettiği doğal olarak sorgulanıyor. Son günlerde saray rejimine “muhalefet” eden parti ve çevrelerin de bu kampanyaya destek verdikleri gözleniyor. Rejim ise, paçalarından ırkçılık akan bir karşı kampanya başlattı. Göründüğü kadarıyla konu en azından bir dönem gündemdeki yerini koruyacak.
Yüzeysel bir bakışla ele alındığında, kampanyanın bir mantığı olduğu sanılabilir. Zira her ülkenin kimi durumlarda sınırlarını korumasının bir meşruiyeti var. Ancak CHP dahil, düzen partilerinin dış politikada aldıkları tutuma bakıldığında durumun öyle olmadığı kolayca görülebilir. Zira göç neden değil sonuçtur. İnsan soyunun daha iyi bir yaşam arayışı devam etse bile, göçün dramatik boyutlar aldığı çoğu olayın arka planında ya işgal ya çatışma ya savaş vardır. O halde bir siyasal parti veya gücün emperyalistlerle suç ortakları tarafından işlenen bu suçlara karşı aldığı tutum kritik bir önem taşıyor.
Suriye ve Afganistan olayları üzerinden bakıldığında, sadece AKP-MHP rejiminin değil, düzen muhalefetinin de suça ortak olduğu görülür. 2011 yılına kadar Türkiye’de Suriyeli göçmen yoktu. Bir dönem vizeler karşılıklı olarak kaldırılmıştı. Buna rağmen kimse Türkiye’ye göç etmedi. Emperyalist-siyonist güçlerin organize ettiği, Körfez şeyhleri tarafından finanse, Türk devleti tarafından organize edilen Suriye’ye karşı savaşın ilan edilmesiyle göç dalgasının başlaması bir oldu.
Yıllara dayanan bir hazırlık vardı ve AKP rejimi savaşa balıklama dalmasaydı da muhtemelen bazı çatışmalar olacaktı. Ancak olayın savaş boyutuna ulaşması, Suriye’nin yarısının yakılıp yıkılması ve milyonlarca insanın yerini yurdunu terk edip göç yollarına düşmesi söz konusu olmayacaktı. Dolayısıyla Suriye’yi hedef alan yıkıcı savaşın ağır vebali Türk devleti ve onu yöneten AKP’nin sırtındadır. Ancak tartışma bağlamında esas soru şudur: CHP, bu komşu ülkenin yakılıp yıkılması suçunun neresinde yer aldı?
Vurgulamak gerekiyor ki, şimdi “sınır namustur” diye kampanya başlatanların sicili hiç de temiz değil. Ülke cihatçı terörün transit geçtiği bir otoban haline getirildiğinde, “ana muhalefet partisi”nin kayda değer bir muhalefetine rastlanmadı. Hatta cihatçı transferi konusunu deşen bazı Hatay milletvekillerinin bir daha aday olmaları bile mümkün olmadı. Belli ki konunun üzerine gitmeleri CHP şeflerini rahatsız etmişti.
Suç ortaklığı bu ‘pasif’ tutumdan ibaret de değil. Zira TSK’nin sınır ötesi operasyonları için AKP, ardından AKP-MHP rejimi tarafından meclis gündemine getirilen tüm tezkerelere onay verilmiştir. Yani CHP göçün esas nedeni olan Suriye’ye karşı savaşa tutum almadığı gibi, Türk ordusunun Suriye topraklarına işgalci güç olarak girmesine zemin hazırlayan tezkerelere onay da verdi.
Afganistan’ın ABD ordusu tarafından işgal edilmesi ve NATO’nun bu suça ortak edilmesi sırasında da benzer bir tutum alındı. TSK baştan beri NATO işgaline fiilen katılmıştır. Bu suç ortaklığı için belli aralıklarla Meclis’te tezkereler onaylandı. Diğer düzen partileri gibi CHP de bu tezkereleri onayladı. Görüldüğü üzere sınırın namus olduğunu iddia edenler, başka ülkelerin işgalini desteklemiş, TSK’nın emperyalistler tarafından kullanılması için onay vermişlerdir. O halde göç dalgalarına neden olan savaşlara karşı çıkmak bir yana destek verenlerin “Sınır namustur” sloganı, neresinden bakılırsa bakılsın, kaba bir riyakarlıktır.
***
CHP’nin riyakarlığı, destek verdiği savaşların yarattığı göçe karşı çıkıyormuş gibi yapmasından ibaret de değil. Dedikleri gibi sınır “namus” ise, bu tüm ülkeler için geçerli olmalı. Buna göre başka ülkelerin sınırlarına/namusuna saygı göstermek gerekir. Kendi sınırını korurken, başkalarının sınırlarını ihlal etmemek esas olmalıydı. Oysa durum tersidir. Çünkü CHP’nin de destek verdiği tezkerelere dayanarak TSK Suriye’den Irak’a, Libya’dan Afganistan’a, Azerbaycan’dan Somali’ye ve daha başka yere “işgalci güç” olarak girmiştir.
Görüldüğü üzere birçok ülkenin sınırlarının delik-deşik edilmesine destek veren bir CHP gerçekliği var. Hal böyleyken herhangi bir özeleştiri yapmadan ya da özür dilemeden, başka ülkelerin sınırlarının ihlalindeki rolüne değinilmeden yapılan bu kampanyanın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sanki kendisi o suçlara ortak olmamış gibi kampanyalar yürütmek, çifte standart olduğu gibi, riyakarlıkta sınır tanımamanın da dış vurumudur.