Maraş merkezli depremin sarsıcı sonuçlarını farklı alanlarda yaşamaya devam ediyoruz. On binlerce insan ve canlının yaşamını yitirdiği depremde bazı kentler adeta yok oldu. Telaşa düşen yıkımın ve kitlesel insan kıyımının sorumluları cinayet mahalline gidip tam bir utanmazlıkla pozlar vermeye, “asrın felaketi” palavrasını ortaya atarak suçlarını örtmeye çalıştılar. Öte yandan yıkımın sorumlusu olarak sadece müteahhitleri hedef gösterip esas suçlu olan kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Bu katliamda müteahhitler de suçlu, ancak onlar organize edilmiş ve göz göre göre yaşanan bu katliamın ancak tetikçileri olabilirler. Zira suçlular listesi müteahhitlerden başlayıp birbiri içine girmiş halkalar oluşturarak Saray’a kadar uzanıyor.
Adım adım katliama…
Deprem ülkesi olarak tanımlanan Türkiye’de kapitalistler ve Sarayda oturan siyasal temsilcileri inşaattan elde ettikleri kârdan hiçbir koşulda vazgeçmiyorlar. Saray sözcülerinin övündüğü “ekonomik büyümenin” çok büyük bir kısmı inşaat alanına dayanıyor. İnşaat sektörü; ucuz ve güvencesiz iş gücü, kölece çalışma koşulları, taşeron çalışma, rüşvet, yağma, rant ve ihalelerle kapitalistler Saraydakiler için büyük vurgunlar yapma imkanları sağlıyor.
Yine bir deprem yıkımının ardından iktidara gelen AKP, o gün bugün inşaatlardan elde ettiği devasa kârlarla sermayedarları semirtti. Kendileri de yağmadan büyük pay alan AKP şefleri de dolar milyarderi oldular. Bu “büyüme” serüveninde iktidar önüne çıkan engelleri orman kanunları ile kaldırdı. Hukuk onlarca kez dizayn edilerek meslek odalarının bu alandaki yetkileri sınırlandırıldı, yapı denetim süreci özelleştirildi, oy toplamak için çıkarılan sayısız imar affıyla emekçiler ev diye mezarlarda yaşamaya mahkûm edildi.
Yapı denetim sürecinin kamudan alınıp özel firmalara devredilmesi, yapı denetimde tekelleşmeyi getirdi ve meslek odalarını tümüyle devre dışı bıraktı. Bu alandaki kuralsızlık ve parçalanma müteahhitlerin yine kendi firmaları ile kendini denetlediği bir sistemi yarattı. Planlanmasından, yer seçiminden, yapının inşasına kadar bir bütün olarak yapı üretim süreci, imar afları aracılığıyla denetimsizliğe ve kaçak yapılaşmaya yönlendirdi.
İmar barışı ile kaçak yapılara verilen izinlerle on binlerce insan uygunsuz binalara dolduruldu. İmar affı, vergi affı, 20 yılda 200’den fazla kez değiştirdikleri ihale kanunu, vakıf-belediye ilişkisi vb. yollarla katliamı adım adım hazırladılar.
Bu rant düzenine karşı çıkan meslek örgütleri ve bilim insanları ise hedef gösterildi. Sermaye iktidarı tarafından ele geçirilemeyen meslek örgütleri kapatılmaya ve etkisizleştirilmeye çalışıldı. 2013’te geçirilen torba yasayla TMMOB’un inşaatlardaki denetim yetkisi elinden alındı. Dizginsiz yapılaşmanın önündeki son engel de böylece kaldırıldı. Bu süreç boyunca meslek odası yöneticileri hakkında soruşturmalar açıldı, KHK’lerle işten atıldılar, hukuksuzca tutuklandılar.
Rant ve talana dayalı projeler, sağlıksız kentleşme politikaları, bilime düşmanlık, liyakatsizlik ve denetimsizlikle inşa edilen bu düzen 6 Şubat’ta işçi ve emekçilerin üstüne devasa bir enkaz olarak çökerek katliam gerçekleştirmiştir.
İşlevsizleşen kurumlar
Yaşanan deprem aynı zamanda hiçbir devlet kurumunun deprem sonrasına yönelik hazırlık yapmadığını, tanımlanan görevleri yerine getirmediğini de göstermiştir.
Bir yardım kuruluşu olan ve her afette halktan para isteyen, makamlarında AKP kadrolarının oturduğu ve holdingleşen Kızılay deprem bölgesinde neredeyse hiç gözükmedi. Milyarlık bütçesi ve konteyner fabrikası olmasına rağmen günlerce üretim yapmayan Kızılay, depremin ardından sadece kan ve para topladı.
Afet yönetimi ve acil durum yönetiminden sorumlu olan AFAD ise ancak üçüncü gün ortalıkta göründü. Bürokratik, vurdumduymaz, liyakatsiz işleyişi ile yardımların ulaştırılmasına köstek oldu. Çalışmaları yavaşlatarak daha çok insanın ölmesinin sorumlularından biri olan AFAD’ın OHAL’e kalkan olmak dışında kayda değer bir işlevi olmadı. Bugünlerde ise, toplanan yardımların bir kısmına polis zoruyla el koyarak halen uğursuz rolünü oynuyor.
2023 yılında AFAD’ın bütçesinin yüzde 32 azaltılması, yönetim kadrolarına ilahiyat mezunlarının doldurulması, yaptığı harcamaların sermaye transferine ayrılması ve birçok vahim ihmal devletin afet yönetimi konusundaki “hazırlıklarını” göstermeye yetiyor. Öte yandan 2018’de İçişleri Bakanlığı’na bağlanan AFAD’ın yaptığı harcamalar son 5 yıldır açıklanmıyor. Bu ise AFAD’ın da Saray rejiminin tüm kurumları gibi bir yolsuzluk yuvasına çevrildiğine işaret ediyor.
99’dan bu yana toplanan özel iletişim vergisi değişik zamanlarda yaşanan depremler, seller, maden facialarında kullanılmadı. Toplanan bu vergilerle ne yapıldığı sorulduğunda dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “duble yollar yaptık” yanıtını vermişti. Sözü geçen yollar, köprüler, havalimanları da fay hatlarına yapıldığı için enkaza dönüştü.
En küçük devlet kurumlarının dahi şirketleşmesi, işleyişinin hantallaşması, bilim ve teknikten uzaklaşılması, deneyim ve liyakatin hiçe sayılması kriz anlarında bu kurumların göstermelik bile olsa sorumluluklarını yerine getirmesini engellemiştir. Bu ise, on binlerce insanın hayatına mal olmuştur.
Suçlulardan hesap sorulabilmesi sokak mücadelesine bağlı!
Kitlesel bir insan kıyımı yaşandı, on binlerce bina yıkıldı, kentlerin caddeleri sokakları, tarihi eserleri, yüzlerce yıllık yapıları ile yok oldu. Deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşananlar tarihe önemli dersler bıraktı. Bu kıyım ve yıkımda en ufak sorumluluğu dahi bulunan kurum ve kişilerden mutlaka hesap sorulmalı. Aksi halde yeni felaketlerin gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Şimdi müteahhit avı başlatıldı. Ancak yıkılan binaların müteahhitlerini tutuklamakla iş bitmiyor, arsa sahiplerinden müteahhitlere, yapı denetim şirketlerinden usulsüzlüklere göz yuman, imzacı olan mühendislere, denetim yapmayan yerel ve merkezi yönetimlere doğru listeyi uzatmak mümkün. En büyük sorumluluk ise, bilim insanlarının tüm uyarılarını hiçe sayan Saray rejiminin şeflerinin sırtındadır.
Suçlular listesi TMMOB’un yetkilerini elinden alan torba yasaya el kaldıran milletvekillerinden imar affını önerenlere dek, Bakanlıklardan yardımları engelleyenlere, kritik saatlerin heba edilmesinde sorumluluğu olanlardan topluma pişkince yalan söyleyenlere, gerçekleri saklamaya çalışan gazeteci kılıklılardan göçmen düşmanlığını körükleyenlere kadar uzanıyor. Kısacası karşımızda sermaye sınıfının çıkarları ve ranttan pay almak için birbirine sıkı sıkıya bağlanmış örgütlü bir suç şebekesi var.
Bu kadar ağır bir suçu sırtında taşıyanların hiçbiri istifa bile etmedi. Halen tam bir pişkinlikle makamlarında oturuyorlar. Zira tümü suç ortağı. Dolayısıyla bu suç şebekesinden şu veya bu kişinin düzen yargısının karşısına çıkarılması bile ancak emekçilerin dayanışması ve örgütlü mücadelesiyle mümkün olabilir. Yakın zamanda yaşanan Soma Katliamı’nın, Çorlu Tren Katliamı’nın, Hendek Katliamı’nın hukuki süreçlerinin gösterdiği gerçek budur. Sokak mücadelesi verildiğinde davalar açılabildi ve sorumluların bir kısmı yargılandı. Davaların kritik aşamalarında yine verilen fiili ve meşru mücadele belirleyici olabildi. Düzen hukukunun kısmen işlemesi bile ancak işçi ve emekçilerin sokaktaki örgütlü mücadelesiyle sağlanabildi.
Bilim insanları Türkiye’nin bulunduğu zeminin 3 cm yerinden kaydığını ifade ediyor. Sermayedarların kâr hırsı yüzünden yüzbinlerce emekçinin kanıyla sulanan bu topraklarda artık hiçbir şey eskisi gibi olmamalı. Ya üzerimize çöken bu düzenin altında yavaş yavaş soluksuz kalarak can vereceğiz ya da dayanışmamızı örgütlü güce dönüştürerek üstümüze çöken bu enkazdan kurtulacağız.
K. Düşgör