Toplumsal desteği düştükçe saldırganlaşan AKP-MHP rejimi, boyun eğdiremediği toplumsal kesimleri kaba şiddet araçlarıyla sindirmeye çalışıyor. Bu saldırganlığın en belirgin olduğu yerlerden biri hapishanelerdir. Zira kâğıt üzerinde kaldırılan idam cezası, iktidar tarafından ölüm kamplarına dönüştürülen cezaevlerinde fiilen uygulanıyor.
İşkenceyle katletme olayları arttığı gibi, özellikle sağlığa erişim hakları ellerinden alınan devrimci-ilerici tutsaklar ölüme mahkûm ediliyorlar. Hapishaneye sağlıklı giren tutsakların, hastalandıklarında tedavi olmak bir yana muayene olma hakları bile gasp edildiği için, basit rahatsızlıkları zamanla ölümcül hastalıklara dönüşebiliyor.
Hapishanelerde sağlıklı beslenmek mümkün değil. Hatta tutsaklar çoğu zaman karınlarını bile tam olarak doyuramıyor. Sağlık nedeniyle diyet yapmak zorunda olanlar için durum daha da kötü. Kantinden alışveriş yapmak için yeterli parası olmayanlar aç bırakılıyor. Bundan dolayı hastalıklara karşı vücut dirençleri zayıflıyor.
Dolayısıyla, zindanlarda sağlık sorunları yaşayan tutsakların sayısında görülen artış rastlantı değil. Çünkü kokuşmuş saray rejimi bu acımasız uygulamaları “olağan politika” haline getirmiş bulunuyor. Tam bir pervasızlıkla, öldürme ya da kalıcı hastalıklar oluşturmayı hedefleyen bir politika izliyor.
İntihar değil cinayet!
“Eceliyle” ya da tedavi edilmediği için ölenlerin sayısında dramatik bir artış yaşanırken, “intihar” olduğu iddia edilen ölüm vakaları da artıyor. Garibe Gezer ve Vedat Erkmen için intihar etti denildi. Gezer ve Erkmen’in ölüm sebepleri intihar olsa bile, onları buna sürükleyen koşullardan hapishane yönetimlerinin yanı sıra bizzat AKP-MHP rejimi sorumludur. İntihar olduğu iddia edilen ölüm olaylarının otopsi raporlarının nasıl hazırlandığı da belli değildir. Şaibeli bir el çabukluğuyla yapılmakta, bu da doğal olarak cinayet şüphesini güçlendirmektedir. Cinayetlere “intihar süsü” vermek, zorba rejimlerin kirli yöntemlerinden biridir.
Sürece yayarak öldürmek!..
Emine Aslan Aydoğan, Ali Boçnak, Sabri Kaya, Halil Güneş, Mehmet Ali Çelebi, Takiyettin Özkahraman, Hüseyin Polat, İbrahim Akbaba ve diğerleri… Bu tutsaklar, sağlığa erişim hakları engellendiği için son dönemde yaşamlarını yitirdiler. Ölüm sebebi “hastalık” olarak sunulsa da, hayatını kaybedenlerin sayısındaki artış “tedavi etmeyerek katletme” politikasının dolaysız sonuçlarıdır.
Akhisar T Tipi Hapishanesi’nde yaşamını yitiren Mehmet Sevinç ağırlaştırılmış müebbet cezası değil, müebbet hapis cezası almasına rağmen tek kişilik hücrede tutuluyordu. Beyin kanaması geçiren Sevinç’in kızına doktor, “ya kafa üstü düşmüş ya kafasına vurmuşlar, bu yüzden beyin kanaması geçirmiş” demiş. Her iki durumda da Mehmet Sevinç’in öldürüldüğünü söylemek iddia değil somut bir gerçektir. Düştüyse eğer, onu tek kişilik hücrede tutan hapishane idaresi bunun sorumlusudur. Eğer kafasına vurulduysa, taammüden cinayet işlenmiştir.
Irkçı-faşist saldırı şüphesi
Silivri’de son günlerde peş peşe gerçekleşen mahpus ölümleri ise, hapishane idaresinin katliamcı politika izlediğini gözler önüne serdi. Ferhan Yılmaz için hapishane idaresi “kalp krizi geçirerek öldü” açıklaması yaptı. Oysa Ferhan Yılmaz’ın abisinin anlatımları hapishane idaresinin yalan söylediğini gösteriyor:
“Gözlerinin altından kan akıyordu, kan gelmesin diye burun deliği pamuklarla tıkatılmıştı. Boğazında ise izler vardı. 1980’lerde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşatılanların aynısı Silivri Cezaevi’nde yaşatılmış. İşkence, baskı ve zulüm en sonunda katliam yaşanmış. Kardeşim işkenceyle öldürülmüş. Burada kimin sorumluluğu varsa hukuk önünde hesap vermeli. Cezaevi idaresi hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Olayın üstünden 3 gün geçmesine rağmen Adalet Bakanı hala bir açıklama yapmadı.”
Ferhan Yılmaz’ı muayene eden hekim de abisine, kardeşinin hastaneye getirildiğinde ölmüş olduğunu ve iç organlarının parçalandığını söylemiş. Yılmaz’ın vücudunda işkence izleri de saptanmış.
Yine Silivri Hapishanesi’nde adli mahpusların “toplu intihar” girişiminde bulunduğu ve iki kişinin yaşamını yitirdiği açıklandı. Bu iddia gerçekse eğer, hapishanelerdeki koşulların ne kadar vahşi olduğunu, insanları toplu intihara sürükleyecek kadar ağır saldırıların gerçekleştiğini anlatıyor. Nitekim gardiyanların mahpuslara ip ve jilet vererek “hadi intihar et” dediğine dair bilgiler yansıyor. Bu pervasızlık ilk kez yaşanmıyor. Daha önce de Iğdır S Tipi Hapishanesi’nde gardiyanların tutsaklara “hadi intihar et” dediği belirtilmişti.
Silivri’de toplu intihar girişiminde bulunduğu iddia edilen ve yaşamını yitiren mahpuslar adli davalardan hapse girmiş Kürt gençleridir. Bu da ırkçı-faşist saldırı şüphesini güçlendiriyor. Yaşamını yitiren bir mahpusun vücudunda darp izlerine rastlanması, tutsaklara şiddet uygulandığını gösteriyor. Yoğun bakımda yattığı söylenen bir kişinin ise hapishanede tutulduğu belirtiliyor. Öte yandan Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada “toplu intihar” olayı reddedildi.
Ölümlere sessiz kalmayalım!
Hapishane denilen ölüm kamplarında gerçekleşen katliamlarda son dönemde belirgin bir artış görülüyor. Bu vahşeti uygulayan sermaye devleti, suçlarını örtmek için birbiriyle çelişen yalan açıklamalar yapıyor.
Sergilenen pervasızlık, hapishanelerde yaşananlar konusunda toplumun sessizliğinden dolayıdır. Sermaye devleti hapishanelere yönelik saldırılarını sadece katliamcı kimliğinden dolayı değil, aynı zamanda krizin faturasını işçilere ve emekçilere ödetmek için de gerçekleştiriyor. Zira kapitalizmin krizinin saray rejiminin yağma ve talanıyla derinleştirilmesi, toplumsal tepkiyi büyütüyor. Hapishaneleri ölüm kampına çeviren AKP-MHP koalisyonu, emekçileri hapse düşme korkusuyla hak arama mücadelesinden uzak tutmayı da hedefliyor.
“Zindanlarda yaşananların benimle alakası yok” diye düşünen her emekçi bilmeli ki, hapishanelerde artan hak gaspları ve katliamlar, aynı zamanda krizin faturasını sessizce ödetebilmek içindir. Düzenin derin bir sefaleti dayattığı yerde sessizlik emekçiler için büyük bir tehlikedir. Zira dayatılan sefalete karşı mücadelenin yükseltilmediği yerde, yozlaşmanın önüne geçmek mümkün değildir. Sefalet ve yozlaşma ise emekçiler için bir tür manevi ölümdür.
Hapishanelerde yayılan hak ihlalleri ve artan ölümler karşısında sessiz kalan emekçiler, kendilerine ve çocuklarına karanlık bir geleceğin dayatılmasına da boyun eğmek zorunda kalacaklardır. Hapishanelerde gerçekleşen ölümlere sessizlik, yaşamlarının cehenneme dönmesine katlanmak anlamına gelecektir. İşçi sınıfı ve emekçilerin insanca ve onurlu bir yaşam için mücadeleye atılmaları ise hapishanelerdeki saldırı ve katliamlara karşı da yükselen bir ses olacaktır.