Baskı ve zorbalıkla ülkeyi yöneten AKP iktidarı, metal işçilerinin grevini başlamadan yasakladı. Tek adam diktasına ‘yasal kılıf’ uydurmak için meclisi “dingonun ahırı”na çeviren iktidar, bunca hengameye rağmen bir gece yarısı Bakanlar Kurulu kararı ile Asil Çelik grevini yasaklayıp kaçak saraydaki şefine imzalattı. İki gün sonra ise dört kentte başlayan grevleri de aynı şekilde yasakladı.
Metal işçileri şahsında Türkiye işçi sınıfına yöneltilen bu saldırı sürpriz olmadı. Zira din istismarcısı AKP’nin emekçilere pervasız saldırganlığı da sermayeye hizmette sınır tanımazlığı da 14 yıllık icraatlarıyla sabittir.
AKP’nin işçi sınıfına düşmanlığı yeni değil
İşçi sınıfı yıllardan beri grev silahını etkin bir şekilde kullanamıyor. Önemli işletmelerde başlayan bütün grevleri yasaklayan AKP, sınıfı bu etkili silahtan mahrum bırakmak istiyor. Yasak kararlarıyla çok sayıda grevi engelleyerek işçi sınıfına fütursuzca saldıran dinci iktidar, hak arayan emekçilerden nefret ediyor. Zira bu zihniyete göre işçiler, emekçiler “efendilere biat etmek zorunda olan köleler” yığınından başka bir şey değildir.
Son yıllarda lastik, petro-kimya, cam, metal gibi temel sektörlerde alınan bütün grev kararlarını yasaklayan iktidarın uydurduğu “yasal” gerekçe ise “milli güvenliğin, halk sağlığının riske girmesi” oluyor. Ülkeyi IŞİD gibi katil sürülerine yol eyleyen, ama işçi grevlerini ‘milli güvenliğe tehdit’ diye algılayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Belli ki, bu zihniyet temsilcilerinin en büyük korkusu işçi sınıfının harekete geçmesidir. Bundan dolayı grev kararı alınınca tedirgin oluyorlar, hak arama mücadelesine girişen işçilere fütursuzca saldırıyorlar.
Milli güvenlik mi, kapitalistlerin sınıf çıkarları mı?
Burjuva zihniyete göre “milli güvenlik riski” varsa akan sular durur. Sermaye iktidarı, grev yasakları dahil bazı kirli işlerini bu söyleme sarılarak icra etmektedir. Grevlerin böyle bir risk oluşturduğu iddiasını ise, grev yasakçısı iktidar dahil ciddiye alan yok. Hal böyleyken bu gerekçeyle grevleri yasaklayanlar hem grev hakkını gasp ediyor, hem işçi sınıfıyla küstahça alay ediyorlar.
Elbette onlar kapitalist sınıflara hizmet etmekle yükümlüler. Varlık gerekçeleri de bu sınıfların çıkarlarını korumaktır. AKP gibi gırtlağına kadar rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık batağına saplanmış, rant devşirmede “ustalık dönemini” süren bir partinin şefleri de, bizzat kapitalist sınıfın organik parçasıdırlar. Böyle bir iktidar için ‘milli’ veya ‘gayr-ı milli’ her “güvenlik riski”, özünde sömürücü asalak kapitalistlerin sınıf çıkarlarının riske girmesinden başka bir şey değildir. Sınıflı bir toplumda iktidarın siyasi kararları ‘milli’ değil ‘sınıfsal’ hassasiyetlere göre alınır. Grev yasakçısı dinci sermaye iktidarının yaptığı da bundan ibarettir.
Belirleyici olan sınıf çatışmalarının yasalarıdır
Hâkim düzenin yazılı hukukuna bakılırsa, işçi sınıfının grev hakkı ‘yasal güvence’ altındadır. Oysa bu hukuka göre hareket ettiği iddia edilen iktidar, işçilerin ‘yasal hakkı’ olan grevi yasaklıyor. Verili koşullarda ‘yasal’ grev yapmak imkansız gibi bir şey. Zira dinci sermaye iktidarı, kendi yasalarına ‘paçavra’ muamelesi yapıyor.
AKP iktidarının kendi yasalarını ayaklar altına alan bu fütursuzluğu, karşı cephenin, yani işçi sınıfının verili koşullardaki zayıflığından kaynaklanıyor. Bunu fırsata çeviren egemenler hem işçi sınıfının grev silahını elinden alıyor, hem onuruna saldırarak mücadele iradesini kırmaya çalışıyorlar. Oysa karşılarında taban örgütlülüğünü sağlamca kurmuş, örgütlü mücadeleyi yükselten bir sınıf olsaydı işin rengi farklı olurdu. Bu olgu grev yasaklarında belirleyici olanın geçerli hukuk düzeni değil sınıflar mücadelesinin pratik seyri olduğunu gözler önüne seriyor.
Tek çıkış ‘sınıfa karşı sınıf’ eksenli direniştir
Kaçak saray onaylı bir Bakanlar Kurulu kararıyla binlerce işçinin grev silahını kullanmaktan men edilmesi, Türkiye işçi sınıfının iradesine yapılmış kaba bir saldırıdır. İşçilerin bu küstahlığa verebileceği tek onurlu yanıt grev yasağını tanımamaktır. Tıpkı “İşgal, grev, direniş” şiarıyla ayağa kalkan Greif işçileri ya da 2015’te fırtına estiren metal işçilerinin hem sendika ağalarını, hem kapitalistleri köşeye sıkıştıran büyük direnişlerinde olduğu gibi...
Kuşkusuz ki AKP’nin de, hizmet ettiği kapitalistlerin de işçi sınıfının mücadele iradesini kırma hevesleri kursaklarında kalacaktır. Ancak bunun için işçi sınıfının ‘sınıfa karşı sınıf’ şiarıyla hareket etmesi, gücünü haklılığından alan bir meşruiyetle hem kapitalistlere hem din istismarcısı iktidara karşı direnişi yükseltmesi gerekiyor. İşçi sınıfının karşı karşıya bulunduğu ikilem nettir: Ya kölelik dayatmasına boyun eğecek, ya sınıf kardeşliği temelinde kenetlenip işgal, grev, direniş hattında ilerleyerek kendisine küstahça saldıranlara anladıkları dilden yanıt verecektir.