Tek adam rejimi artık tıkanmış durumda. Ne ülkenin sorunlarına bir çözüm getirebiliyor ne de herhangi bir konuda istikrarlı bir tutum geliştirebiliyor. Attığı her adım yeni sorunlara yol açıyor. Denilebilir ki iktidarın halen kullanışlı bir alan olarak elinde kalan tek konu dış politika. Emperyalist-kapitalist sisteminin dünya ölçüsünde yaşadığı bunalım ve çatışmalar Erdoğan iktidarına herşeye rağmen bir manevra alanı bırakıyor. AKP iktidarı kah bir emperyalist gücün kah ötekinin dümeninde kendi gemisini yürütmeye çalışıyor. Yüksek hamaset nutukları, büyük lider pozları ve yandaş basının akla ziyan haberleri ile etkin bir dış politika görüntüsü yaratılmaya çalışıyor. Saray ve yardakçıları böylece kendi yandaş kitlesini elde tutabilmeyi, kendisine karşı oluşan öfke ve tepkiyi milliyetçi söylemlerle etkisizleştirmeyi umuyor.
Gene de Erdoğan’ın son dönemde yoğunlaştığı Yunanistan’la gerilimi tırmandırma politikası işçi sınıfı ve emekçiler tarafından ciddiye alınmalıdır. Bugüne kadar Suriye’yi tehdit etmek için kullanılan “bir gece ansızın gelebiliriz” sözü artık Yunanistan’ı tehdit etmek için de kullanılmaya başlandı. Büyük bir kibirle Yunanistan’ı aşağılamak yoluna giden Erdoğan’ın kabadayı tutumunun iki temel dayanağı bulunuyor. Bunlardan biri, Yunanistan halkının başında da Erdoğan’dan aşağı kalmayan, kendi ekonomik ve siyasal başarısızlığını Türkiye ile gerilime yaslanarak görünmez kılmaya çalışan çapsız bir hükümetin bulunuyor oluşudur.
Diğer önemli konu ise Türk ve Yunan halkları arasında 150 yılı aşkın süredir iki tarafın egemen sınıfları eliyle yaratılan sahte düşmanlıktır. Türkiye ve Yunanistan kapitalist sınıflarının işbirlikleri de çekişmeleri de kendi sefil çıkarlarına hizmet etmektedir. Sürdürülen düşmanlık politikalarından Türkiye ve Yunanistan halklarının bir çıkarı yoktur. Zaten ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın emperyalist efendilerinin yönlendirme ve çıkarları dışında savaşmaları da barışmaları da mümkün değildir. Bizi esas ilgilendiren, bu ırkçı-şoven ve saldırgan politikalarla iki ülkenin emekçi halkları arasına düşmanlık tohumlarının ekilmesidir. Oysa egemen tarihin aksine, iki ülke halklarının birbirini tehdit olarak görmesi için bir neden yoktur. Türkiye ve Yunanistan’ın emekçileri dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik krizin faturasını en fazla sırtında hissetmektedir.
Birbirine komşu olan, tarihsel ve kültürel olarak benzer özellikler gösteren bu iki halkın sorunları kadar kurtuluşa giden yolları da ortaktır. Başlarındaki bezirgan sömürücülerden kurtulmak, NATO ve Avrupa Birliği dâhil bütün emperyalist kuruluşlarla ilişkileri kesmek, halkların birbirlerine önyargı ve düşmanlık beslemesine neden olan emperyalist oyunlara alet olmamak ve birbirlerinin haklarına şartsız bir biçimde saygı duymaktır. Tüm bunlar elbette mevcut burjuva iktidarlar altında gerçekleşemez. Bunu ancak her iki ülke işçi sınıfının birliği, mücadelesi, kendi iktidarlarını kurmaları ve dayanışma halinde sosyalist bir rejimin inşa etmeleri sağlayabilir.
Ege Denizi ancak sosyalizmle bir barış ve kardeşlik denizi haline getirilebilir. Egemen sınıfların, kendi sefil çıkarları uğruna düşmanca söylemleri derinleştiren politikacıların tutumu ne olursa olsun, Türk ve Yunan işçi ve emekçileri elbette karşı karşıya kaldıkları sömürü, baskı ve savaş politikalarına dur diyecekler, örgütlenip birleşecekler, baskısız ve sömürüsüz dünyayı birlikte inşa edeceklerdir.
Sömürü, baskı, ırkçılık ve faşizm yenilecek, Ege’nin iki yakasında sosyalizm kazanacak!