Yolsuzluk, kapitalist devletlerin hükümetlerince uygulanan olağan suçların başında geliyor. Rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluk, bürokratik işlerin yürütülmesinin bir parçası durumda. AKP hükümetinden önce de bu ülkede yolsuzluk vardı, şüphesiz. Ancak AKP, hemen hemen her şeyde olduğu gibi bu konuda da yüzsüzlüğü ve pişkinliği ile öne çıkıyor. Keza iktidarlığı döneminde yaşanan yolsuzluk skandalları uzun bir listeyi oluşturuyor. Daha kötüsü ise, yolsuzlukların ve rüşvetin olağanlaştırılması ve iktidarda olmanın verdiği güç ile pişkince yapılanların savunulmasıdır.
Çalarak çalışmak ve çalmak için çalışmak
Öyle ki, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” lafı özellikle AKP döneminde ortaya çıktı ve AKP'nin icraatlarını tanımlamak için kullanılıyor. Bu söz kalıbı, toplumun çalan hükümetlere ne denli alışık olduğunu ve maalesef belli ölçülerde kabullenmek zorunda kaldıklarını gösteriyor. Örgütsüz ve bugün için mücadeleden uzak duran emekçiler, kötüsünün iyisini seçmeye çalıştıkları seçimlerin ardından başa gelen hükümetlerden çalmamasını değil, çalarken az da olsa çalışmalarını beklemek durumunda kalıyorlar.
“Çalışıyorlar” iddiası ise işçi ve emekçilere ulaşan hizmetlerin ne denli kötü olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü AKP iktidarının övündüğü ve yer yer “takdirle” karşılanan hizmetlerin, hükümetlerin olağan ve yapması gereken işler içerisinde olduğu unutturulmak isteniyor. Kaldı ki, deprem fonu yağmalanarak yapılan yollar, işçi ve emekçilerin ödediği vergiler ile dağıtılan yardımlar oy kapmanın aracına dönüştürülüyor. Bu işlerin yandaş şirketlere nasıl peşkeş çekildiği ve silinen vergiler karşılığında kapalı kapılar ardında neler döndüğü ise büyük bir muamma olarak kalıyor. Kaşıkla verip kepçeyle alan AKP, elindeki medya gücü ve olanaklarla kepçe ile alınanı değil kaşık ile verileni işçi ve emekçilere sistematik olarak hatırlatıyor ve şükretmelerini salık veriyor. Elbette burada işin içine çarpıtmalar ve demagojiler de girmiyor değil. Elektriği, suyu olmayan köylere seçim öncesinde buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtılması gibi Aziz Nesin'in öykülerine konu olabilecek trajedilere imza atmak, AKP'nin icraatlarının temelsizliğini ve ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Neresinden tutulsa elde kalan bu paradoksta işçi ve emekçiler aldatılıyor ve yolsuzluklara alıştırılıyorken, topluma yönelik yapılması gereken hizmetlerin lütuf olarak görülmesi sağlanıyor.
AKP, sadece çalarak çalışmıyor, çalmak için “çalışıyor.” Kamu kaynaklarını peşkeş çekerek, işsizlik sigortasını yağmalayarak, sermayedarlara vergi afları getirerek “çalışıyor.” Üzerinden geçmeyen arabaların ücretini işçi ve emekçilere ödettiği köprüler yaparak “çalışıyor.” Kamu hastanelerini kapatıp uzmanların tüm uyarılarına kulak tıkayarak yandaşlarına yaptırdığı ve işletmesini devrettiği şehir hastaneleri açarak “çalışıyor.” Karadeniz'in doğal dengesini bozmak pahasına övündüğü, yağışlarla çöken yollar yaparak “çalışıyor.” Kısacası AKP'nin çalışıyor olarak göründüğü her bir iş daha fazla çalmanın, peşkeş çekmenin paravanı olarak kullanılıyor.
Vahim olan bir diğer husus ise, işçi ve emekçilerin gündelik hayatlarına giren bu söz kalıbına AKP'nin de fazlasıyla inanmış ve içselleştirmiş olmasıdır. Öyle ki, yolsuzluk suçlamalarına pişkince cevap vermekten ve “ama çalışıyoruz da çalmak hakkımız” minvalinde pozlar takınmaktan kaçınmıyorlar.
İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri'nde yolsuzluklar
Herkes çok iyi bilir ki büyük şehir belediye seçimleri, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir belediye seçimleri siyasi rekabetin yanı sıra rant kavgasıdır. Yerel seçimlerde olduğu gibi bu şehirlerdeki parti il örgütlenmelerindeki seçimler de bir hayli çekişmeli geçer. Kavgaların yaşandığı, skandalların patlak verdiği seçimler gündeme yansır. Çünkü bu şehirlerde sosyal, kültürel ve ekonomik olarak rant elde edilebilecek pek çok alan vardır. Ve bu şehirleri alan her parti kendi yolsuzluk, rüşvet ve yandaş kayırma mekanizmasını kurmuştur. Geçtiğimiz hafta gündeme gelenler ise bu mekanizmaların sonuçlarından seçkilerdi. CHP'nin AKP'den devraldığı belediyelerdeki yolsuzluk dosyalarını gündeme taşıması ile tekrar gözler bu alanda dönen kirli işlere çevrildi. Fakat AKP her zamanki küstahlığı ile konuya yanaştı ve İstanbul'da söz konusu suçlamalara karşı yayın yasağı getirildi. Ankara'da ise AKP-MHP'li meclis üyelerinin oturumu terk etmesi gibi manevralara tanık olduk. Ardından, ana akım medya İstanbul Belediyesi'nde İmamoğlu'na yakın bir şirketin ilk defa belediye ihalelerine girdiğine ve ihaleyi almasına yönelik haberler servis etmeye başladı.
Bu ülkede yaşanan her yolsuzluk belli çıkarlar çatışması vesilesiyle gündeme gelebiliyor. Tıpkı, Gülen ile yolları ayrıldığında Erdoğan ve müritlerinin yolsuzluklarının gündeme getirilmesinde olduğu gibi, bugün de İstanbul ve Ankara'da belediyelerin el değiştirmesi ve yaşanan siyasal rekabet sonucu yolsuzluklar ortalığa saçılmış bulunuyor.
Hiç şüphesiz el değiştirme ile gündeme gelen ve üzeri kapatılmak istenen yolsuzluk dosyalarının benzerleri diğer belediyeler için de söz konusu. Onları öğrenmemiz için şimdilik başka bir çekişmeyi beklemek durumundayız. Eklemek gerekir ki, bu çekişmelerle ortalığa saçılan pislikler karşısında ne Gülengillerin ne de CHP'nin mücadele etmek ya da hesap sormak gibi bir derdi bulunmamaktadır.
Yolsuzluk batağını kurutmak için sosyalizm
Elbette saklı yolsuzluk dosyalarını öğrenmenin, dahası öğrenmekle kalmayıp hesap sormanın bir başka yolu daha var. O yol da işçi ve emekçilerin bu kokuşmuş çarka çomak sokarak düzene karşı devrim mücadelesini büyütmesidir. Zira pisliği kökünden temizlemenin yolu devrimden geçmektedir. Yolsuzluk bataklığı ise ancak sosyalizm ile kurutulabilir.