Barolar yine iktidarın hedefinde

Adli yıl açılışında yapılan konuşmalar, barolara dönük saldırıların süreceğini gözler önüne seriyor. Bu saldırılar karşısında gelişen her eylemli tepki, iktidarın gözünü daha çok korkutuyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Eylül 2020
  • 08:00

Dinci gerici iktidarın, toplumun muhalif kesimlerine dönük saldırısı hız kesmeden sürüyor. Geçtiğimiz aylarda bu saldırılardan barolar da payına düşeni almıştı. Sermayenin çıkarları ve kendi gerici emelleri için burjuva hukukunu dahi ayaklar altına alan AKP iktidarı, yıllardır hedef tahtasına yerleştirdiği barolara dönük “Çoklu Baro” saldırısını meclisten geçirmişti.

Dinci gerici iktidarın, yargı sisteminin önemli bir parçası olan barolara ve avukatlara dönük saldırısı ise boşa değil. Zira, gelinen yerde kendi aparatı haline getirdiği yargı karşısında, muhalif baroların olması onu rahatsız ediyor. Bu nedenle ilerici-muhalif avukatları ve meslek örgütlerini sindirmeye, yok etmeye çalışıyor.

Bugün AKP iktidarının kurduğu yargı mekanizması, sahte deliller yaratarak zindanları devrimci, ilerici ve yurtseverle doldurdu/ dolduruyor. Sosyal medyadaki bir paylaşımı dahi “suç unsuru” haline getirip, ceza yağdırıyor. Hakimler ve savcılar deyim yerindeyse tek adam rejiminin bekası için gece gündüz çalışıyorlar. Örneğin, yalnızca 2020 yılında dinci gerici iktidarın şefine hakaret iddiasıyla açılan dava sayısı bir önceki yıla göre %2052 artarak 17.406’a ulaştı. Yandaş hâkim ve savcılar AKP iktidarının talimatları ile yargılamalar yaparken, katledilen kadınların, çocukların, işçi ve emekçilerin hak arama mücadelesi kapsamındaki davalar ise ağır aksak ilerliyor. Devrimcileri ve ilericileri zindanlara dolduranlar, aylarca bir iddianame hazırlamayarak, duruşma günü dahi belirlemeyerek, yargılamanın kendisini cezalandırma sürecine dönüştürüyor. Erdoğan hakkında atılan bir twit, saati geçmeden bir dava konusu olabiliyorken, polislerce katledilen Berkin Elvan’ın, katledilişine dair iddianame yıllarca hazırlanmıyor. Yahut çocuk ve kadın istismarcıları, katilleri, mafya ve çeteciler; koronavirüs salgınında çıkarılan infaz paketi kapsamında serbest bırakılırken, devrimciler, ilericiler, yurtseverler, gazeteciler ve hasta tutsaklar zindanlarda tutulmaya devam ediliyor.

İşte dinci gerici iktidarın barolara dönük saldırısını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. AKP iktidarı yargıyı tamamen dönüştürdüğü, pervasızca toplumsal muhalefetin üzerinde kullandığı bu dönemde barolara yönelik saldırı önemli bir yerde duruyor. Çünkü, meslek örgütü olan barolar ve özelde içindeki devrimci, ilerici avukat örgütleri ve avukatlar toplumsal muhalefetin bir parçası olarak dinci gerici iktidarın uygulamalarına karşı mücadelelerini sürdürüyorlar. İşçi ve emekçilerin, devrimcilerin, katledilen kadın ve çocukların, Kürt halkının yanında yer alıyorlar. İşte tam da bu sebeple iktidarın 2015'te ilan ettiği OHAL'de attığı ilk adımlardan biri, Çağdaş Hukukçular Derneği'ni kapatmak oldu. Çünkü Çağdaş Hukukçular Derneği, toplumsal muhalefetin önemli davalarına bakıyor, geçmişten bugüne devrimci-ilerici avukatlık pratiğini temsil ediyordu. Sermaye devletinin saldırıları bununla da sınırlı kalmadı. Kürt illerinde yaşanan katliamlara ve insan hakları ihlallerine karşı avukatlık yapan Tahir Elçi'yi katletti. Yıllardır devrimcilerin, Soma'nın, Gezi Direnişi'nin, Berkin Elvan'ın, kadınların, hak arayan işçilerin davalarına bakan, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarına saldırdı.  Sahte deliller ve talimatı alınmış yargılamalar ile devrimci avukatlara toplam 156 yıl hapis cezası verdi. HHB’li avukatlar dışında, mücadeleci bir pratik sergileyen birçok avukatı da benzer bir biçimde cezalandırdı.

HHB’li devrimci avukatlar, Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal ise bu yargılamalara karşı “adil yargılanma” talebi ile başlattıkları açlık grevini, ölüm orucuna çevirdi. Ölüm oruçları geçtiğimiz ay kritik bir evreye ulaştığında ise Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) verilen hapishanede kalamazlar raporu yok sayılarak, “hayati riskleri yok” ve “kaçma şüphesi” var denilerek tahliye edilmediler. Tutuldukları hastanelerde, Ebru Timtik ölüm orucu direnişin 238. gününde ölümsüzleşti. Aytaç Ünsal ise kritik bir evreye girdi. Devrimci avukatlığı “suç” sayanlar, Ebru Timtik’in direnişini de elbette görmezden geldi. Yapılacak cenaze törenini dahi engellemeye çalıştı. Cenaze, öncelikle Ebru Timtik’in üyesi olduğu İstanbul Barosu’na getirilmek istenirken polislerce kaçırıldı. Bu saldırıya rağmen Ebru Timtik için İstanbul Barosu önünde toplanan avukatlar ve devrimci, ilerici kamuoyu burada bir tören gerçekleştirdi. Tören sırasında avukatlar tarafından Timtik’in resmi baro binasına asıldı. Gazi Mahallesi’nde gerçekleşen cenaze töreninde ise devlet pervasızca saldırdı.

Gerici-faşist iktidarın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ebru Timtik’in resminin baroya asılmasını bahane ederek İstanbul Barosu’na dava açacağını duyurdu. Adalet Bakanı da benzer bir açıklamayı yaptı ve takip eden günlerde barolara dönük muhtemel yeni bir saldırının ip uçlarını Erdoğan verdi. Adli yıl açılışında yatığı konuşmada avukatları hedef alarak “meslekten men” düzenlemesi yapılması gerektiğini söyledi. Bütün bunlar yaşanırken, 18 yaşındaki genç bir kadına tecavüz eden ve ölümüne sebep olan Uzman Çavuş Musa Orhan ise bir hafta önce tutuklanmasına rağmen “kaçma şüphesi yok” denilerek tahliye edildi.

İşte dinci gerici iktidarın egemen haline getirmek istediği yargı sistemi budur. Tacizcilerin, tecavüzcülerin, katillerin ve patronların korunduğu; işçi ve emekçilerin, kadın ve çocukların ezildiği bir düzen. Devrimci, ilerici avukatları hedef alan saldırı da yerleştirmeye çalıştıkları yargı sistemi karşısında muhalif bir sesin çıkmamasını amaçlamaktadır. Ancak yaptıkları baro düzenlemesine rağmen hala bunu başarabilmiş değiller. İstanbul Barosu'nda yandaş baroyu kuracak iki bin imzayı dahi henüz bulamadılar. Devrimci avukat Ebru Timtik'in cenazesi üzerinden yaptıkları aşağılık açıklamaların, baronun tabanını bölerek 2 bin imzaya ulaşmak için olduğu ise şüphe götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Adli yıl açılışında yapılan konuşmalar, barolara dönük saldırıların süreceğini gözler önüne seriyor. Bu saldırılar karşısında gelişen her eylemli tepki, iktidarın gözünü daha çok korkutuyor. Çürümüş düzenlerinin bekası için bugün bu denli azgınca saldıranlar, iktidarlarını mutlak ve sonsuz sanıyorlar. Oysa tarihin en önemli derslerinden biri zulmün ve baskının olduğu her yerde direnişin de olacağıdır. İnsanlık tarihi bu direnişlerin örneği ile doludur. Bugün hangi saldırı yasası geçerse geçsin, elbette buna duranlar ve savaşanlar olacaktır.

İ. Y. Gün