Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Ortak Zirvesi…

Dağ fare doğuramadı

Esas olan, barbarlık savaşını yürüten emperyalist/Siyonist sömürgecilere karşı durmak ya da onlarla şu veya bu şekilde suç ortaklığı yapmaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Kasım 2024
  • 17:30

Tel Aviv’deki dinci-faşist Netanyahu hükümetinin Gazze’ye karşı açtığı soykırım savaşı 14. ayında devam ediyor. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile Arap Birliği Ligi bu sürede iki Olağanüstü Ortak Zirve topladı. İlkini soykırımı 35 gün seyrettikten sonra 11 Kasım 2023’te, ikincisini bir yıl sonra yine 11 Kasım’da toplandı. Bu iki örgüte üye devletlerin sayısı 50’yi aşıyor. Bu örgütler, bir yıl sonra aynı tarihte “ortak zirve” topladıklarında ise soykırım savaşı Gazze’de ermediği gibi Lübnan’a da taşınmıştı.

İşe yaramaz zirveler

Gazze’nin yıkımı, soykırım savaşının boyutu ve Lübnan’a taşınması, birinci zirvenin Tel Aviv’deki dinci-faşist çete tarafından zerre kadar ciddiye alınmadığının ispatıdır. Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fas gibi ülkeler başta olmak üzere “Arap” ya da “Müslüman” diye anılan pek çok devlet soykırım yapan İsrail’e karşı tek bir yaptırım uygulamadı. Zira bu devletlerin çoğu hem İsrail’le hem ABD ile işbirliği yapıyor. Bu devletler, halen Tel Aviv’deki soykırımcı çeteye hizmet ediyor. Etkili olabilecek üye devletler böylesine alçaltıcı bir tutum içindeyken, Siyonist çetenin yapılan zirveleri ciddiye alması için hiçbir neden yok. 

İlk zirveyi ciddiye almayan emperyalist/Siyonist güçlerin ikincisine bir değer atfetmeleri mümkün mü? Zirveyi toplayanlar dahil kimsenin bu yönde bir beklentisi yok. 11 Kasım 2024 tarihli zirvenin öncekinden farkı, “keskin” laflar etmenin ötesine geçmedi. Pratik tutumla birleşmeyen “sert” söylemlerin uluslararası ilişkilerde ciddiye alınmadığı ise kimse için sır değil. 

“Filistinlilere yardım ettik” riyakarlığı

Yemen, Suriye, İran, Cezayir gibi birkaç ülke hariç tutulursa, soykırıma karşı savaşan Filistin ve Lübnan direnişlerine destek veren “Müslüman” ya da “Arap” devleti yok. Hal böyleyken zirvede nutuk atan devletlerin gerici yöneticileri, Gazze’ye yardım malzemeleri göndermekle övündüler ve “biz üstümüze düşeni yaptık” demeye gelen laflar ettiler. Oysa İsrail’in o malzemelerin çoğunun Gazze’ye girişine izin vermediğini en iyi kendileri biliyor. Gerici Kahire rejimi Refah kapısını açma cesaretinden yoksun olduğu için yardım malzemelerinin çoğu Mısır’da bekletiliyor.  

“Müslüman” ve “Arap” devlet başkanlarının, kral ya da emirlerin vahşi soykırım devam ederken, “Gazze’ye şu kadar ton yardım malzemesi gönderdik” lafları etmeleri utanç vericidir. Gazze’ye gönderdikleri malzemelerin akıbetini sormaktan bile aciz olan bu gericiler, İsrail’e karşı hiçbir somut adım atmamanın utancıyla lekelendiklerini biliyorlar. Bundan dolayı kendi halkları nezdinde imaj düzeltme telaşıyla hareket ettiler.

Soykırıma karşı “keskin” laflar 

Zirvede konuşan kişilerin çoğu, Tel Aviv’deki dinci-faşist çetenin işlediği suçları dile getirdi. İsrail’in soykırım yaptığı, savaş suçları işlediği, aç-susuz bırakarak toplu cezalandırma yaptığı ve daha pek çok “keskin” laf edildi. Söylenenler doğruydu; İsrail’in işlediği suçlar tek tek sıralandı. Örneklerle soykırım suçu ortaya kondu. Ancak söylendiği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”

Bu kadar keskin lafları edenler, “soykırımcı çeteyi durdurmak için ne yapılacak, somut eylem planı nedir” noktasına gelince suskunlaştılar. Suriye lideri Beşşar Esad, “Soykırımcı çeteye karşı ne yapacağımızı, Gazze ve Lübnan’daki insan kıyımını nasıl durduracağımızı konuşalım” önerisi havada kaldı. Çünkü İsrail’e karşı somut adım atmak gibi bir dertleri bulunmuyor. Kendileri somut adımlar atmaktan kaçınırken, başkalarına çağrı yaparak “soykırımı durdurun” demek, riyakarlık ötesi bir sahtekarlıktır. Kendileri bir şey yapmazken, soykırımcı çeteye destek veren batılı emperyalistlere “soruna el atın” diye yakarmak, siyasal sefaletin dip çukurunda çırpınmaktan öte bir anlam taşımaz. 

AKP şefi her zaman riyakarlıkta bir numara…

Zirveye katılanların arasında “en sert” konuşmayı AKP şefi Tayyip Erdoğan yaptı ve şunları dedi: 

“Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir barbarlıkla karşı karşıyayız… Bu cinnet halinin savunulabilir hiçbir tarafı yoktur… İsrail'e ateşkes çağrısı yapılmaması sadece acizlik değil, aynı zamanda korkaklıktır, vicdansızlıktır... Zulüm karşısında susanlar da en az zalimler kadar akan kana ortaktır… İnsan hak ve hürriyetlerini dilinden düşürmeyen Batılı ülkelerin Filistin'de süregelen katliamlar karşısında sessizliğe bürünmeleri utanç vericidir...”

Bu kadar keskin laflar eden birinin Tel Aviv’deki soykırımcı çeteyi durdurmak için elinden gelen her şeyi yaptığı sanılır. Oysa durum tam tersi. Zira Erdoğan, tam da soykırım yapan barbarlara hizmet ettiği için bu kadar “keskin” laflar ediyor. Siyonistlerle suç ortaklığını örtme telaşı, AKP şefine olmadık laflar ettiriyor. “Laflar keskin olmalı ki, o kabarık suç ortaklığı dosyası örtülebilsin” hesabı yapıyor Erdoğan. Oysa bu beyhude bir çabadır, çünkü suç ortaklığını bu çağda saklamak mümkün değil. Nitekim edilen “keskin” lafları ciddiye alan olmadı.  

Bu riyakarlık mizansenlerini yapan AKP şefinin başında bulunduğu Saray rejimi, Gazze ve Lübnan’da soykırım devam edebilsin diye Siyonist cellat takımına malzeme taşıyor. Bunlar arasında jet yakıtı olduğu gibi silah yapımında kullanılan çelik de var. Azerbaycan’dan Ceyhan’a akıtılan petrolü İsrail’e taşıyanlar arasında bizzat “Erdoğan klanı” mensupları da yer alıyor. Kürecik’teki radar üssünden İsrail’e istihbarat akışı devam ediyor. İncirlik Filistinli ve Lübnanlı çocukların başına yağdırılan bombaların taşınmasında ana üslerden biri olarak kullanılıyor. Soykırımcı çetenin bayrağı ise halen Ankara’da dalgalanıyor… 

AKP şefi ya da onun gibi figürlerin İsrail’e yönelttikleri “sert” eleştirileri ne Tel Aviv ne Washington’daki soykırımcı çeteler ciddiye alıyor. Zira Erdoğan’ın bu riyakarlık abidesi yalanlara neden ihtiyaç duyduğunu ABD de İsrail de biliyor. Amerikancı rejimlerin “en kabadayısı” bu türden bir sefalet içinde yüzerken, “Müslüman” ve “Arap” devletlerinin düzenlediği zirvelere beş paralık bir kıymet biçilmesi mümkün mü?

Kendilerine “Müslüman” ya da “Arap” diyen devletlerin sergilediği riyakarlıklar, meselenin etnik ya da dinsel olmadığını ispatlıyor. Burada esas olan, barbarlık savaşını yürüten emperyalist/Siyonist sömürgecilere karşı durmak ya da onlarla şu veya bu şekilde suç ortaklığı yapmaktır.