1 Ekim’de Lübnan topraklarını işgal saldırısı başlatan İsrail savaş aygıtı, kısa sürede zafere ulaşabileceğini var sayıyordu. Zira öncesinde ABD ile Batılı emperyalistlerin de desteğiyle sınır aşan devlet terörü saldırısında çağrı cihazlarını ve telsizleri patlatarak beş bin kişiyi yaralamış, sakat bırakmış ya da öldürmüştü. Genel Sekreter Hasan Nasrallah dahil Hizbullah’ın çok sayıda lideri bir ton ağırlığındaki ABD yapımı bombalarla yüzlerce siville birlikte katledilmişti. Tel Aviv’deki dinci-faşist hükümetin başı Netanyahu’ya bakılırsa Hizbullah’ın savaş kapasitesinin %80’i imha edilmişti.
Emperyalistlerin hediye ettiği askeri alandaki bu taktik başarılar, soykırımcı Siyonistlerin başını döndürmüş, Ortadoğu’yu dizayn etmekten söz etmeye başlamışlardı. Ancak zaferi tamamlamak için Lübnan’ın işgal edilmesi gerekiyordu. Soykırımcı Biden yönetimi yeşil ışık yaktı, Lübnan sınırına 80 bini aşkın asker yığan İsrail savaşa aygıtı işgal saldırısını başlattı.
1 Ekim’de başlatılan işgal saldırısı aradan iki aya yakın süre geçmesine rağmen İsrail savaş aygıtı tek bir beldeyi bile tam kontrol altına alamadı. Sınıra on binlerce asker yığıp havadan, karadan, denizden işgal etmek istediği bölgeleri sayısız kez bombalayan İsrail savaş aygıtı halen her gün ağır kayıplar veriyor. Bu sürede ölü ya da yaralı subay ve askerlerin sayısı binlerle ifade ediliyor. İşgalci ordunun ‘medarı iftiharı’ diye reklam edilen Merkava tanklarından ise en az 56’sı tahrip edildi. Bu sürede çok sayıda İsrail askeri aracı ve SİHA’sı da düşürüldü. Bu kayıplara her gün yenileri ekleniyor.
Hizbullah’ın gerçekleştirdiği güçlü savunma, Tel Aviv’deki soykırımcı çeteyi çileden çıkardı. Ne iddia ettikleri gibi direnişi çökertebildiler ne istedikleri bölgeleri işgal edebildiler ne Hizbullah’a siyasi alanda geri adım attırabildiler. Bu fiyaskoları işgalci ordunun ağır kayıpları tamamlıyor. Bu fiyaskoların intikamını sivil halka bomba yağdırarak alan İsrail, geçen hafta bir kez daha Beyrut’un merkezine ağır bir bombardıman gerçekleştirerek savaş suçlarına yenisini ekledi. Hizbullah, bu katliama daha önce görülmemiş şiddette bir yanıt verdi. Saldırıların kapsamı ve etkisi, tabir uygunsa işgal heveslilerinin ezberini bozdu.
“Beyrut’a karşı Tel Aviv” angajmanı
ABD-İsrail işbirliği ile 400 siville birlikte katledilen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bir konuşmasında “Beyrut’a karşı Tel Aviv” angajmanını koymuştu. Hizbullah Beyrut’un Dahiya bölgesinin bombalanmasına rağmen Tel Aviv’i vurmamıştı. Dahiya direnişin kitle desteğinin yoğun olduğu bir bölge olduğu için Hayfa’yı vurmakla yetindiler. Amaçları, İsrail’e Beyrut’un diğer bölgelerini bombalama bahanesi vermemekti. Zira o durumda Lübnan’daki direniş karşıtları suçu Hizbullah’a yıkacak, direnişin cephesi gerisini karıştırmaya çalışacaklardı. Ancak Beyrut merkezinin İsrail tarafından uluorta bombalanması durumu değiştirdi.
24 Kasım Pazar günü sabah saatlerinden gece yarsına kadar İsrail savaş aygıtının kara, hava, deniz üslerini füzelerle buran Hizbullah, “Beyrut’a karşı Tel Aviv” angajmanını uyguladı. İsrail’in dört bir yanındaki savaş üslerini yüzlerce füze ile vuran Hizbullah, soykırımcı çete ve şefi Netanyahu’ya direnişin gücünü birkez daha gösterdi. İsrail genelinde bir günde 500’den fazla kez alarm zilleri çalınırken 4 milyonu aşkın kişi sığınaklarda saklandı.
İsrail’in “ünlü” demir kubbesi Hizbullah savaşçılarının attığı füzeleriyle delik deşik edildi. Gönderilen SİHA’ların da çoğu hedeflerini vurdu. İsrail savaş aygıtının sansür ve yasaklarına rağmen yansıyan görüntüler, Hizbullah füze ve SİHA’larının hedeflerini isabetli bir şekilde vurduğunu gösterdi. Siyonist televizyon kanallarındaki küstah yorumculara korkunun egemen olduğu görüldü. Bu “gazeteciler” Hasan Nasrallah öldürüldüğün canlı yayınlarda kadeh tokuşturarak “zafer” kutlaması yapmışlardı. Oysa şimdi soykırım yapmanın zafer kazanmak anlamına gelmediğini görmeye başladılar.
Toprağını savunan direnişçinin vahşi işgalciye üstünlüğü
İsrail savaş aygıtı sömürgeci bir küstahlıkla ve ABD ile Batılı emperyalistlerin çok yönlü desteğiyle işgal saldırısını başlattı. Asker sayısı, silah, mühimmat, istihbarat ve her türlü teknik donanım açısından İsrail’in gücü ile Hizbullah savaşçılarının gücü arasında dağlar kadar fark var. Yasa/kural tanımaz emperyalist/Siyonist güçler, barbarlıklarına güvenerek direniş hareketini ezebileceklerini var saydılar. Hayal ettikleri yeni Ortadoğu’yu kurmak için Hizbullah’ın ortadan kaldırılması gerekiyordu ve bu hedefe kısa sürede ulaşabileceklerini sanıyorlardı.
İşgal saldırısı başladığı günden itibaren, sömürgeci hesapların direniş gerçekliğine uymadığı görüldü. Saldırı ikinci ayını doldurmak üzereyken İsrail’in yapabildiği şey soykırım savaşını Lübnan’a taşımak oldu. Köyleri kasabaları, şehirleri bombalıyor, yakıp yıkıyor, sivilleri katlediyor, insanları yerlerinden yurtlarından sürüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararıyla savaş suçları zaten tescil edilmiş olan Siyonist rejim, Gazze’den sonra Lübnan’da da suçlarına yenilerini ekliyor.
ABD, İngiltere, Almanya başta olmak üzere emperyalistlerin desteği ile ayakta duran İsrail rejimi barbarlıkta sınır tanımadığını gösterdi. Halen de her gün suçlarına yenilerini ekliyor. Ancak bunlar ona zafer getirmedi. Tam tersine savaş aygıtı yıprandı, asker intiharları arttı, psikolojik destek alanların sayısında patlama oldu, yedek askerlerin %40’ı Lübnan’da savaşmayı reddediyor. Irkçı-Siyonist rejimin iç krizleri ise giderek derinleşiyor.
Topraklarını ve halkını korumak için işgale ve işgalcilere, emperyalistlere ve onların savaş aparatı olan İsrail’e karşı direnen Hizbullah ise her açıdan dimdik ayakta durduğunu gösteriyor. Ağır bedeller ödemek pahasına da olsa sergilediği direniş kararlılığıyla işgalcilerin planlarını bozuyor. Yansıyan haberlere göre savaş suçlusu Netanyahu, 24 Kasım’daki saldırının ardından Hizbullah’la ateşkes görüşmelerinin başlamasına onay vermek zorunda kaldı. Zira direniş işgalci orduya sadece maddi değil manevi darbeler de vurdu. Savaşa katılmayı reddeden yedeklerin sayısının ilk defa %40’lara ulaşması İsrail’in savaş kapasitesinin bir daralma ile karşı karşıya olduğunu gösterdi.
Vurgulamak gerekiyor ki ne emperyalistler ne onların İsrail adlı savaş aparatı direnen halklara saldırmaktan vazgeçecek. Buna karşın vahşi işgal ve sömürgeci barbarlık devam ettiği sürece, halklar da direnmeye devam edecekler. Yine de sömürgeci barbarlığın yenilgisi için Filistin ve Lübnan halklarının mücadelesi yetmez; yanı sıra tüm bölge halklarının içinde yer alacağı birleşik bir direnişin geliştirilmesi gerekiyor. Ortadoğu halklarının kaderi birbirine bağlanmış durumdu. Dolayısıyla birleşik/bölgesel bir direniş geliştirilmeden sömürgecilerden kurtulma şansları bulunmuyor.