Yöneticileri saray rejimiyle “iltisaklı” olan Türk-İş Konfederasyonu, nisan ayı açlık-yoksulluk sınırı araştırmasının sonuçlarını yayınladı. Buna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması (açlık sınırı) 2.767,15 liraya ulaştı. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırında yaşayabilmesi için ise aylık 9.013,53 lira kazanması gerekirken, bekar biri için bu miktar 3.336,10 liradır.
Halen ağır işler için geçerli asgari ücret (hafif ve orta ağırlıktaki işler için oran daha düşüktür) 2 bin 825 TL’dir. Yani asgari ücret kısa süre sonra açlık sınırının altına düşecek. İşsizliğin zirve yaptığı bu dönemde asgari ücretle çalışmak, neredeyse bir ‘şans’ haline getirildi. İşsizlerin sayısındaki dramatik artışı istismar eden kapitalistler, milyonlarca kişiyi asgari ücretten de düşük bir paraya çalıştırıyorlar.
Hal böyleyken “128 milyar dolar nerede?” sorusunun altında kalan rejim, ‘fıtratına uygun’ işlerde çıtayı yükseltiyor. Perinçekçi Vatan Partisi’nin desteklediği AKP-MHP koalisyonu, yağma ve talanın kapsam alanını son sınırına kadar genişletmek için yeni adımlar atıyor. Beka sorunu yaşarken geliştirdiği yeni hamle ile artık açıkça halktan haraç toplayıp kapitalistlere aktarma sürecini başlatıyor.
“İllegal kaynaklar” olmadan ayakta duramayan rejim
Yağma ve talandan beslenen gerici-faşist rejimin çarklarının dönmesi için, ‘yasal’ kapitalist sömürüden alınan pay yeterli olmuyor. Zira böylesi rejimler farklı alanlarda kullanmak için trol, tetikçi, yandaş vb. bindirilmiş kıtlar beslemeden ayakta duramazlar. Legal sömürü kaynakları yetmeyince, illegal kaynakların oluşturulması zorunlu oluyor. Nitekim rüşvet, yolsuzluk, haraç, adam kayırma, özelleştirme adı altında talan, usulsüz ihaleler, kara para aklama ve buna benzer birçok kirli kaynak yaratılarak, rejimin çarkları bugüne kadar döndürüldü.
Tayyip Erdoğan başbakan olduğu ilk dönemlerde “Benim görevim Türkiye’yi pazarlamaktır” gibi bir laf etmişti. 19 yıldır buna uygun icraatlar yaptı. Özelleştirme adı altında kamu birikimlerinin yağmalanması ANAP hükümeti döneminde başlatıldı. Buna karşın AKP’nin başa getirildiği döneme kadar yapılan özelleştirmeler yine de sınırlı kalmıştı. Zira işçi sınıfının bu talana karşı geliştirdiği direniş, sermaye hükümetlerinin hızını kesiyordu. Pervasızlıkta sınır tanımayan AKP ise, hiçbir engele takılmadan bütün kurumları sattı. Bu yağmadan hem TÜSİAD kodamanları hem AKP’nin eteklerinde semiren talancı şirketler payını aldı. Fıtratına uygun olarak AKP şefleri de, yandaş şirketleri aracılığıyla yağmadan nasiplendiler.
Bu rejimin bir diğer illegal rant kaynağı, ülkenin dört bir yanında hazine arazilerinin TOKİ eliyle betonla kaplanmasından sağlandı. Hiçbir yasaya, kurala, denetime tabi olmayan TOKİ, bizzat AKP şefine bağlıydı. Bu alandan sağlanan rantın miktarı bilinmese de devasa boyutlarda olduğu bir sır değil. 19 yıldır ülkenin dört bir yanına batırdığı vantuzlarıyla kaynakları çekip alan AKP gericiliği, bu alanda da bir sınıra dayanmış görünüyor. Nitekim artık gündeme yerleştirilen Kanal İstanbul projesi ile devasa bir vurgun yapmayı hedefliyor. Ömrü bu projeyi uygulamaya yeterse, gerici-faşist rejimin şefleri vurgundan büyük paylar alabilecekler. Tabi rant miktarı çok büyük olduğundan, sarayın dalkavukları da yağmadan paylarını alacaklar.
Kamu taşınmazları da satılıyor
Saraydaki lüksün/şatafatın devamı için büyük kaynaklar harcanırken, rejimden beslenen asalaklar ordusu ile on binlerce cihatçının finanse edilmesi de devasa kaynaklar gerektiriyor. Son dönemde maaş almayan cihatçıların Ankara’daki efendilerini protesto ettiklerine dair haberler çıkıyor. İstanbul, Ankara gibi büyükşehir belediyelerinin sağladığı ranttan da yoksun kalan AKP-MHP rejimi, agresif bir şekilde kaynak arıyor.
Bu yöndeki son hamle Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan geldi. Geçen hafta bir açıklama yapan bu kurum, çok sayıda taşınmazı satışa çıkardığını ilan etti. Yapılan duyuruya göre satılacak taşınmazlar Ankara Sincan, Kayseri Kocasinan, İstanbul Tuzla, Erzurum Pasinler, Afyonkarahisar İhsaniye, Kahramanmaraş Göksun, Tokat Turhal’da bulunuyor.
Bu hamle ile yeni rant kaynakları sağlamaya çalışıyorlar. Kanal İstanbul projesinden büyük vurgun bekliyorlar, ancak bu henüz güvence altına alınmış değil. Rejimin ömrü projeyi gerçekleştirmeye yetmeyebilir. Ya da ciddi bir tepkiyle karşılaşarak rejimin kendisi geri adım atar ya da projeyi bir süreliğine ertelemek zorunda kalabilir. Bu durumda elde kalan son kaynak olarak kamu taşınmazlarını satacaklar. Açtıkları ihaleler alıcı bulursa, ardından yenileri de açılacaktır.
Fatura halka milyarlar şirketlere
Toplumu 18 gün boyunca evlere kapatan “yerli ve milli” iktidar işsizleri, yoksulları, geçim sıkıntısı çekenleri kendi kaderlerine terk ediyor. Bu kapanma için kaynak ya da başka bir yardım ayırmamışlar. Zira onlar için saraydaki sefahatin finansmanı, yandaşların, medyadaki tetikçilerin beslenmesi, cihatçıların maaşları gibi kalemler çok daha önceliklidir.
On milyonları sefalete sürükleyen sermaye iktidarı, buna rağmen yandaş şirketlere kıyaklar sağlamaya devam ediyor. Bu konudaki son icraatı, Elektrik Piyasası Kapasite Mekanizması Yönetmeliği Taslağı’na dayanarak şirketlere milyarlar aktarma kararı oldu.
Buna göre, “pandemi sürecinde yaşadıkları zorluklar” nedeniyle şirketlere 3 milyar TL ‘yardım’ yapılacak. Peki, iflas batağına saplanan, Merkez Bankası’nın kasalarını boşaltan gerici-faşist iktidar bu parayı nereden bulacak? Müflis bir iktidar nasıl oluyor da milyarlar dağıtabiliyor? Bunun için kestirme bir yol bulmuşlar: 3 milyarı yandaş şirketlerin kasalarına aktaracaklar, elektrik faturalarına yansıtarak da halktan tahsil edecekler. Bu arada 2018’den bu yana, yine bu aynı şirketlere toplam 5 milyar 600 milyon TL aktarılmıştır.
Perinçekçi dalkavuklar desteğindeki AKP-MHP koalisyonu, artık açık bir şekilde halkı soyup parayı şirketlere aktarmaktadır. Yani devletin gücünü kullanarak halktan haraç alıp şirketlerin kasalarını dolduruyor. Sermaye iktidarı bu ‘faturalı soygun’ rezaletine yeni başlamadı. Ama artık bunu ilan ederek yapacak kadar pervasızlaşmıştır. Belirtmek gerekiyor ki, rejimin bu küstahlığı işçilerin, emekçilerin halen sessiz olmalarından ileri geliyor. Emekçiler bu soyguncu takımının yakasına yapışana kadar, yazık ki bu çark dönmeye devam edecek…