15-16 Haziran’ın direniş ruhuyla mücadeleye!

Gelinen yerde tüm cephelerde tam bir iflası yaşayan sermaye iktidarının gerici kuşatması eninde sonunda kırılacak, işçi sınıfı mücadele sahnesinde yerini alacaktır. İşçi sınıfının saflarında biriken tepki ve hoşnutsuzluk, derinliklerindeki mayalanma er ya da geç yeni 15-16 Haziranlar’ın yolunu açacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 15 Haziran 2021
  • 10:40

Türkiye işçi sınıfının hala da aşılamamış en görkemli eylemi olan 15-16 Haziran Direnişi’nin 51. yılındayız. 15-16 Haziran, işçi sınıfının fiili meşru mücadelelerle kazandığı haklarını bir kalemde silmek için çıkartılmak istenen yasaya karşı işçilerin şanlı bir başkaldırısıdır.

‘50’li yıllarda Türkiye’de hızlanan kapitalist gelişmeye işçi sınıfının nicel olarak büyümesi eşlik etmiştir. Köylerden şehirlere yoğun bir göçün yaşandığı bu yıllar aynı zamanda Türkiye’de “sol-sosyalist” düşüncelerin de gelişip serpildiği bir dönemdir. ‘60’larda işçi sınıfı gerçekleştirdiği eylem, direniş ve grevlerle nitel gelişimini de sürdürmüştür. ‘60’lardaki mücadele süreçlerinde önemli dönüm noktaları vardır. Bunlardan ilki Aralık 1961’de gerçekleşen Saraçhane Mitingi’dir. Yaklaşık 100 bin işçinin katılımı ile o güne kadarki en kitlesel eylem olan bu mitingde TİS ve grev hakkı temel talepler olarak öne çıkmıştır. İki yıl sonrasında işçi sınıfının Kavel greviyle verdiği militan mücadeleyle grev ve toplu sözleşme hakkı kazanılmıştır. Sonraki yıllarda işçi sınıfının eylemleri artarak sürmüştür. ‘64’te Bereç, ‘65’te Zonguldak, ‘66’da Paşabahçe direniş ve grevleri, dönemin en önemli eylemlilikleri olmuştur.

Paşabahçe grevi, Türkiye işçi sınıfı tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Grevin Türk-İş bürokratlarının açık ihanetçi tutumuyla karşılaşması, giderek sınıf içinde ayrı bir sendikal yapının örgütlenmesinin önünü açmıştır. Türk-İş içinde tartışmalar ve ayrışmalar başlamış, sonuçta 1967’de DİSK kurulmuştur.

DİSK “devrimci” ve “sosyalist” bir çizgide yürüyeceğini ilan etse de, Kemalizme ve 27 Mayıs anayasasına bağlılık, kapitalist olmayan yoldan kalkınma anlayışı vb., onun sınırlarını anlatmaktadır. Ancak bu çizgiye rağmen işçi sınıfının DİSK çatısı altındaki eylemleri politik bir içerik de kazanarak sürmüştür. Öyle ki fabrika işgalleri 68-70’ döneminde önemli eylem biçimlerinden biridir. 1964’te 6.600 olan grevci sayısı, 1966’da 10.400’e, 1969’da ise 123.190’a ulaşmıştır. İşçi eylemlerinin %43’ü ücret ve sosyal haklar içindir. Yanı sıra, başka fabrikalardaki işçilerin desteklenmesi için, lokavtlara karşı, işten atılan işçilerle dayanışma amacıyla, sarı sendikalara karşı DİSK’te örgütlenmek için, anti-demokratik iş kanununa karşı vb., siyasal amaçlarla birçok eylem ve grev gerçekleştirilmiştir.

Tüm bunlar, 15-16 Haziran Direnişi’nin, işçi sınıfının yılları bulan mücadele birikiminin ürünü olduğunu göstermiştir. Bu mücadelelerin kazanımlarına yönelik saldırıya verdiği eylemli tepkidir.

‘60’lı yıllarda politik bir nitelik de kazanmaya başlayan işçi sınıfının eylemleri, burjuvazide ciddi kaygılar yaratmıştır. O dönemde 274 ve 275 sayılı yasalarda yapılmak istenen değişiklikler, sadece DİSK’i kapatmaya dönük bir hamle değil, işçi sınıfının bağımsız örgütlenme eğilimine ve mücadele kapasitesine vurulmak istenen bir kettir. Bu yüzden saldırıya karşı sadece DİSK üyesi işçiler değil, Türk-İş üyesi işçilerin de katılımı yoğun olmuştur.

DİSK bürokratları meclisin kapılarını aşındırarak yasanın geri çekilmesine çalışırken, fabrikalarda da “anayasal direniş komiteleri” oluşturulmaya başlanmıştır. Sendika bürokratlarının girişimlerinin boşa düşmesi sonucu “eylem” artık tek seçenektir. 14 Haziran’da DİSK Başkanı Kemal Türkler’in de katıldığı, Merter’de Lastik-İş binasında 600-700 işçinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirilir. Öncü işçilerin konuşmaları, saldırıyı nasıl kavradıklarını yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. İşçiler, saldırıya karşı sonuna kadar mücadele edeceklerini, şalter indirme, yürüyüşler gerçekleştirme, eylemlerde gözaltına alınan işçilerin geri alınması için karakolları basma gibi önerilerde bulunurlar. Toplantı sonunda Kemal Türkler’in önerileri toparlayan konuşması, sorumluluğun işyeri temsilcileri ve öncü işçilerin inisiyatifine bırakıldığını göstermektedir. Kuşkusuz bunun gerisinde, direnişin bu düzeye, militan bir işçi kalkışmasına ulaşabileceğinin öngörülememiş olması vardır.

İki gün boyunca İstanbul sokakları zapt edildi!

Direnişin ilk günü İstanbul, Gebze ve Kocaeli’nde gerçekleşen yürüyüşlere 70 bini aşkın işçi katıldı. Topkapı’da iki işçinin gözaltına alınması üzerine Eyüp polis karakolu önünde yapılan eylem sayesinde işçiler serbest bırakıldı. 15 Haziran’da 113 işyeri direnişe katıldı.

16 Haziran’da eylemler daha da büyüdü. 150 bine yakın işçi direnişe katıldı. Eylemlere Türk-İş üyesi işçilerin katılımı da yoğundu. İstanbul’da köprüler açıldı, asker ve polis barikatları kuruldu. Kolluk güçleriyle girişilen çatışmalarda barikatlar aşıldı. Kararlı bir işçi selinin önünde hiçbir gücün duramayacağı görüldü. Çatışmalarda üç işçi yaşamını yitirdi.

Kendilerini aşan sınıfın direnişini bitirmek için kolları sıvayan DİSK bürokrasisinin başı Kemal Türkler, radyodan yaptığı konuşmada, Türk ordusuna övgüler yağdırdı ve direnişin sonlandırılması çağrısı yaptı.

Sonrasında sıkıyönetim ilan edildi. İşçilere 17 Haziran’da askeri birliklerce kuşatılmış fabrikalarda işbaşı yaptırıldı. Bazı fabrikalar bu büyük kalkışmayı, iş yavaşlatma, durdurma gibi yöntemlerle bir süre daha devam ettirdiler. Direnişin bitirilmesi için elinden geleni yapan DİSK bürokrasisinden de güç alan sermaye devleti, sınıfa yönelik saldırıları tırmandırdı. Birçok öncü işçi işten atıldı, tutuklandı, sendika binaları basıldı. Ancak sonuçta yasayı geri çekmek zorunda kaldılar.

Burjuvazinin estirdiği terör, direnişin sendika bürokratlarında yarattığı korkunun sendikal mücadeleye olumsuz etkisi, 12 Mart darbesi vb., işçi sınıfının ilerleyişini durduramadı. ‘70’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefette çok önemli bir yer tutan işçi sınıfı, DGM Boykotları, Taksim 1 Mayıs’ı, MESS grevleri, faşizme ihtar eylemleri, Tariş grevi gibi eylem ve direnişlerle gelişimini sürdürdü. DİSK çatısı altında yürütülen bu mücadele DİSK’in başındakilerin ufkuna sığmasa da onu aşacak devrimci bir yola da girilemedi. 15-16 Haziran başkaldırısının intikamını almak için burjuvazi 12 Eylül ’80 askeri faşist darbesini beklemek zorunda kaldı. Öyle ki yargılamalarda DİSK yöneticileri 15-16 Haziran Direnişi’nden dolayı da suçlandılar.

15-16 Haziran’da devrimci bir önderlikten yoksunluğuna rağmen şanlı bir başkaldırıyı gerçekleştiren işçi sınıfı gücünü dosta düşmana göstermiştir.

51 yıl sonrasına, bugünün Türkiye’sine baktığımızda, işçi sınıfı nicel olarak çok daha gelişmiştir. Ancak sınıf hareketi çok gerilemiş durumdadır ve kapsamlı saldırılarla yüz yüzedir. İşçi sınıfının mücadelelerle kazandığı birçok hakkı gasp edilmiştir. Çok yönlü bir kuşatılmışlığı yaşamakta, sömürü alabildiğine katmerlenmiş bulunmaktadır. Gelinen yerde açlık ile ölüm ikilemi arasında kalan bir işçi sınıfı ile karşı karşıyayız.

Yanı sıra, ortaya saçılan pisliklerle ayyuka çıkan kirli ilişkiler, çeteleşen ve mafyalaşan bir devlet, yolsuzluk, yağma, talan üzerine kurulu çürümüş bir düzen gerçekliği karşımızda duruyor.

Sendikal bürokrasi ile burjuvazinin ideolojik saldırıları ise sınıfın bağımsız devrimci sınıf tutumunu geliştirmesinin önündeki en büyük engelleri olmayı sürdürüyor.

Bugün işçi sınıfının mücadelesi geçmişle kıyaslanamayacak bir gerilemeyle yüz yüze olsa da, toplumun diğer ezilen kesimlerinin de öfkesini arkasına alarak, gerici faşist AKP-MHP iktidarını ve sermayenin diktatörlüğünü devirebilecek biricik güç odur. Bugünkü durum geçicidir. Henüz sınırlı da olsa yerel işçi direnişleri, eylemleri ve örgütlenme girişimleri bir çıkış arayışını anlatmaktadır. Gelinen yerde tüm cephelerde tam bir iflası yaşayan sermaye iktidarının gerici kuşatması eninde sonunda kırılacak, işçi sınıfı mücadele sahnesinde yerini alacaktır. İşçi sınıfının saflarında biriken tepki ve hoşnutsuzluk, derinliklerindeki mayalanma er ya da geç yeni 15-16 Haziranlar’ın yolunu açacaktır.

Bu süreci hızlandırabilmek için sınıfa etkin ve çok yönlü bir müdahale, 15-16 Haziran’ın direniş ruhunu işçi sınıfına taşıma görev ve sorumluluğu önümüzde durmaktadır.