Eğitimin her kademesine ulaşabilmek en temel insani haklardan birisidir. Bunun içim eğitimin daha yaygın ve ulaşılabilir olması gerekir. Ancak kapitalizmde bu hak gasp edilmekle birlikte toplumun çıkarlarından çok uzak, yalnızca sermaye ve onun devletinin çıkarları için şekillendirilmektedir. Örneğin ilk ve orta öğretimde yaygın olan okul biçimini imam hatipler oluştururken, fen ve anadolu liselerine eğitimde en az bütçe ayrılmaktadır. Eğitime ayrılan bütçede “aslan payının” imam hatiplere ayrılması da iktidarın kendi dinci-gerici ideolojisi ekseninde bu alanı şekillendirdiğinin bir göstergesidir.
2008 yılında Tayyip Erdoğan’ın “her ile bir üniversite” demesinin ardından adeta pıtrak gibi çoğalan üniversitelerin açılışlarına şahit olduk. 1923’ten sonraki 80 yılda 77 üniversite açılırken (1923-2003) son 15 yılda 129 üniversite açıldı (2003-2018), 2021 yılında ise faal olan üniversite sayısının 209'a ulaştığını görüyoruz. Bunlardan 131'i devlet üniversitesiyken, 78'i vakıf üniversitesi olarak kurulmuştur.
Bugün gelinen yerde “her ile bir üniversite” uygulaması kocaman bir skandala dönüşmüş durumdadır. Yükseköğrenime geçiş sınavlarının ardından neredeyse her senenin ortak bir tablosu var artık: Boş kalan üniversite kontenjanları. Pandemi sürecinde eğitimde yaşanan “olumsuzluklar” gerekçe gösterilerek 2020 yılında gerçekleştirilen YKS'de 280 olan baraj puanı 170'e düşürülmüştü. Aynı uygulamaya bu sene de devam edildi. Bu sene ayrıca Tayyip Erdoğan bir açıklama yaparak YKS tercih sürecinde ilave bir ek yerleştirme yapılacağını ve bu ek yerleştirmede baraj puanının TYT’de 140, AYT ve YDT'de 170 olarak uygulanacağını açıkladı. Ancak sermaye devletinin tüm bu çabaları nafile kaldı. Bu sene Bin 300’e yakın bölüme yerleşen kişi sayısı 10’un altında. 169 bölüm ise kimse tarafından tercih edilmedi. Mühendislik, mimarlık, felsefe, moleküler biyoloji ve genetik gibi bölümler ise en az tercih edilen bölümler arasında yer aldı... Ayrıca küçük sayılan kentlerdeki üniversiteler de tercih edilmedi. Adıyaman, Amasya, Iğdır, Ardahan gibi illerde kontenjanların büyük bir kısmı dolmadı. 9 vakıf üniversitesi kontenjanın yarısı bile doldurulamadı. Toplam boş kontenjan sayısı ise 195 bin 304. Geçen sene ve ondan da önceki senelerde de tablolar neredeyse hiç değişmedi. Mesela 2020 yılında 15 ve üzerinde kontenjanı bulunan 143 bölüme yerleşen kişi sayısı 5 ve altında kalmıştı. Çoğunluğu mühendislik bölümleri olan bu bölümlerin 20’si ise hiç kimse tarafından tercih edilmemişti.
“Her ile bir üniversite” her ile bir yandaş kadro!
2002 yılından bu yana üniversite sayıları hızla arttırıldı ancak bu tablo ile orantılı olarak eğitimde yaşanan niteliksizlik de artmış oldu. Üstelik bu niteliksizlik çok boyutlu bir anlamda arttı.
Üniversiteler AKP iktidarının “kültürel egemenlik” hedefiyle teslim almaya çalıştığı yerlerin başını çekmektedir. AKP iktidarı üniversiteleri sermayedarların ve tarikatların arka bahçeleri haline getirerek, dinci-gerici ideolojik zehrini yayarak, kendi gerici kadrolarını yerleştirerek gençliği teslim almaya yönelik türlü saldırıları hayata geçiriyor. Özellikle AKP döneminde açılmış olan taşra ve apartman olarak adlandırılan üniversitelerde ise bu saldırıları daha yalın görebiliyoruz. Bu üniversiteler adeta eş, dost, akraba, yandaş ve kayyım üniversiteleri haline getirildi. Rektörleri tepeden atama yetkisini tek elinde toplayan Tayyip Erdoğan'ın üniversitelere atadığı rektörlerin hiç değişmeyen kimlik özellikleri bulunuyor. Bir dönem AKP'nin mutlaka bir alanında faaliyet yürütmüş olan bu isimlerin azımsanmayacak kadar büyük bir kısmı, bilim ve akademi ile hiçbir alakalarının bulunmadığı gibi, “ısmarlama” makalelerinde yaptıkları intihaller ile tanınıyorlar. Bu rektörlerin büyük bir kısmının aynı zamanda cemaat-tarikat uzantısı vakıflar, sermayedarlar ya da her iki taraf ile yakınlıkları bulunuyor.
Tepeden atanan yandaş rektörler ya da dekanlar bulundukları üniversiteleri yine kendileri gibi yandaşlar ile doldurabilmek için kişiye özel ilanlar yayınlıyor. Örneğin yakın zamanda Harran Üniversitesi’nin Birecik Meslek Yüksekokulu Pazarlama ve Reklamcılık Bölümü Halkla İlişkiler ve Tanıtım programında açılan öğretim üyesi kadrosuna, Eğitim Fakültesi Dekanı Burhan Akpınar’ın kızı Esra Nur Akpınar’ın girebilmesi için “mobbing üzerine çalışma yapmış olma” şartı getirilmişti. Bunun gibi sayısız örnek sıralamak mümkün.
Ayrıca ilerici-muhalif akademisyenlerin üniversite kadrolarından KHK'lar ile tasfiye edilmelerinin ardından daha sık karşılaştığımız “vekaleten görevlendirme” uygulaması gelinen noktada tüm yetkileri tek kişinin elinde toplamanın bir kılıfı haline getirilmiş durumda. Örneğin yandaş Nihat Hatipoğlu, kayyım rektör olarak atandığı Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nde, Tıp, Güzel Sanatlar ve Mimarlık, İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler ile İslami İlimler fakültelerinin dekanlıklarını vekâleten yürütüyor. Yine bu konuda da sayısız örnek sıralamak mümkünüdür.
“Her ile bir üniversite” öte yandan gençliğe de hiçbir gelecek sunamıyor. Sayıları sürekli artan üniversiteler, üniversitelere açılan yeni fakülteler ve bölümlere orantılı olarak mezunlara iş alanında istihdam sağlanamıyor. Bu durum, milyonlarca diplomalı işsizler gerçeğini yaratıyor, iş bulabilen azınlık kesimin büyük bir kısmı ise mezun olduğu/yetkinleştiği alanda iş sahibi olamıyor. Kısacası sermaye devleti tarafından şekillendirilen üniversitelerin bir diğer işlevi de işsizlik oranlarını ertelemeye yarıyor. Zira gençler resmi rakamlar üzerinden işsizler ordusuna 2 ya da 4 sene gecikmeli olarak katılıyor.
Tüm bu veriler bizlere tek bir gerçekliği göstermektedir, bu düzenin eğitim sistemi tepeden tırnağa çöküş yaşamaktadır. Pandemi sürecinde tüm imkansızlıklara rağmen okumaya çalışan öğrenciler barajın altında kalmamıştır, gerçekte barajın altında kalan bu çürümüş sistemin kendisidir. Üniversite yerleştirme sonuçları bir kez daha iktidarın eğitim politikalarının çöktüğünü gözler önüne sermiştir.
M. Nevra