Tayland’da temmuz ayında Başbakan Prayuth Chan-ocha’nın görevden alınması ve kraliyet ailesinin yetkilerinin sınırlandırılması talepleri ile başlayan eylemler hız kesmeden sürüyor. “Kahrolsun diktatörlük, yaşasın demokrasi!” şiarları ülkede 77 şehrin 55’inde karşılık bulmuş durumda. Protestolar Prayuth Chan-ocha’nın başbakanlığındaki hükümeti zor durumda bırakıyor.
Sürecin öncesinde neler yaşandı?
Aralık 2019’da ülkede cunta gölgesinde genel seçimler gerçekleşti. Seçimlerin ardından, cunta lideri General Prayuth Chan-ocha’ı seçilmiş bir başbakan olarak iktidarda tutabilmek için her türlü hile, manipülasyon ve anti demokratik uygulamalara başvuruldu.
Ülkenin ikinci büyük muhalefet partisi olan FFP (Gelecek İleride Partisi) ise seçimlerin ardından düzmece iddialarla kapatıldı, 16 milletvekiline siyaset yasağı getirildi, meclisten ihraç edildi. Oysa Thanathorn Juangroongruangkit liderliğindeki FFP, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti, emeklilik sisteminin iyileştirilmesi, asgari ücretin yükseltilmesi, 40 saatlik iş haftası, adil vergi sistemi, cunta anayasasının değiştirilmesi, demokratik reformlar gibi vaatlerle emekçilerin, özellikle de gençlik kitlelerinin büyük desteğini kazanmıştı.
12 darbenin yaşandığı Tayland
Tayland’da 1932 yılında ordudaki subayların ve Halk Partisi’nde örgütlenmiş burjuvazinin gerçekleştirdikleri kansız bir darbeyle mutlak monarşiden parlamenter monarşiye geçildi. Ama ordunun siyasi etkisi nedeniyle, parlamento bazen etkisiz kaldı.
1997 yılında Asya’yı etkisi altına alan ekonomik kriz Tayland’ı da vurdu. Tayland işçi ve emekçileri, yoksul halkı hayat pahalılığı, vergiler ve borç yükünün altında ezilmekteydi. 1998’de Taksin Şinavatra’nın liderliğinde kurulan Thai Rak Thai (Taylandlı Taylandlıyı Sever) Partisi kendilerine reform vaat ederek umut olmuştu. Kitleler 2001’de Şinavatra’yı iktidara taşıdılar. Devlet kaynaklarını yoksulların da yararlandığı reformlar için kullanan milyarder ve eski polis olan Şinavatra, burjuvazinin diğer kanatlarının tepkilerini de çekti. Sermayenin desteklediği ordu, Ekim 2006’da Şinavatra’nın yurtdışında bulunduğu esnada darbe yaptı ve yönetimi ele aldı. Şinavatra yolsuzlukla suçlandı ve sürgünde kaldı.
2006 yılındaki askeri darbe toplumundaki burjuva temeldeki siyasi kutuplaşmayı derinleştirdi ve keskinleştirdi. Şinavatra “Kırmızı Gömlekliler” olarak adlandırılan kırsal kesimi, ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki yoksulları arkasına aldı. Şinavatra’nın karşısında ise PAD (Halk İktidarı Partisi) içerisinde örgütlenen burjuva kutupta güneydeki geleneksel gerici elit kesimler, monarşi yanlıları, bürokratlar, subaylar vb. yer alıyordu.
Darbenin ardından gerçekleşen seçimleri bir kez daha sürgünde olan Taksin Şinavatra yanlısı parti kazandı. Şinavatra karşıtlarının birleştiği Halk İktidarı Partisi taraftarı Sarı Gömlekliler’in gösterileri ve eylemleri sonucunda Başbakan Samak Sundarajev görevden alındı ve yerine Abhisit Vejjajiva getirildi. Bu kez Kırmızı Gömlekliler sokaklara çıktı, uzunca süren eylemlerde Bangkok’u işgal ettiler. Böylesi bir süreçte 2011 seçimleri gerçekleşti ve Şinavatra’nın temsil ettiği burjuva kutup bir kez daha seçimlerden galip çıktı ve Şinavatra’nın kız kardeşi Yinglunk Şinavatra başbakan oldu. 2013’ün sonlarına doğru parlamentonun alt kanadının feshedilmesini bahane eden Sarı Gömlekliler yeniden gösterilere başladılar. Yinglunk Şinavatra, 7 Mayıs 2014’te Anayasa Mahkemesi tarafından yetkisini kötüye kullanmaktan suçlu bulunarak başbakanlık görevinden alındı.
22 Mayıs 2014 tarihinde General Prayuth Chan-ocha’nın yönetimindeki ordu, yönetime el koydu. Bu Tayland’da gerçekleşen 12. Darbe oldu. Başbakanın atadığı 220 üyeli Ulusal Yasama Meclisi göreve başladı. Prayut kendisinin atadığı komiteye yeni bir anayasa hazırlattı ve 2019’da katılımın düşük olduğu bir referandumla yeni anayasa kabul edildi. Bu, ilk darbeden bugüne kadar kabul edilen 21. anayasa oldu.
Tüm toplumda eleştirel sesler susturuldu. Toplumun ilericileri uzun yıllar cezaevlerinde hapsedildi. İnsan hakları ihlalleri arttı, en küçük muhalefet bile suç kabul edildi. Hükümeti ve kralı eleştirenler sürgüne gönderildi. Muhalifler yurtdışında da saldırıya uğradı veya öldürüldü. Toplumdaki siyasi kutuplaşma giderek derinleşti. 2019 seçimleri de şaibelere ve büyük tartışmalara neden oldu.
Son olarak FFP’nin kapatılması toplumda büyük bir tepki ve öfkeye yol açtı. 14 Aralık 2019’da binlerce kişi sokaklara çıkarak kararı protesto etti. 2020 Mart ayında salgın nedeniyle yasaklanan protesto eylemleri temmuz ayında yeniden canlandı ve birkaç gün içinde tüm ülkeye yayıldı, kitleselleşti.
Gösteriler yayılıyor...
18 Temmuz’da Bangkok’ta toplanan “Özgür Gençlik” adlı grup, hükümetten parlamentonun feshedilmesi, anayasal reform ve muhaliflere karşı baskıların son bulmasını talep etti. Protestocuların “üç talep”i geniş kitleler tarafından sahiplenildi.
3 Ağustos’ta toplanan bir grup, ülke tarihinde ilk defa Tayland kralını eleştirerek, monarşi reformu istedi. Kraliyet ailesinin dokunulmazlığının ve eleştirilebilmesinin önündeki yasakların kaldırılması, monarşinin politik görüşünü açıklamasının yasaklanması, kraliyet bütçesinin ülkenin ekonomik şartlarına göre belirlenmesi gibi “10 Talep” dile getirildi.
Prayuth Chan-ocha monarşinin tartışılmasına izin verilemeyeceğini söyleyerek, 30’a yakın gençlik liderini tutuklattı, yüzlerce web sitesi ve sosyal medya hesabı kapatıldı.
Fakat monarşiyi eleştiren protestolar büyüyerek devam etti. 10 Ağustos’ta Bangkok’ta üniversite öğrencileri, Tayland kralını eleştirenlere hapis cezası veren “Krala ihanet yasasının” kaldırılması talebinde bulundu. (Tayland’da monarşiye yönelik eleştiriler “krala hakaret” sayılıyor ve 15 yıl hapisle cezalandırılıyor.) 6 gün sonra yaklaşık 10 bin kişilik bir grup, Bangkok’taki Demokrasi Anıtı etrafında toplanarak “monarşi reformu” çağrısını sürdürdü.
Bazı sendikalar açıklama yaparak gösterilerde yer alacaklarını açıkladılar. Kırmızı gömlekliler de protestolara katılmaya başladı. Cuntacı iktidar partisi ise göstericilerin önünü polis ve her zaman yaptığı gibi sarı gömleklilerle kesmeye çalışıyor.
Eylülden itibaren daha da kalabalıklaşan protestolar diğer şehirlere de taşındı. 2006 darbesinin yıldönümü olan 19 Eylül 2020’de ülke çapında 2014’ten bu yana yaşanan en kitlesel protestolar yaşandı. Gösterilere 50 bin kişi katıldı.
Bir sonraki büyük gösteri 1973’te ülkede öğrencilerin kitlesel bir demokrasi hareketini başlattıkları ve bu hareketin, askeri diktatörlüğü devirdiği gün olan 14 Ekim’de gerçekleşti. “Eylemciler, polis barikatlarını aşarak hükümet binasını kuşattılar. “Prayut istifa!” şiarları atan göstericiler polisin azgın saldırısına rağmen geri çekilmediler.
Protestoların ardından hükümet, 15 Ekim’de Bangkok’ta OHAL ilan ederek 5’ten fazla kişinin toplanmasını yasaklamıştı. Protestocular bu kararı dinlemeyerek aynı gece Bangkok’ta yürüyüş yapmış, polis barikatlarını aşarak Başbakanlık binasına yürümüştü. Hükümet, 22 Ekim’de protestoların basıncı altında OHAL kararını kaldırmak zorunda kaldı.
Eylemlerde gençlik hareketinin rolü
Tayland Öğrenci Federasyonu eylemlerde aktif bir role sahip. Liselilerin de eylemlere dahil olmasıyla eylemci yaşı 14’e düştü. “Kötü öğrenciler” gibi gruplar, okullardaki otoriter sisteme karşı çıkıyor, protestolara katılıyorlar. Eylemlere genç kızların da katılımı oldukça yüksek. Bu, ülkede çok sık rastlanmayan bir durum.
Eylemciler yaratıcı protesto biçimleri ve simgeler kullanıyorlar. Polisin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla saldırısına karşı sarı (kraliyetin rengi) şişme lastik ördekler taşıyan göstericiler, kimi zaman ise sosyal medya üzerinden örgütledikleri “flash-mob” eylemlerle, çevrimiçi platformlarda tepkilerini ortaya koydukları bir ‘like’, bir retweet veya hashtag oluşturmak gibi eylemleri birleştiriyorlar. Harry Potter ve Açlık Oyunları temalarını sokaklara taşıyorlar. “Açlık Oyunları” filminde ezilen işçi kitlelerinin yozlaşmış ve acımasız bir elite karşı kararlı duruşunu ifade eden “üç parmak işareti” direnişin sembolü haline geldi. Nitekim ekim ayındaki gösterilerde eylemcilerin limuzinle yakınlarından geçen kraliçeye üç parmak işareti yapmaları ve slogan atmalarının ardından Prayuth Chan-ocha, OHAL ilan ederek, beşten fazla kişinin bir araya gelmesini yasakladı. Ne var ki hemen ertesi gün iki bin kişi tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılması talebiyle gösteri yaptı.
Eylemler ve işçi sınıfı
Covid-19 salgını ve kapanma, büyük ölçüde turizme dayanan ekonomiye sahip Tayland’da milyonlarca kişinin yaşamını zorlaştırdı. İşsizler ordusuna her gün yenileri ekleniyor. Nüfusun yüzde 10’unu yoksulluk içinde yaşıyor. Kitleler borç batağında yüzüyor. Diğer taraftan sarayın bütçesine milyarlarca dolar akıyor. Bu, emekçi yoksul kitlelerde, özellikle gençler arasında hükümete ve monarşiye duyulan öfkeyi daha da büyütüyor.
Tüm ülkeye yayılan eylemler kitleselleşerek sürüyor. Eylemlere büyük ölçüde gençlik önderlik ediyor. Ülkede sermayenin hükümetine ve monarşiye karşı başkaldıran protesto hareketi şu ana değin saldırılar karşısında geri çekilmeyerek, bir kararlılık ve istikrarlı duruş sergilemeyi sürdürüyor.
Hareketin ufku ve varabileceği sınırların yanı sıra handikapları da var. Hareket özellikle düzen sınırları içinde tutulmaya, radikalleşmemesi için dizginlenmeye çalışılıyor. En ufak muhalefetin ağır cezalara çarptırıldığı ülkede, geniş kitleler nezdinde henüz korku duvarı tam aşılmış değil. Sermaye iktidarı hareketi dizginleyemediği koşullarda yeni bir askeri darbeye başvurabilir, sokak hareketini ezmeye çalışabilir.
Bunu engelleyebilecek tek güç ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı bugüne değin bazı fabrikalarda iş bırakmış, eylemlerde yer almış olsa da yazık ki şu ana değin harekete anlamlı ve aktif bir destek vermiş değil. Yani henüz sınıf kimliği ile ortaya çıkarak üretimden gelen gücünü kullanmış değil. Ekim ayında genel grev çağrısının işçi sınıfının içinde geniş bir karşılık bulmaması da bunu açıkça gösteriyor. İşçi sınıfı ancak örgütlü olduğu koşullarda ekonomik ve demokratik sorunları kökten çözmek için kendi rolünü üstlenebilir ve kendi sözünü söyleyebilir.