Aylardan beridir Belarus ile Avrupa Birliği üyesi Polonya sınırında ağır bir insanlık trajedisi yaşanıyor. NATO ve Batılı emperyalistlerin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da sergilediği barbarlığın sonucu olarak yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalan çaresiz insanlar, başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine geçmek için Polonya sınırına akıyor. Polonya, AB’yi sınırlarını kararlı bir şekilde korumaya çağırıyor. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki “Eğer şimdi binlerce göçmeni uzak tutamazsak, yakında Avrupa’ya yüz binlerce, milyonlarca insan gelecek.” sözleriyle şeflerini uyarıyor. “Her gece ve her gün binlerce kişi denemesine rağmen, pek kimse geçmiyor.” diye “başarısıyla” övünüyor. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu binlerce mülteci, sınır bölgesindeki ormanlarda ve bataklıklarda yiyecek, içecek, barınma ve tıbbi bakımdan yoksun yaşıyor. Dondurucu soğukta birçoğunun çadırı ve battaniyesi bile yok.
Şimdiye kadar en az on kişinin soğuktan ve açlıktan öldüğü koşullar düşünüldüğünde gerçek sayının çok daha yüksek olması kuvvetle muhtemeldir. Polonya hükümeti olağanüstü hal ilan edip, mülteci yardım kuruluşlarının ve avukatların alana girmesini yasaklayarak, mültecilerin korkunç durumu hakkındaki çok az bilginin dahi kamuoyuna ulaşmasını engelleme yoluna gitmektedir. Buna rağmen ormanda veya nehirlerde çok sayıda mülteci cesedinin görüldüğü, bölgenin sakinlerince ve kimi gazetecilerle söylenmektedir. Sınırda yaşanan dehşet tablosu ise Nazi kamplarındaki vahşetle kıyaslanıyor. Çin’e, Rusya’ya ve diğer rakiplerine saldırdıklarında başvurmayı pek sevdikleri o “Batılı değerlerin” nasıl yerlerde süründüğü insanlık tarafından dehşetle izleniyor. “Batılı değerlerin” üzerindeki cila kaldırıldığında, emperyalist acımasızlığın gerçeği, Polonya sınırındaki trajik tablo üzerinden de yansıyor.
Avrupalı emperyalist şefler ve onların müttefikleri Belarus ve Rusya’yı Avrupa Birliği’ne ve ABD’ye karşı bir “Hibrit saldırı” düzenlemekle ve NATO sınırlarını istikrarsızlaştırmakla, bunun için de mültecileri silah olarak kullanmakla suçluyorlar. İddia ettikleri “hibrit saldırısını” “bölge için en büyük güvenlik riski” olarak nitelendiriyorlar. Neden oldukları mülteci dramının, AB’nin istikrar ve güvenliği için bir tehdit oluşturduğunu iddia edebiliyorlar. Bu bahanelerle Polonya-Belarus sınırına on binlerce asker ve güvenlik gücü yerleştirmiş bulunuyorlar. Mülteciler üzerinden ileri sürülen bu “kıyamet” propagandasının gerisinde aynı zamanda NATO ve AB’nin, Rusya’ya karşı sistematik olarak sürdürdüğü kuşatmayı devam ettirme gerçeği de vardır. Şimdi de mülteciler kullanılarak Belarus ve Rusya üzerindeki baskıyı artırmak istiyorlar. Rusya ve Belarus ise Polonya sınır muhafızlarını mültecilere karşı insanlık dışı davranışlar sergilemek gerçeğiyle ve Polonya’yla birlikte AB’yi de mülteci krizinin sorumluluğunu taşımakla suçlamaktadır.
ABD de Polonya sınırındaki mülteci krizi nedeniyle Belarus’a yönelik yeni yaptırımlar açıkladı. Minsk’teki “insanlık dışı” eylemler karşısındaki cezai tedbirlerin, AB’li ortaklarıyla birlikte hazırlanacağını duyurdu. Dışişleri Bakanı Price, Lukaşenko liderliğinin “demokrasi, insan hakları ve uluslararası normlara yönelik sürekli saldırılarından” sorumlu tutulması gerektiğini de belirtti. Price, “Savunmasız insanları kalpsizce istismar etmelerini ve zorlamalarını ve sınırlardan yasadışı mülteci akışına yönelik insanlık dışı desteği kınıyoruz.” derken aslında tamı tamına kendi ülkesini de anlatmış oldu. Çünkü onun ülkesinin, yani ABD’nin tarihi, savunmasız insanları kalpsizce istismar etme, katletme ve yer kürenin hemen her bir köşesini insanlarla birlikte kana ve ateşe boğma tarihidir
Yaşanan insanlık trajedisinin sorumluluğu emperyalistlere aittir
Polonya ve Beyaz Rusya arasındaki sınırda mültecilerin yaşadığı korkunç acılarının tüm sorumluluğu Polonya hükümetinin yanı sıra, ABD ve AB’ye aittir. ABD, NATO ve AB’li emperyalistler, yürüttükleri savaş ve saldırganlıklarla, kışkırtıp destekledikleri iç savaş ve boğazlaşmalarla, yağma ve talanla yıkıma uğrattıkları ülke halklarının yaşamını cehenneme çevirdiler. Milyonlarcasını katledip on milyonlarcasını yurtlarından koparıp, açlığa, konutsuzluğa, sağlık hizmetlerinden yoksunluğa mahkum ettiler. Bu barbarlığı sergileyenler ve on yıllar boyunca Doğu ve Batı Berlin arasındaki “utanç duvarı” üzerine sosyalizmi karalama yoluna gidenler, şimdi kendi sınırlarını ölüme ve açlığa terk ettikleri insanlardan korumak için neredeyse dünyanın her yerinde kilometrelerce uzunluğunda aşılamayan tel örgüler, beton ve çelikten “utanç duvarları” örüyor, sınırlara ordularını yığıyorlar.
Emperyalist müdahalelerin ve izledikleri rejim değişikliği politikasının doğrudan sonucu olarak harabeye çevirdikleri Irak, Suriye, Libya, Yemen ve diğer savaş bölgelerinden kaçarak sınıra yığılan binlerce mülteciye karşı “terörist” suçlaması da dahil olmak üzere mide bulandırıcı bir karalama kampanyası yürütüyorlar. Varşova, Berlin ve Brüksel’den yapılan açıklamalara ve yürütülen kara propagandaya bakılınca, sanki bataklık ormanlık alanda yiyecek, barınak, temiz su ve tıbbi yardım olmadan, dondurucu soğukta aralarında hamile olanlar da dahil kadın, çocuk ve hasta insanların bulunduğu sınırda haftalardır mahsur kalan çaresiz insanlar değil de Avrupa’yı kuşatan bir barbarlar ordusu hakkında konuşuluyor. Konuşmanın da ötesinde, AB ve Polonya hükümeti mültecilere acımasız bir zalimlikle davranıyor.
Bunun yanı sıra mülteci sorununu kendi iç politikalarında bir araç olarak kullanmaktan da hiç vazgeçmiyorlar. Avrupa metropollerinde büyüyen yoksulluğun, artan işsizlik ve sosyal sorunların, derinleşen sosyal uçurumun emekçilerde yarattığı hoşnutsuzluk ve tepkinin kendilerine yönelmesini “mülteci sorunu” kalkanıyla engellemek istiyorlar. Emperyalist burjuvazi, bu çerçevede göçmenleri, milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığını körüklemenin imkanına çevirerek, toplumda alttan alta biriken öfkeyi yabancılara ve mültecilere yönlendirme çabasını eksik etmiyor. Göçmenleri “Avrupa için en büyük güvenlik riski” olarak nitelendirmeleri de bunun bir ürünüdür.
Mülteci sorunu ağırlaşarak devam edecek
Polonya ve Belarus arasındaki sınırda mahsur kalan mültecilerin durumu giderek daha dramatik hale geliyor. Cenevre Mülteci Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki uluslararası yükümlülüklere rağmen, Polonya makamları mültecilerin sığınma başvurularını kabul etmeyi bile reddediyor. Böylece mülteciler temel haklarından mahrum bırakılıyor, yasadışı şekilde geri gönderiliyor, insanlık dışı muameleye maruz bırakılıyor, açlığa, dondurucu soğuğa ve barınaksızlığa, sağlık imkanlarından yoksunluğa terk edilerek ölüme itiliyorlar. Polonyalı yetkililerin mültecilere yönelik bu barbar politikası, Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin tam desteğine sahip. Çünkü, AB kendisini “mültecilerin işgalinden”, Belarus ve Rus “saldırganlığı”ndan korumaya adamış durumda
Polonya-Belarus sınırında, Yunanistan ve Türkiye kamplarında, Hırvatistan-Bosna sınırında, Afrika ülkelerinden gelen göçmenlerin yaşadığı Kanarya Adaları’nda, Avrupa merkezlerinde, Yemen, Suriye ve daha nice ülkelerdeki kamplarda kapatıldıkları derme çatma barakalarda ve çadırlarda adeta hayvan muamelesi gören mülteciler, üstüne üstlük ırkçı saldırılara uğruyorlar. Kamplarda içler acısı bir yaşam sürdüren mülteciler barınma, beslenme, sağlık ve eğitim imkanlarından da yoksun bırakılıyorlar. Yaşananlar AB göç politikasının insanlık düşmanı karakterini sergiliyor.
Emperyalist savaşların, sosyal ve toplumsal yıkımların, yoksulluk ve açlığın, gelinen aşamada iklim değişikliğinin de neden olduğu ve 21. yüzyılın en temel sosyal felaketlerinden biri kabul edilen göçmenlik ve mültecilik sorunu, ağırlaşarak devam edecektir. Emperyalistler ve işbirlikçilerin, düzenledikleri zirvelerde doğrudan sebep oldukları soruna sözüm ona çözüm bulmak arayışındadırlar. Kapalı kapılar ardında on milyonların yaşamı üzerine tiksindirici pazarlıklar yapanların bu soruna nasıl bir çözüm düşündüklerinin ibretlik örneği, Polonya-Belarus sınırında yaşanan içler acısı tablo üzerinden yeterli açıklıkta görülmektedir.