Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ), Lenin’in belirlemesiyle, “parazitleşen ve çürüyen kapitalizm”in bağırsaklarını bir kez daha patlattı. Daha önce Panama Papers (2016) ve Paradise Papers (2017) araştırmalarıyla sermayenin çürümüşlüğünü gözler önüne seren ICIJ, yakın zamanda kendilerine sızdırılan Pandora Papers (2021) belgelerini ifşaa etti. Adına “offshore” denilen, Türkçesi “kıyı bankacılığı” diye geçen bu yolsuzluk çarkı içinde, bulundukları ülkelerin kaderini belirleyen rantiyeci politikacılar ve büyük sermayedarlar/burjuvalar yer alıyor.
1997 yılında oluşturulan, 70’in üzerinde ülkeden 200’ü aşkın araştırmacı gazeteciyi kapsayan ve Washington merkezli bağımsız bir sosyal ağ olan ICIJ, “sınır ötesi suç, yolsuzluk ve gücün hesap verebilirliği” başlıkları altında çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaların sonuncusu, birçok ülkeden siyasetçilerin, zenginlerin ve dolandırıcıların hesaplarının bulunduğu Pandora belgeleridir.
Araştırmalarıyla belli bir ciddiyet ve saygınlık yarattığı kabul gören ICIJ, son 21 yıl içerisinde üç büyük yolsuzluğu ifşa etti. İlki, 2000 ve 2001’de kamuoyuna sundukları Philip Morris International ve diğer çokuluslu tütün şirketlerinin Kolombiyalı uyuşturucu kartelleri, İtalyan mafyası ve Kuzey Amerika’daki motosiklet çeteleriyle işbirliği halinde nasıl tütün kaçakçılığı yaptıklarını kapsıyordu. İkincisi, Panama (2016) ve Paradis (2017) belgeleri oldu. Üçüncüsü ise dünyanın gündemine oturmuş bulunan Pandora belgeleridir.
“Offshore banking”
İngiliz sermayesi tarafından “1960’a doğru Londra’dan başlayarak, dolar, sterlin, mark gibi büyük paraların kendi sınırları dışında (ve ‘ulusal’ kısıtlardan bağımsız olarak) dolaşmasına, işlem görmesine, banka hesaplarında tutulmasına imkan veren kaçamak yöntemler icat edildi.” (Korkut Boratav) Bunlardan biri olan kıyı bankacılığı, rantiyecilere çok düşük ya da sıfır vergi imkanı, gizlilik, mevduata kolay erişim ile siyasal ve finansal istikrarsızlığa karşı koruma gibi büyük avantajlar sağlıyor. Genellikle yeraltı ekonomisi, organize suç, vergi kaçırma ve kara para aklama gibi konularla gündeme geliyor.
Vergi kanunlarında “Gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabidir” yazılsa da bu kanunun rantiyeci burjuvalar için bir geçerliliği yoktur. Vergiye tabi tutmadan bu vergi cennetlerine trilyonlarca dolar kaçıran bu rantiyeciler kara paranın nakit formundan kurtulması için vergi cennetlerinde mevcut finans kurumları aracı olarak kullanabilmektedir. Bahamalar, Virgin Adaları, Man Adası, Malta, Mauritius ve Vanuatu bazı kıyı bankacılığı yani ‘kara para’ aklama merkezlerindendir. Bu kıyı bankacılığı merkezlerinden biri olan Cayman Adaları 264 km² olmasına karşın burada yaklaşık 200 banka offshore faaliyet gösteriyor. Yani nerdeyse her bir kilometreye bir banka düşüyor.
Kapsamlı bir küresel soruşturmanın parçası olarak, 117 ülkeden 600’den fazla gazeteci “Pandora Belgeleri”ni 18 ay boyunca inceledi. Belgeler zengin müşteriler, yabancı şirketler ve Panama, Dubai, Monako, İsviçre ve Cayman To open adaları gibi vergi cennetlerindeki tröstler tarafından görevlendirilen şirketlerden 11,9 milyon dosya içeriyor. Belgelerde, diğer şeylerin yanı sıra, 35 eski ve yeni devlet ve hükümet başkanının gizli mali faaliyetleri de yer alıyor. Bakanlar, belediye başkanları ve generaller de dahil olmak üzere 90’dan fazla ülkede 300’den fazla politikacı ve yetkilinin de belgelerde ismi geçiyor.
Pandora Belgeleri’nde, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in ailesi, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy, Çekya Başbakanı Andrej Babis, Kenya Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in denizaşırı ilişkileri ve Rusya lideri Vladimir Putin’in yakın çevresi öne çıkıyor. Veriler, 100’den fazla milyarder, ünlü, rock yıldızı ve tanınmış kapitalisti de etkiliyor. Pek çoğu, emlak veya yat gibi lüks mallara veya fark edilmeden banka hesaplarına sahip olmak için posta kutusu şirketlerini kullanıyor.
Pandora Belgeleri, bu ‘gölge finans dünyası’nın nasıl çalıştığına ve nasıl bir saadet zinciri oluştuğuna ayna tutuyor. Dünyanın en zengin insanlarından bazılarının servetlerini saklamasına ve çok az vergi ödemesine veya hiç vergi ödememesine izin veren küresel bir açık deniz ekonomisinin gizli operasyonlarını gösteriyor. Londra’dan Kremlin’e, Pekin’den Harare’ye, Ürdün’den Türkiye’ye, Paris’ten Beyaz Saray’a tüm rantçılar hepsi bu vergisiz cennetlerde buluşuyor. Kendi ülkelerini soyarak edindikleri sermayeyi buralara taşıyan asalaklar, kendi ülkelerinde ise işçi ve emekçilere verginin önemini anlatıyor ve asgari ücrete talim eden işçilerin ümüğünü sıka sıka vergi alıyorlar.
Malibu’dan Washington ve Londra’ya kadar pek çok yerde 100 milyon dolar değerinde mülklere sahip gizli bir emlak imparatoru olan Ürdün Devlet Başkanı Kral II. Abdullah, kendisine yöneltilen soruları, pişkince “yabancı şirketler aracılığıyla gayrimenkul sahibi olmanın yanlış bir şey olmadığı” sözleriyle yanıtlıyor. 2003’ten beri ülkeyi yöneten “Bir millet iki devlet” diye milliyetçiliği ile övünen yoksul Azerbaycan’ın diktatörü İlham Aliyev ve ailesinin, son yıllarda yaklaşık 400 milyon sterlin (467,5 milyon euro) değerinde İngiliz emlak ticareti yaptığı açığa çıkmış bulunuyor.
Çek Cumhuriyeti Başbakanı Andrej Babis’in ise, bir offshore yatırım şirketi aracılığıyla Güney Fransa’da 22 milyon dolarlık bir kale satın aldığı ifşaa edildi. Babis, “22 milyon dolar bana ait, yanlış bir şey yapmadım” deme pişkinliği gösterdi. Sızan verilerden hareketle bu fikrin mucidi olan İngiltere’nin (Londra’nın), kıyı bankacılığındaki koordinasyon rolünün önemini koruduğunu görüyoruz. Birleşik Krallık’ın başkenti, servet yöneticilerine, hukuk firmalarına, şirket kurma acentelerine ve muhasebecilere ev sahipliği yapmaktadır. Hepsi ultra zengin müşterileri içi hizmet merkezi işlevi taşıyor. Müşterilerin birçoğu, yabancı varlıkları üzerinden vergi ödemeyen, “yerleşik olmayan” statüsüne sahip yabancı doğumlu kodamanlardır.
Amerika’nın bu vergi cennetlerindeki rolü tartışmasız bir yerde duruyor. Seçimler öncesi küresel finansal sisteme şeffaflık getirmek için uluslararası çabalara öncülük etme sözü veren ABD Başkanı Joe Biden için bu sözün bir seçim vaadinden öte bir anlam ifade etmediğini biliyoruz. Çünkü bu döngünün en büyük aktörlerinden birisi ABD’nin kendisidir. Basında çıkan haberlere bakıldığında özellikle Amerika’nın Güney Dakota eyaletinde, daha önce ciddi mali suçlarla suçlanan kişiler tarafından bu offshore ülkelerine milyarlarca dolar yatırıldığına inanılıyor.
Tek adam rejimi ve kıyı bankacılığın merkezi olan Türk ekonomi sistemi
Pandora Belgeleri’nde Türkiye’den de 220’den fazla kişinin adı geçiyor. Dikkat çeken nokta ise, bu isimlerin AKP iktidarı sürecinde Erdoğan’ın devlet olanaklarını kendilerine peşkeş çekmesi sonucunda palazlanan rantiyeci kesimlerin olmasıdır. Kamu ihalelerini direk adrese teslim alan ve Erdoğan’ın da kâr ortağı olduğu “beşli çete” üyeleri başı çekerken, yine köklü olarak bilinen holding sahipleri, sermaye dünyasının önde gelen temsilcileri, spor ve sanat çevrelerinden tanınmış ünlü kişiler bu “vergi cennetleri” listesinde bulunuyor.
ICIJ’nin 2017 yılında kamuoyuna duyurduğu Paradise Belgeleri’nde de adı geçen Çalık Holding, geleneği bozmayarak, offshore şirketleri ile ilgili skandalda (Pandora Belgeleri’nde) yine yer alıyor. Belgeler, Erdoğan’ın en gözde grubu olan Çalık Holding’in dört offshore şirketi olduğunu ortaya koyuyor. Bu hesaplarda ise milyonlarca dolar bulunuyor. Erdoğan’ın kanatları altında bulunan ve dünya genelinde 20 farklı ülkede iştiraki bulunan Çalık Holding’in açıkladığı faaliyet raporlarında belirtilen yurtdışı şirketleri arasında, Pandora Belgeleri’ne yansıyan bu dört şirket yer almıyor.
Diğer bir rantiyeci ise Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi” ve şehir hastaneleri başta olmak üzere adrese teslim kamu ihalelerinden palazlandırdığı Rönesans Holding oldu. Külliye inşasının sürdüğü dönemde bu holdingin, “vergi cenneti”ne 210 milyon dolar aktardığı ortaya çıktı. Belgelerde Rönesans Holding’in kurucusu Erman Ilıcak’ın annesi Ayşe Ilıcak’ın iki offshore şirketi aracılığıyla sadece bir yılda vergi cennetlerine aktardığı paranın 210,7 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Türkiye’de gayri-Müslümlerin mallarına çökmekle sermaye edinen ve keza bir kamu kuruluşu olan Ziraat Bankası’ndan aldığı kredileri geri ödememesiyle tanınan Demirören ailesi de “vergi cennetleri” listesinde bulunuyor.
Sonuç
Korkut Boratav’ın sekiz yıl önce kaleme aldığı yazısında vurguladığı gibi, bu sürecin arkasında, finans kapitalin temel öğelerinden biri olan “rantiye”nin özellikleri de yer alıyor. 1916’da Lenin, “girişimcilikten, sermayenin doğrudan yönetilmesinden kopmuş olan, sadece para sermayeden elde edilen gelirle, kupon keserek yaşayan rantiye” katmanını, tekelci kapitalizmi ve emperyalizmi belirleyen öğelerden biri olarak incelemişti. Bu katmanın kazanç hırsı sınırsızdır, paylaşmayı (dolayısıyla vergilendirmeyi) reddeder ve vatansızdır.
Rantiyecilerin en palazlandığı yerler ise burjuva hukukun bile neredeyse işlemediği, yolsuzlukların tavan yaptığı ve hak ve özgürlüklerin baskılandığı ülkelerdir.
Bu offshore ağının içerdiği para hacmi devasa bir meblağı içeriyor ve sürekli hareketlilik içeren bir kara delik gibi, işçi ve emekçilerin alın terini, emeklerini ha bire yutmaya devam ediyor. Nitekim Paris’te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2020 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, en az 11,3 trilyon ABD Doları (9,7 trilyon euro) değerindeki varlıklar yurt dışına taşındı.
Bu rantiyeci sistemin yasal bir döngü olduğunu, bu ifşaa sürecinin mimarı olan ICIJ Direktörü Gerard Ryle’nin şu sözleri tanıtlıyor:
“Vergi düzenlemesi için siyasi bir irade olsa, offshore dünyası yarın ortadan kaldırılabilir. Ama gizli offshore dünyasını kullananların siyasi liderlerimiz, yerel politikacılarımız ve kamu görevlilerimiz olması bunu zorlaştırıyor.”
Pandemi koşullarında sermayesini katlayan bu rantiyeci sistem, dünya genelinde ekonomik ve sosyal eşitsizliği, servet-sefalet uçurumunu görülmemiş bir düzeye taşımış bulunuyor. Türkiye’de 11 milyonu bulan işsizlik, kod 29 adı altında işten atmalar, üniversiteler üzerindeki baskılar ve kayyum rektörler, sürdürülen savaş politikaları vb. saldırıların göğüslenememesinin nedeni işçilerin “kendisi için sınıf olma” bilincinden yoksun olmalarıdır.
Bu bilinci geliştirmenin bir gereği olarak, bu rantiyeci yağma düzenini teşhir etmek ve karşısına dikilmek, sınıfa karşı sınıf isyanını örmek sınıf devrimcilerinin temel görevidir. Bu aynı zamanda “Pandora’nın kutusu”nda kilitli kalan UMUT’u tüm dünya işçi ve emekçilerine armağan etmektir.