Natanz nükleer tesislerine sabotaj ve ötesi…

ABD, Çin’i kuşatmak için güçlerini toparlamaya çalışırken, Çin ise diğer bölgelerin yanı sıra Ortadoğu’da da etki alanını genişletiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 28 Nisan 2021
  • 08:14

Joe Biden yönetiminin İran’la nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma arayışına girmesi siyonist İsrail rejimini tedirgin etti. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi İsrail işbirlikçisi Amerikancı rejimler de bu gelişmeden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Adı geçen devletlerin İran’la varılacak olası bir anlaşmadan korkmaları şaşırtıcı değil. Zira İran’ı kendileri için tehdit sayan bu rejimler, ABD’nin Tahran yönetimi üzerindeki baskıyı daha da arttırmasını istiyor, hatta bazı hedeflere askeri saldırı yapılması için uğraşıyordu. Bu yönde pek çok dilek, kışkırtma ve rüşvet önerisiyle Trump’ın kapısını çaldılar.

Siyonist rejime hizmet konusunda Trump, önceki ABD başkanlarının tümünden daha pervasız adımlar attı. Buna rağmen İran’la doğrudan askeri çatışmaya girmekten kaçındı. General Kasım Süleymani’nin de öldürüldüğü katliamdan sonra İran’ın Irak’taki ABD üslerini füzelerle vurması da sineye çekildi. Trump’ın kaçındığı askeri çatışmayı Biden yönetiminin göze alması beklenmiyor. Biden dış politikada daha saldırgan bir üslup kullanıyor ama İran’a saldırı, Ortadoğu’ya daha çok askeri güç yığmayı gerektiriyor. Oysa Biden yönetimi, Afganistan’daki işgal güçlerini çekmeye hazırlanıyor.

İsrail provokasyonlara devam ediyor

Göründüğü kadarıyla hem ABD hem İran nükleer anlaşmayı canlandırmak istiyor. Nitekim ABD ile İran arasında 6 Nisan’da Viyana’da Avrupalı diplomatların aracılık ettiği dolaylı görüşmeler başlamıştı. Taraflar, ilerleyen görüşmelerin devamı için çalışma grupları oluşturma konusunda anlaşmıştı.

Nükleer anlaşmanın canlandırılması konusunda tarafların anlaşması kolay görünmüyor. Zira İran yaptırımların kaldırılmasını ve ABD’nin anlaşmadan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesini istiyor. Biden yönetimi sadece nükleer konusuyla yetinmiyor, İran’ın Lübnan, Filistin, Irak, Yemen gibi ülkelerdeki direniş hareketlerine verdiği desteği kesmesini ve balistik füze geliştirme programını durdurmasını da istiyor. İran yönetim ise her iki talebi de reddediyor.

Anlaşmak kolay olmasa da Viyana görüşmelerinin başlaması, Siyonist rejimi diken üstünde bıraktı. Biden yönetimi “İsrail’in güvenliğinden sorumluyuz” mesajını tekrarlıyor, fakat görüşmeleri başlatarak İran’la anlaşabilmek için çaba harcayacağını da sergiliyor. Süreci sabote etmek isteyen İsrail, yine en iyi bildiği yöntemle, provokatif saldırılarla suları bulandırmaya çalışıyor. Son dönemde İran gemilerine saldırı, Natanz nükleer tesislerinde sabotaj eylemi, nükleer programla ilgili belgelerin İran’dan çalınması, Suriye’ye dönük saldırıların sık sık tekrarlanması, siyonist rejimin histerik bir şekilde hareket ettiğine işaret ediyor. Burnuna kadar yolsuzluk ve rüşvet bataklığına saplanmış bulunan Benyamin Netanyahu, gerçekleştirilen saldırıları iç politika malzemesi olarak da kullanıyor. Bu arada Netanyahu muhalifleri, saldırıların İsrail’in güvenliğini riske attığını yüksek sesle dile getirmeye başladılar.

İran ve müttefiklerinden “ihtiyatlı” karşılık

İsrail saldırılarının öncelikli hedefi, İran’la müttefiklerini provoke edip askeri bir çatışmaya çekmektir. Siyonist şefler, bu koşullarda yaşanacak bir askeri çatışmada ABD’nin İsrail’i korumak için savaşa dahil olmak zorunda kalacağını var sayıyor. Böylece ABD’nin İran’a savaş açması için harcadıkları çaba hedefine ulaşmış olacak. Çünkü ABD olmadan İran’a savaş açabilecek güçleri yok. Örneğin siyonist şefler de generaller de ABD olmadan İran ve müttefikleri ile çatışmaya girmenin yaratacağı faturayı İsrail’in kaldırmayacağı konusunda artık hemfikirler.

İsrail’in kirli palanları bilindiği için İran da müttefikleri de karşı hamlelerinde ‘ihtiyatlı’ davranıyor. İran yönetimi, İsrail’e ‘uygun zamanda’ ve ‘uygun araçlarla’ yanıt verileceğini söylüyor. Buna karşın son dönemde İsrail gemilerine saldırılar düzenlendi. Yoğun sansüre rağmen basına sızan haberlere göre salı günü İsrail’in Ramle kentindeki Tomer askeri araştırma merkezinde büyük bir patlama meydana geldi. Patlamanın meydana geldiği yerin Arrow füze savunma sistemlerinin ve füzeler için katı yakıtın geliştirildiği bir araştırma merkezi olduğu bildirildi. İsrail rejiminin eski savunma bakanı ve “İsrail Evimiz” partisi lideri Avigdor Lieberman, İsrail saldırısından sonra Suriye’den atılan bir füzenin Dimona nükleer tesisinin yakınına düşmesiyle ilgili açıklama yaptı. Siyonist ordu da Suriye’den atılan karadan havaya füzenin karşılanamadığını itiraf etti. Esas yanıtın uygun zamana bırakıldığı söylense de bu gelişmeler İsrail saldırılarının karşılıksız bırakılmadığına işaret ediyor. 

Çin-İran anlaşması dengeleri değiştiriyor

Natanz’da gerçekleştirilen sabotajın ardından İran yönetimi uranyum zenginleştirmeyi yüzde 60’a çıkarmaya karar verdi. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, 16 Nisan’da Natanz Uranyum zenginleştirme tesislerinde yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirmeye başladıklarını ve her saat 9 gram yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiklerini açıkladı. İran’la yapılan nükleer anlaşma, uranyum zenginleştirmenin %20’den %3’e düşürülmesi içindi.

İran’ın uranyum zenginleştirme oranını bu kadar yükseltmesi, bir tür meydan okuma olarak yorumlanıyor. İsrail sabotaj ve suikastlarla nükleer programı aksatmaya çalışıyor ancak sonuç tersi oluyor. Dolaylı da olsa Viyana görüşmeleri başlamışken İran’ın uranyumu %60 oranında zenginleştirme kararı alması, ABD’ye “İsrail’i zapt et” mesajı olarak da değerlendiriliyor. Nükleer anlaşmaya dönmek isteyen İran’ın zenginleştirme kararını bu kadar hızlı alması ve oranın bu kadar yükseltilmesi, “Çin’le yapılan anlaşmanın sağladığı avantajlardan biri” olarak değerlendirilebilir.

İran’ın Çin’le yaptığı anlaşma hem ABD’yi hem de İsrail ve Körfez şeyhlerini rahatsız etti. Zira bu anlaşma, İran’la kapışmayı daha da zorlaştırdı. Ekonomik ambargo ve kuşatma ile İran’ı boğma çabasının etkisi de sınırlanacak. Anlaşmanın hacmi ve kapsadığı alanlar, İran’a yeni bir nefes borusu açacak. Çin ise, bu anlaşma ile Ortadoğu’daki etki alanını genişletmiş oldu. Biden yönetiminin İsrail’in son provokasyonlarını desteklememesi ve İran’la anlaşmak için dolaylı görüşmelere başlaması da, Çin-İran anlaşmasının basıncı altında gerçekleşmiş görünüyor.

Çin’in bu şekilde devreye girmesi, emperyalist güç merkezlerinin nüfuz alanlarını genişletme rekabetini şiddetlendirecektir. ABD, Çin’i kuşatmak için güçlerini toparlamaya çalışırken, Çin ise diğer bölgelerin yanı sıra Ortadoğu’da da etki alanını genişletiyor. Çin, Suriye topraklarında devam eden ABD-Rusya kapışmasına ABD aleyhine olacak şekilde İran cephesinden katılmış görünüyor. Bu bağlamda bölgedeki dengelerin önümüzdeki süreçte değişmeye devam etmesi sürpriz olmayacaktır.