Lübnan-İsrail ateşkes anlaşması…

Direniş, emperyalist/siyonist işgalcilere geri adım attırdı

ABD Başkanı Joe Biden’ın yaptığı açıklama ile duyurulan İsrail-Hizbullah arasındaki ateşkes, 27 Kasım sabahı yürürlüğe girdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 28 Kasım 2024
  • 19:00

ABD Başkanı Joe Biden’ın yaptığı açıklama ile duyurulan İsrail-Hizbullah arasındaki ateşkes, 27 Kasım sabahı yürürlüğe girdi. Ateşkes anlaşmasını duyuran Biden, bu gelişmeyi siyasi bir başarı olarak hanesine kaydetmeye çalıştı. Oysa kendisi tarafsız ya da arabulucu değil, bir soykırım suçlusudur. Çünkü Tel Aviv’deki dinci-faşist savaş çetesinin Gazze ve Lübnan’da soykırım yapabilmesinin koşullarını, başında Biden’ın bulunduğu Amerikan emperyalizmi sağlamıştır. Gazze ve Lübnan’da işlenen savaş suçları İsrail’in olduğu kadar ABD’nin de hanesine yazılmaktadır. 

Ateşkes anlaşmasının detayları, kapsamı, ne anlama geldiği gibi konular hakkında farklı tartışma, yorum veya spekülasyonlar yapılıyor. Lübnan gibi siyasi yelpazesi geniş ve hem emperyalistlerin hem bölgesel güçlerin karıştığı bir ülkede olayların karmaşık boyutlar taşıması eşyanın tabiatına uygundur. Yine de her şeye rağmen kesin olan bir şey var, sömürgeciler ancak kazanma şansları olmadığı zaman ateşkes imzalarlar. 

“Yeni Ortadoğu” hesapları yine direnişe tosladı

ABD ile Batılı emperyalistlerin tam desteği ile İsrail’in Gazze’de soykırım savaşı başlattığı 7 Ekim’den bir gün sonra Lübnan Hizbullah’ı “Gazze’ye destek” cephesi açtı. ABD ile Batının emperyalist devletleri dinci-faşist Netanyahu hükümetinin arkasında saf tutmuş, Biden, Scholz, Macron ve diğerleri Tel Aviv’i hac yerine çevirmişken Lübnan direnişinin İsrail’e cephe açması alışılmadık derecede cüretkar bir karardı. 

Gazze’ye destek cephesinin açılmasından sonra ABD savaş aygıtı bölgeye yığınak yapmıştı. Dönemin Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, yığınak yapan Amerika’nın ile olası bir saldırısına karşı da hazırlık yaptıklarını ilan ederek meydan okumuştu. Gazze’de sergilenen sınırsız barbarlık, halkların direnişine duyulan histerik kinin göstergesi olduğu kadar, bölge halklarına “bize karşı direnmeyi düşünmeden önce Gazze’ye bakın” mesajı da veriyordu. Ancak tüm bunlar Lübnan direnişine geri adım attıramamıştı. 

Hizbullah tüm bunlara rağmen işgalci İsrail ordusunun Lübnan sınırındaki üslerini, gözetleme merkezlerini vurmaya devam etti. Emperyalist/Siyonistlerin taarruzu geçtiğimiz 17 Eylül’de başlatıldı. Çağrı cihazları ve telsizler patlatıldı, Hizbullah’ın ilk kuşak liderlerinin çoğu yüzlerce siville birlikte öldürüldü. Hizbullah lideri Nasrallah ise bir tonluk bombalarda 83 adet atılarak 400 siville birlikte öldürüldü. 

ABD-İsrail ortaklığı ile birlikte yapılan o vahşi terör saldırıları Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin şefi Netanyahu’nun başını döndürdü. Hizbullah’ı yok etmek, Lübnan’ı işgal etmek, “Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek” türünden laflar etmeye başladı. Ardından 1 Ekim’de işgal için kara harekatı başlatıldı. Lakin direnişçilerle doğrudan savaşa girişince soykırımcı ordunun çapı ortaya çıktı. Saldırı iki ayını doldurmak üzereyken ateşkes talep etmek zorunda kaldılar. Hizbullah savaşçılarının darbelerinin yarattığı kayıplar, işgalci orduyu hem maddi hem manevi yönden yıprattı. Askeri üslerin, kışlaların, istihbarat merkezlerinin Hizbullah savaşçıları tarafından balistik füze ve İHA’larla vurulması da işgalci orduya ciddi kayıplar verdirdi. Netanyahu’nun yatak odasına İHA gönderebilecek yetenekleri olduğunu kanıtlayan Hizbullah, öyle kolay yutulacak bir lokma olmadığını gösterdi. 

İşgal saldırısının 57. gününde çete başı Netanyahu’nun ateşkesi kabul ettiğini ilan etmesi, yüksek perdeden yapılan tehditlerin direniş gerçeğine tosladığının itirafıydı aynı zaman. “Yeni Ortadoğu” söylemini, İsrail Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırdığında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice kullanmıştı. Ancak o savaşta da işgalci siyonistler hezimete uğramış ve ateşkes talep etmek zorunda kalmışlardı. Washington ve Tel Aviv’deki soykırımcı çetelerin “Ortadoğu’yu dizayn etme” hevesleri şimdi birkez daha kursaklarında kaldı. 

İşgalcilere karşı en etkili yol direniştir 

Başarabilselerdi Lübnan’ı işgal eder sonra “İsrail paryası” bir yönetimi işbaşına getirirlerdi. Bu hedeflerine ulaşabilselerdi Suriye’ye karşı yürüttükleri savaşı şiddetlendirir, Irak’taki direniş güçlerine yüklenir, Yemen’i dize getirmeye çalışırlardı. Ancak Lübnan direnişini ezip teslim almadan bu planın yürümesi mümkün değil. Tüm güçleriyle ve ellerindeki tüm “kozları” kullanarak saldırmaları bundandır. 

Hasan Nasrallah’ı öldürdüklerinde hedeflerine ulaşmak için yolların açıldığını var saydılar. Aynı anda 80-90 savaş uçağıyla bombardıman yapamaya başladılar. Güney Lübnan’a ve başkent Beyrut’un Dahiya bölgesine binlerce ton bomba yağdırlar. Ardından kara saldırısını başlattılar. Görüldü ki, ağır darbeler almasına ve büyük bedeller ödemesine rağmen direniş gücünü koruyor. 57 günlük savaşta İsrail’e verdirilen kayıplar Hizbullah’ın halen güçlü ve emperyalist/Siyonist planları bozabilme kararlığını taşıdığını gösterdi. Bu direniş olmasıydı, hiçbir güç soykırımcı çetenin Lübnan’ı işgal etmesine engel olamazdı. 

Sömürgeci işgalciler kovulmadan gerçek barış olmayacak

İşgalcilerin olduğu yerde halkların direnişi kaçınılmazdır. Uzun süren işgallerde direniş düz bir hatta ilerlemese bile, döne döne küllerinden doğar. Zira çatışmalara yol açan çelişkiler çözülmeden direnişin son bulması da olası değil. Filistin bunun çarpıcı örneklerinden birini teşkil ediyor. 1960’lı yılların sonundan bu yana Lübnan’da ikinci örnektir. Hizbullah’ı yaratan da güçlendiren de işgalciye kafa tutabilecek özgüveni veren de tam da direnişin bu dinamikleridir. 

Bu koşullarda yapılan ateşkesin kalıcı olmasını kimse beklemiyor. Netanyahu ateşkesi kabul etme gerekçelerini açıklarken, orduyu yeniden toparlamaktan söz etti. Yani ordusu yıprandığı ve bu haliyle savaşı sürdürmekte zorlandığı için ateşkesi kabul etmiş. Dolayısıyla savaş aygıtını toparladığını var saydığı anda yeniden saldırıya geçmesi, sadece bir zamanlama sorunu olacak. Elbette tüm baskı ve boğma çabalarına rağmen aynı şey direniş için de geçerlidir. 

Bu çatışmada vahşi, barbar, gayrı meşru ve tarihsel açıdan gerici olan emperyalist/Siyonist işgalcilerdir. Haklı, meşru ve geleceği temsil eden ise halkların işgale ve barbarlığa karşı direnişidir. Filistin ve Lübnan halklarının direnişi sömürgecilerin planlarını bozsa da tek başına emperyalist/Siyonist işgalcilerin üstesinden gelemiyor. Bunun için bölge halklarının birleşik, anti-emperyalist/anti-Siyonist direnişinin geliştirilmesi gerekiyor.