Friedrich Engels 204 yaşında...

Gelecek kime ait?

Onun yaşamı ve eserleri bir devrim meşalesi olarak işçi sınıfının kurtuluşuna hep yol göstermeye devam edecektir.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 28 Kasım 2024
  • 08:00

“Yıkılsın! Masumiyetin yok olduğu, bencilliğin doruğa çıktığı, 
insanın insan tarafından sömürüldüğü bu eski dünya!”

(Heinrich Heine)

Marx ve Engels’in dava yoldaşı büyük şair Heinrich Heine’nin bu iki büyük devrimci ve bilim insanına büyük bir hayranlıkla bağlı olduğu bilinmektedir. Heine’nin Marx ve Engels hakkındaki sözleri neredeyse kehanet gibidir: “Bu devrim doktorları (...) Almanya’da içlerinde hayat olan tek insanlardır ve gelecek onlara aittir...”

Evet, geleceğin, bu iki “devrim doktoru”nun bilimsel temellerini tüm yönleriyle ortaya koydukları yeni toplumsal bir düzende, sınıfsız, insanın insan tarafından sömürülmesinin son bulduğu sosyalizmde olduğu öngörüsü tartışmasızdır. 

Friedrich Engels’in doğumunun 200. yıldönümünde, onun pratik ve teorik çalışmalarına ilişkin dünya çapında çok sayıda makale yayınlandı. Bu makaleler, “Friedrich Engels ve İngiltere’deki emekçi sınıfların durumu”, “Friedrich Engels ve askerlik bilimi”, “Friedrich Engels ve Alman köylü savaşı”, “Devrimin bir askeri olarak Friedrich Engels” gibi başlıkları taşıyordu. Geçmişte de yapılageldiği üzere sadece bir “bilim insanı” olarak değil aynı zamanda bir eylemci olarak anıldı.

Bilimsel sosyalizmin ustalarını devrimci pratik faaliyetlerinden soyutlayarak, onları sadece “bilim insanları” olarak değerlendirme çabaları hep var olduğu için, şu ayırt edici özelliklerini öncelikle vurgulamak gerekiyor: Engels sadece proletaryanın büyük bir teorisyeni değildi. Marx gibi o da her şeyden önce bir devrimciydi. Marx’ta olduğu gibi Engels’te de aslolan her şeyden önce mücadeleydi. Bu komünizm uğruna inatçı, tutarlı ve tutkulu bir mücadeleydi.

Engels’in geride bıraktığı tüm eserleri, hem marksist teorinin tükenmez bir hazinesi olarak proletaryanın kurtuluşunun yolunu göstermekte, hem de bugün Marksizmin düşmanlarına karşı ideolojik bir silah olarak ölümsüz önemini korumaktadır. 

Bu nedenle “Engels 200” vesilesiyle yapılan bilimsel konferanslar ve kitaplaştırılan araştırmalar, bütünlükten uzak olsa da, Marksizme ilgi duyan kesimlere ulaşma açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda yayınlanan iki kitap önemli bir katkı sunmaktadır.

“Friedrich Engels’i 21. yüzyılda okumak”

Norveç’teki Nord Üniversitesinde Dünya Tarihi Profesörü olan Frank Jacob, “Engels @ 200” başlıklı derlemesinde Engels’in bilimsel eserlerini farklı yönleriyle irdelemekte ve bu eserlerin 21. yüzyılda hala rol oynadığını titizlikle vurgulamaktadır.

Değerlendirmesi özetle şöyledir: Friedrich Engels 200 yıl önce doğdu ve yazıları hala büyük bir önem taşıyor. Çünkü günümüzün sorunlarını eleştirel bir şekilde tahlil ediyor ve bugünkü verili koşulları değiştirmek için mücadele azmi sağlıyor. Eğer kitlelerin gerçekleştirdiği bir devrim dünyayı değiştirebilecekse, kapitalizmi ortadan kaldırarak onu daha iyi bir dünyaya dönüştürmek, yüzyılımızda insanlığın sorunlarını çözmek, bunun için en azından teorik bir harita sunan Friedrich Engels’in eserlerini yeniden incelemeyi gerektirmektedir. 

2020 yılında yayınlanan ve yedi bilimsel makalenin yer aldığı eserin İngilizce çevirisi şu adreste yer almaktadır:

https://www.buechner-verlag.de/wp/wp-content/uploads/2022/02/9783963177620_oa.pdf

“Bir klasiğin güncelliği”

Friedrich Engels’in 200. doğum gününden (Şubat 2020) iki yıl sonra, 2022’de, Wuppertal Üniversitesi’nde “Bir klasiğin güncelliği” başlığı altında düzenlenen uluslararası kongrenin metinleri kitaplaştırıldı. (Smail Rapic/Naturphilosophie, Gesellschaftstheorie, Sozialismus. Zur Aktualität von Friedrich Engels) Konuşmacılar Engels’in marksist teoriye yaptığı özgün katkıları ortaya çıkarmayı ve yanlış yorumlamaları ortadan kaldırmayı amaç edinmişlerdi. On yedi akademisyenfelsefe, ekonomi, doğa ve askeri bilimlerle ilişkin olarak Engels’in devrimci teori ve bilime yaptığı devasa katkıları kapsamlı bir şekilde ele almaktadır.

Smail Rapic kitabın önsözünde Engels’e yönelik önyargılar ile ileri sürülen tüm suçlamaların temelsizliği üzerinde duruyor. “Engels’in ilk marksist dogmatist olduğu yönündeki yaygın iddia, onun eserlerinin çağdaş siyasi etkisini görmezden gelmektedir” diyor. “Engels bunları toplumsal kurtuluş sürecine bilimsel ve tarihsel olarak eskimiş katkılar olarak görüyordu” vurgusunu yapıyor. Engels’in yazılarını dikkatle okuyan, Avrupa sosyal demokrasisi içindeki pragmatik esnekliğini göz önünde bulunduran herkesin, onun bir dogmatistten başka her şey olduğu sonucuna varacağını söylüyor. Engels’in August Bebel’e yazdığı bir mektupta, “materyalist tarih görüşünü” “tarihin incelenmesi için bir rehber” olarak anlamak yerine “yüksek sesle söylenen bir söz” olarak kullanan “genç parti üyelerini” uyardığını hatırlatıyor. 

Başta Lenin olmak üzere devrimci işçi hareketinin savaşçıları materyalist dünya görüşünü bir dogma olarak değil hep bir yol gösterici fener olarak gördüler ve uyguladılar. Engels’in kaba materyalist ve yarı bilgili parti temsilcilerini uyarması rastlantı değildi. “Alman Köylüler Savaşı’nın 1870 tarihli önsözüne ek” makalesinde yaptığı uyarı hala son derece günceldir.

Özellikle önderlerin görevi (...) kendilerini eski dünya görüşüne ait modası geçmiş söylemlerin etkisinden giderek daha fazla kurtarmak ve sosyalizm bir bilim haline geldiğine göre, aynı zamanda bir bilim gibi uygulanması, yani incelenmesi gerektiğini her zaman akılda tutmak olacaktır.” (Friedrich Engels, MEW, Cilt 18, s.517)

Teori ve yöntem bütünlüğü!

Engels’in, Marx ve kendisinin kapitalizm ile komünizm arasındaki farka dair çıkardıkları sonuçların ancak var olan koşullar bağlamında doğru bir şekilde anlaşılabileceği, aksi takdirde hiçbir bilimsel değeri olmadığı yönündeki değerlendirmesini hatırlamakta fayda var.

“Komünistler ve Karl Heinzen” başlıklı makalesinde Engels şunları söylüyor:

Komünizm bir öğreti değil, harekettir; o ilkelerden değil, gerçeklerden yola çıkar. Komünistler, bir çıkış noktası olarak kendilerini şu veya bu felsefeye değil, geçmiş tarihin tüm seyrine, özelde, bugünkü medenîleşmiş ülkelerde söz konusu seyrin fiilî sonuçlarına dayandırırlar.”

Özellikle yaşamının son yıllarında Engels materyalist dünya görüşünün doğru anlaşılması ve uygulanması için yoğun ve ısrarcı bir çaba harcamıştır. Farklı kesimlerin mektuplarına verdiği yanıtlarda, diyalektik yönteme sadık kalınarak bu dünya görüşüne nasıl yaklaşılması gerektiğini büyük bir açıklıkla ifade etmiştir.

Edward R. Pease’ye yazdığı 27 Ocak 1886 tarihli mektubunda Engels şunları söyler:

Ancak her halükarda, üyesi olduğum partinin kesin ve hazır bir tavsiyesi olmadığını belirtebilirim. Gelecekteki kapitalist olmayan bir toplum ile şimdiki toplum arasındaki farklara ilişkin görüşlerimiz, tarihsel olgulardan ve gelişim süreçlerinden çıkarılan kesin sonuçlardır ve bu olgular ve bu gelişim bağlamında sunulmadıkları takdirde, teorik ve pratik olarak değersizdirler.” (MEW, Cilt.36, s.429)

Engels’in materyalist tarih anlayışının bir dogma, bir vasiyetname ya da bir şablon olarak kullanılmasına karşı tekrar tekrar yaptığı uyarılar ve onu somut tarihsel koşulların incelenmesinde bir rehber olarak kullanma çağrısı son derece önemlidir. Materyalist tarih anlayışı hazır dogmalar değil, daha ileri bir araştırma için dayanak noktaları ve bu araştırmanın yöntemini sunar. (Engels’in Werner Sombart’a yazdığı 11 Mart 1895 tarihli mektubu, özellikle materyalist dünya görüşüne nasıl yaklaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir.)

“Wuppertal’den Mektuplar”

Felsefe profesörü Marco Solinas’ın “Kapitalizmin eleştirisi üzerine” başlıklı makalesi, Engels’in kapitalizmi bir toplumsal düzen olarak eleştiren ilk kişilerden olduğunu detaylı olarak ortaya koyuyor. 22 yaşındaki Engels’in kapitalist gelişmenin merkez üssü olan Manchester’a geldikten sonra, 1842’de “Rheinische Zeitung” için yazdığı çok az bilinen beş kısa makalesini ele alıyor. Solanis bu metinlerde “kapitalizm eleştirisinin doğuşu”na dikkat çekiyor. Engels, toplumsal koşulları Hegelci diyalektikle ilişkilendirerek, sosyalist hareket için “teorik bir çerçeve bulan ilk kişidir” diyor.

Solinas, “Wuppertal’den Mektuplar”da Engels’in işçilerin sefaletine ve fabrika sahiplerinin riyakârlığına işaret ettiğini; “İç krizler” makalesinde ise, endüstriyel sistemde servetin artışı ile mülksüzleştirilmiş bir sınıfın, proletaryanın ortaya çıkışı arasında antagonist çelişki olduğu temel tezini ortaya koyduğunu söylüyor. Engels’in bu makalede sınıf kavramını sosyo-ekonomik bir kategori olarak açıklamasını ayrıntılı olarak ele alıyor.

Wuppertal Üniversitesi (Bergische Universität) akademisyenlerinden Heinz Sünker ise, “Proletaryanın oluşumu”başlığıyla yayımladığı makalede, Engels’in ticari krizlerin ve ekonomik durgunluğun kaçınılmazlığını gördüğünün ve her şeyin “siyasi değil toplumsal” bir devrime yol açacağı sonucuna vardığının altını çiziyor. Sınıfların maddi çıkarlarının belirleyiciliği ortaya koyarak, 1842’de materyalist dünya görüşüne açık bir geçiş yaptığını belirtiyor. Solanis’in de özetlediği gibi, bu erken dönem teorik çerçeve “yalnızca Engels’e atfedilebilir, çünkü Marx o dönemde bu tür bir yaklaşımdan hala çok uzaktı” ve “Rheinische Zeitung”un genel yayın yönetmeni olduğu için Marx’ın bu makaleleri kesinlikle okuduğu ve bunlar üzerinde düşündüğü varsayılmalıdır diyor.

“Ulusal ekonominin eleştirisinin ana hatları”nda Engels, kapitalizmi tahlil etmek ve eleştirmek için teorik çerçeveyi inşa etme yolunda ikinci adımı atmıştır. Solanis, “burada Engels ve Marx’ın sonraki on yıllarda geliştirecekleri araştırma programını ele alıyoruz” diye yazıyor. Bu makalede Engels neredeyse tüm temel soruları ele almış, ideolojik eleştirinin ana hatlarını çizmiş, burjuva demokrasisinin ve “özgürlüğün” ikiyüzlülüğünü sergilemiştir. “Soyut ya da gerçek değer ile değişim değeri” arasında ayrım yaparak “değer” kategorisinin merkezi rolüne işaret etmiş ve “özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını” toplumun köleci durumunu insana yakışır bir toplumsal düzene dönüştürmenin tek yolu olduğunu ortaya koymuştur.

Engels’in öngörüleri ortadadır. Bugün toplumsal eşitsizliğin her geçen gün derinleştiği, bir avuç sermaye sahibi kârlarına kâr katarken yoksulluğun katlanarak büyüdüğü bir dünya tablosuyla karşı karşıyayız. Bu tablo sömürüye dayalı kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucudur. Üretim araçlarının özel mülkiyeti bu keskin sınıf farklılıklarının temelini oluşturmakta ve insanlığı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir felakete sürüklemektedir.

İnsan türünün ve içinde yaşadığı doğanın yok olma tehlikesiyle yüz yüze olduğu günümüzde Engels’e, onun eserlerine başvurmak, özellikle proletaryanın kurtuluşu ve sosyalizm için mücadele edenler için ertelenemez bir görevdir. “Anti Dühring”, “Ludwig Feuerbach”, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”, “Konut Sorunu” başta olmak üzere Engels’in bıraktığı eserleri incelemeden marksist dünya görüşünü anlamak olanaklı değildir. 

Onun yaşamı ve eserleri bir devrim meşalesi olarak işçi sınıfının kurtuluşuna hep yol göstermeye devam edecektir. Kitaplaştırılmış bulunan makaleler de bir ölçüde Engels’in eserlerinin incelenmesi için bir çağrı niteliğini taşımaktadır.

Metin içi EK:

Doğa ve tarih üzerine

72 yaşındaki Engels’in İngiliz jeolog George William Lamplugh’a yazdığı 11 Nisan 1893 tarihli mektuptan... 

Doğa muhteşemdir ve tarihin seyrinden bir değişiklik olarak ona dönmek her zaman hoşuma gitmiştir, ancak tarih bana doğadan daha büyük görünüyor. Doğanın bilinçli canlı varlıklar üretmesi milyonlarca yıl aldı ve şimdi bu bilinçli canlı varlıkların birlikte bilinçli bir şekilde hareket etmeleri için binlerce yıla ihtiyaçları var; sadece birey olarak eylemlerinin değil, aynı zamanda bir kitle olarak eylemlerinin de bilincinde olarak; birlikte hareket ederek ve önceden tasarlanmış ortak bir hedefi birlikte sürdürerek. Şimdi bunu neredeyse başarmış durumdayız. Ve bu süreci gözlemlemek, dünyamızın tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir şeyin oluşumuna yaklaşmak, bana izlemeye değer bir seyir gibi geliyor ... ama yorucu. Özellikle de insan bu sürece bizzat katılmaya çağrıldığına inanıyorsa; işte o zaman doğayı incelemek büyük bir rahatlama ve çare oluyor. Ne de olsa doğa ve tarih, içinde yaşadığımız, yoğrulduğumuz ve var olduğumuz iki bileşendir.” (MEW, Cilt 39, s.63)