Kazakistan’da 2 Ocak tarihinde başlayıp tüm ülkeye yayılan halk hareketi, basına yansıyan bilgilere göre 164 insanın katledildiği, on bin civarında insanın gözaltına alındığı ağır bir devlet terörü ile ezildi. Yüzbinlerce insanı harekete geçirmiş olan direniş ise kendine ait özgünlükleri üzerinden yoğun bir biçimde ilgi konusu olmaya devam ediyor.
Kazakistan petrol, doğalgaz, uranyum ve yeraltı madenleri bakımından Orta Asya’nın en zengin ülkesidir. 2,7 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın dokuzuncu büyük ülkesi olmasına karşın nüfusu sadece 19 milyondur. Nüfusun yüzde 70’ini Kazaklar, yüzde 20’sini Ruslar oluşturuyor. Ülke, bölgenin gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 60’ına sahip. Petrol ve madencilik alanında gelişmiş sanayisi ile bölgede işçi sınıfının en güçlü olduğu ülkelerden birisidir. Kazakistan coğrafi olarak Rusya, Çin, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’la çevrilidir. Hemen hemen tüm eski Sovyetler Birliği ülkelerinde olduğu gibi Kazakistan’da da sosyal adaletsizlikler, halkın önemli kesiminin bitmek bilmeyen iktisadi toplumsal sorunları ve servet sefalet kutuplaşması had safhada. Asgari ücretin 97 dolar olduğu ülkede özellikle gençlik arasında işsizlik oranları çok yüksek.
Ülke yıllardır emekçilerin açlık ve sefaleti üzerinden devasa servetler edinen mafyalaşmış iktidarlar tarafından yönetiliyor. Bunların başında 1991’den 2019’a Kazakistan’da kapitalizmin restorasyonu sürecini yöneten ve ülkenin devlet başkanı olarak görev yapan Nur Sultan Nazarbayev gelmektedir. Nazarbayev ve onun hizmetindeki bir avuç azınlık, otuz yıldır petrol, maden ve diğer doğal kaynakların satışıyla zenginleşen mafyalaşmış yeni sermaye sınıfının tipik bir örneğidir. Öyle ki bu mafyalaşmış çetenin başı olan Nazarbayev’in 1 milyar dolarlık net serveti ve Londra’da 107 milyon dolar değerinde lüks mülkleri olduğu belirtiliyor. Bu mafyalaşmış sermaye kesimi, iktidarı ele geçirdiği ilk günden başlayarak, Kazakistan’da sosyalizm döneminden kalan ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri, ısınmak için doğalgaz, elektrik, su ve ulaşım gibi bütün kazanımları ortadan kaldırmıştır.
Kazakistan’ın bu yeni sermaye sınıfı yıllardır ülkenin bütün yeraltı, yerüstü zenginliklerini uluslararası kapitalist tekellere peşkeş çekerek servetine servet kattı. CNBC’de yayınlanan bir habere göre 2019 itibariyle ABD’li petrol tekelleri Kazakistan petrolünün yüzde 30’nu, Çin yüzde 17’ni, Rus Lukoil ise sadece yüzde 3’ünü üretiyor. Chevron, ExxonMobil, Shell gibi dev uluslararası tekeller ülkede cirit atıyorlar. Otuz yıldır ülkeyi talan eden sermaye sınıfı, kurulu düzeni sürdürebilmek için her türlü örgütlenme hakkını rafa kaldırmıştır. Başta Kazakistan Komünist Partisi olmak üzere sosyalist örgütler ve bağımsız sendikalar yasaklanmıştır. Emperyalist ülkelerin (ABD, İngiltere vd.) ülkede kurdukları ve milyonlarca dolarla finanse ettikleri vakıflar aracılığı ile güdümlü “sendikalar, sivil toplum kuruluşları” kurulmuştur. Devletin güdümündeki bu kuruluşlar eliyle başta işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi olmak üzere toplumsal muhalefetin gelişimi engellenerek, ülke kapitalist tekellerin sömürü cennetine dönüştürülmüştür.
Yıllardır devam eden bu sömürü ve talan düzeni, işçi ve emekçi saflarda, özellikle metropol kentlerin gettolarında sefalet içerisinde yaşayan, geleceği çalınmış işsiz gençler içerisinde önemli mücadele dinamikleri biriktirmiştir. Bütün bu sorunlar yumağı bugün ülkedeki toplumsal patlamaların fitilini ateşleyen nedenlerin başında gelmektedir. Eski Orta Asya Sovyet coğrafyasının genelinden farklı olarak Kazakistan’daki işçi sınıfının, tüm örgütsüzlüğüne rağmen önemli bir mücadele birikimi var. Özellikle petrol ve maden işçileri değişik tarihlerde irili ufaklı onlarca direnişe imza atmışlardır. 2011 yılında Janaözen kentinde ücret artışı ve bağımsız sendikal örgütlenme hakları için genel greve giden işçilere devletin kolluk güçleri saldırarak 11 işçiyi vahşice katletmiştir.
Halk hareketinin ilk kıvılcımını yakan işçi sınıfı direnişin öznesidir
21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran halk hareketleri ile kıyaslandığında Kazakistan’daki hareketin en önemli ayırt edici özelliği direniş ateşinin ilk kıvılcımının işçi sınıfı tarafından yakılmış olmasıdır. Kazakistan Sosyalist Hareketi’nin lideri Aynur Kurmanov’un gelişmelere ilişkin yaptığı açıklamalar bu önemli gerçeği teyit etmektedir: “Kazakistan’da bugünkü eylemcilerin ana gövdesini temelde petrol/doğalgaz, metalürji ve maden sektörlerinde çalışan işçiler ve işsiz gençler oluşturuyor. İşçilerin sektörel protesto olarak başlattığı eylemler kısa zaman içinde büyük kitlesel destek gördü ve bu eylemlerle büyük bir dayanışma hareketi doğdu. Petrole yapılan zam sonrası bizzat bu sektörde çalışan işçilerin harekete geçmesi zaten hayat şartları ve emeğe yönelik saldırılar karşısında birikmiş toplumsal enerjinin açığa çıkmasına neden oldu. Grevlerin başladığı fabrikalar Nazarbayev’in ailesinin başını çektiği Kazakistanlı oligarklarla batılı ortakların fabrikaları. Burada Amerikan ve İngiliz sermayesi ağırlıklı, büyük batılı şirketler bu sektörlerde ağırlık kazanmış durumda. Bu hareket tamamen sınıfsal bir hareket, işçi sınıfı hareketi.”
Kazakistan’daki halk hareketinin ilk ortaya çıkışı tartışmasız olarak işçi sınıfının damgasını taşımaktadır. 3 Ocak’ta Janaözen petrol işçilerinin grevi, ülkenin batısında Hazar Denizi havzasındaki Mangistau ve Atyrau kentlerindeki enerji işçilerinin başlattıkları genel grevlerle devam etti. 4 Ocak’ta ABD’li tekellerin büyük ortak olduğu Tengizchevroil şirketinde çalışan petrol işçilerinin gerçekleştirdiği greve katılım yüzde 75’e ulaştı. Grevlerin başladığı petrol havzasındaki şirketler geçen yıl aralık ayında 40 bin işçiyi işten çıkartmıştı. Yeni bir dizi işten çıkarmaların planlandığı biliniyordu. Sınıfa yönelik bu kapsamlı saldırıların yanı sıra LPG yakıtlarına yapılan zamların da etkisiyle Mangistau ve Atyrau’da başlayan grevler bütün Batı Kazakistan’a yayıldı. Petrol işçilerinin bu direnişi Karaganda bölgesinde Armelor Mittal Temirtau şirketinde çalışan madencilerin grevleri ile daha da büyüdü. Maden işçilerinin bu direnişi maaşların yükseltilmesi, emeklilik yaşının düşürülmesi, sendika ve grev haklarının tanınması gibi taleplerle kısa süre içerisinde ülke genelindeki tüm maden sanayisine yayıldı.
İşçi grevleriyle başlayan eylemler, 4 Ocak Salı gününden itibaren Atyrau, Uralsk, Aktyubinsk, Kızılorda, Taraz, Taldikorgan, Türkistan, Çimkent ve Ekibastuz’da halkın sokaklara dökülmesiyle sosyal bir harekete dönüştü. 5 Ocak’ta ülkenin güneydoğu ucundaki en büyük kenti olan Almatı’da kitlesel gösterilerin başlamasıyla, o ana kadar işçi sınıfının ve onun taleplerinin damgasını taşıyan eylemler Kazakistan’daki çeşitli sermaye klikleri ve devletin desteklediği provokatörler tarafından farklı mecralara taşındı. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak ortalığa yayılan görüntüler, en başından beri direnişleri saldırgan bir tutumla “terör eylemleri, dış güçlerin provokasyonu” olarak damgalayan Cumhurbaşkanı Tokayev ve uluslararası burjuva medya tarafından sıkça kullanılmaya başlandı. Tümüyle haklı talepler için başlayan direniş, piyasaya sürülmüş olan çetelerin yağma ve talan görüntüleri üzerinden kirletilmeye, onun sınıf kimliğine dayanan özü unutturulmaya ve karartılmaya çalışıldı.
Kazakistan sahip olduğu zenginlikler ve coğrafi stratejik öneminden dolayı üzerinde bütün emperyalist ülkelerin köklü planlar yaptığı bir ülkedir. Ayrıca Rus uzay ve savunma sanayisi açısından çok özel coğrafi koşullar ve imkanlar sunan, bu anlamıyla Rusya’nın hiçbir şart altında vazgeçemeyeceği bir ülkedir. Tam da bu nedenlerden dolayı Rusya’nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) çok kısa bir süre içerisinde ülkeye asker göndererek, gelişmelere seyirci kalmayacağını göstermiştir. Konuyla ilgili yaptığı açıklamada Putin, “Kazakistan’da yaşananların devletlerimizin iç işlerine dışarıdan müdahale için yapılan ilk ve son girişim olmadığını elbette anlıyoruz. KGAÖ’nün aldığı önlemler, durumun ülke içinde sarsılmasına izin vermeyeceğimizi açıkça gösterdi.” diyerek, bundan sonra eski Sovyet ülkelerinde yapılmak istenen “renkli devrimlere” geçit vermeyeceklerini ilan etmiştir.
Kazakistan Rusya açısından olduğu kadar Çin için de stratejik öneme sahip bir ülkedir. Çin, enerji ihtiyaçlarının büyük bir kısmını komşusu olan bu ülkeden tedarik etmektedir. Ayrıca “Tek Kuşak Tek Yol” projesi kapsamında Kazakistan Çin’in Orta Asya ve Avrasya’ya yönelik ticaretinin en önemli kapısıdır. Bundan dolayı Çin Kazakistan’da milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmaktadır. Öte yandan Kazakistan ekonomik kalkınmasında Çin’in ekonomik gücüne ve yatırımlarına ihtiyaç duymaktadır. Başını ABD’nin çektiği emperyalist blok için de Orta Asya ve onun en önemli ülkelerinden birisi olan Kazakistan başından beri stratejik öneme sahip bir bölge olagelmiştir. 1991 yılından Batılı ülkelerin kapitalist tekelleri bölge ülkelerinde darbeler düzenleyerek kendilerine bağımlı işbirlikçi iktidarları iş başına getirmişlerdir. Uluslararası tekellerin bu ülkelerde milyarlarca dolarlık yatırımları mevcuttur ve onların bütün zenginliklerini yok pahasına gasp etmektedirler. Ayrıca emperyalistler arasında her geçen gün daha da şiddetlenen çatışmaların bir sonucu olarak, Orta Asya coğrafyası Rusya ve Çin’in kuşatılması bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Kapitalist sistemin hakim olduğu günümüzde dünya halkları, üzerinde yaşadıkları ülkelerin tüm zenginliklerine rağmen açlık ve sefalet içerisinde yaşamaktadırlar. Tekellerin açgözlü çıkarları uğruna bugün Kazakistan’da olduğu gibi işçi ve emekçilerin insanca bir yaşam için hak arayışları vahşi bir devlet terörü ile ezilmektedir. Kapitalizm bugün işçi ve emekçilerin ağır bedeller ödeyerek sahip oldukları bütün kazanımları yok etmek için her yolu kullanmaktadır.
“Onyıllardır etkili bir ideolojik silah ve pratik dayanak olarak iş gören ‘refah toplumu’nun ve ‘sosyal devlet’in temelleri çatırdamakta, dolayısıyla bunun olanaklı kıldığı ‘sosyal barış’ da geride kalmaktadır. Ve bu, tam da burjuvazi cephesinde sonu gelmez bir biçimde gündeme getirilen sosyal saldırılar nedeniyle böyle olmaktadır. Burjuvazi kendi düzeninin onyılları bulan istikrarını adete kendi eliyle yıkmaktadır.
Elbette bu nedensiz değildir, burjuvazinin budalalığının ürünü hiç değildir. Kapitalist dünyada işlerin bugünkü seyri, sermayenin emeğe karşı bu haçlı seferini adeta bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Kapitalist ekonominin ve rekabetin bugünkü durumu, emekçilerin sosyal haklarını sistem için (bizzat sistem sözcülerinin ifadesiyle) artık bir ‘ayak bağı’, bir ‘taşınmaz yük’ haline getirmiş bulunmaktadır. Dün sosyalizm tehdidi karşısında ‘sosyal devlet’ ile övünen emperyalist ülkeler burjuvazisi, bugün artık onu kapitalist ekonominin sırtındaki ‘sosyal kambur’ görmekte; ekonominin gelişme dinamizmini ve rekabet gücünü sınırlayan ‘ayak bağı’ saymakta; silahlanma, nüfuz mücadeleleri, devletin tahkimatı ve tekellere teşvik için kullandığı devlet bütçesi için ‘taşınmaz yük’ kabul etmektedir. Kapsamlı ve süreklilik kazanmış saldırılarla söz konusu ‘ayak bağları’ çözülmekte, ‘taşınmaz yük’ler burjuva devletinin sırtından atılmaktadır.” (Ekim, Sayı: 241, Mart 2005)
“Dolayısıyla tüm bu tarihi ders açıkça göstermektedir ki, kapitalizm altında reformlar ancak devrim mücadelelerinin yan ürünleri olabilirler. Sınıf mücadelesi kapitalizmin yıkılmasına, yani toplumsal devrime vardırılmadığı sürece de, bu kazanımlar, kendi o sınırlı ve güdük halleriyle hiçbir biçimde istikrarlı ve kalıcı olamazlar. Bunalımlara ve güçler dengesindeki değişime bağlı olarak burjuvazi tarafından karşı saldırıya konu edilir ve çoğu durumda da yeniden gasp edilirler. Bugün dünya ölçüsünde olup bitenler şahsında açıkça görmekte olduğumuz gibi.
Aynı tarih dersinden önümüzde yeni bir devrimci sınıf mücadeleleri döneminin uzanmakta olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Sınıf ilişkileri ve mücadelelerinin tarihsel diyalektiği buna işaret etmektedir, olayların mantığı bunu hazırlamaktadır. Bizzat sermayenin karşı saldırısıyla ‘sosyal devlet’ geride bırakıldığına göre, bunun geçici olarak sağladığı sosyal barış da geride kalacaktır. Buna kesin gözüyle bakabiliriz.” (a.g.y.)