İran, 1 Ekim’de İsrail’in askeri üslerini 200 balistik füze ile hedef almıştı. Füzelerin 10’nunu ABD, 9’unu İsrail hava savunma sistemleri imha etti. Siyonistler önce yedikleri darbeyi hafif göstermeye çalışmış, ancak yayınlanan videolar yalanları açığa çıkarmıştı. Ardından ise hedeflere ulaşan 181 füzenin askeri tesislerde büyük tahribat yarattığını dinci-faşist Netanyahu hükümetinin bazı şefleri itiraf etmişti.
Gazze’ye, Lübnan’a, Batı Şeria’ya, Suriye’ye histerik bir şekilde füze yağdıran İsrail savaş aygıtı 1 Ekim’den beri İran’a tehditler savuruyordu. Petrol rafinerilerini, nükleer tesisleri, hava alanlarını, Devrim Muhafızları Ordusu’nu vurmaktan söz eden soykırımcı çete, işi İran’da rejim değişikliği yapacakları iddiasına taşıdı. Çetenin başı Netanyahu, İranlılara “özgürlük” bile vaat etti. Bu tehditleri ciddiye alan bazı çevreler, bölgenin emperyalist/Siyonist güçler tarafından dizayn edileceği yönünde “analizler” yapmaya başladı.
Dağ fare doğurdu
Soykırımcı çete ile Washington’daki hamileri uzun süren hazırlıkların ardından saldırı konusunda anlaştıklarını ilan ettiler. Saldırı için geri sayım devam ederken, Netanyahu çetesinin yaptığı açıklamalarda çıta alabildiğine yükseltildi. Kimileri İran’ı çökertecek boyutta bir saldırı hazırlığı yaptıklarını bile iddia ettiler.
Beklenen saldırı 25 Ekim’i 26 Ekim’e bağlayan gece gerçekleştirildi. Tel Aviv’den yapılan açıklamada saldırıya 100 adet hayalet savaş uçağının katıldığı, İran’da birçok askeri tesis ile füze imalatı yapılan merkezlerin vurulduğu iddia edildi. İsrail’de iç kamuoyunu rahatlatmak için çıtayı yüksek tutan Netanyahu rejiminin ortaya attığı büyük yalan, İran’ın saldırıyla ilgili açıklama yapmasıyla ifşa oldu. Görüldü ki, saldırı sınırlı tutulmuş, İran’a önden haber verilmiş, atılan füze ya da İHA’ların çoğu İran savunma sistemleri tarafından hedeflerine ulaşmadan imha edilmiş.
Tahran’da yapılan açıklamada iki kişinin hayatını kaybettiği, (kimi haberlere göre saldırıda 4 kişi öldü) askeri tesislerdeki hasarın ise sınırlı olduğu ifade edildi. ABD-İngiliz emperyalistleri saldırının zaten şiddetli olmadığını, bundan dolayı İran’ın buna karşılık vermemesi gerektiğini savundular. Saldırı olması durumunda ise İsrail’i savunacaklarını birkez daha yinelediler. İran yönetimi ise, savunma hakkının saklı olduğunu, saldırıya uygun bir karşılık verileceğini, bu yönde hazırlıklar yapıldığını ilan etti.
Siyonist şeflerin üst perdeden yaptıkları bunca tehdidin ardından gerçekleştirilen saldırı, doğal olarak “dağ fare doğurdu” şeklinde değerlendirildi. İranlıların saldırıyı izlemek için binaların damlarına çıkması da ortada 100 hayalet uçakla yapılan bir saldırı olmadığına işaret ediyor. Bu arada İsrail’deki Siyonist medyanın bile Netanyahu ile alay etmesi, “dağ fare doğurdu” değerlendirmesini teyit ediyor.
“İsrail bölgede istediğini yapar” iddiasının çöküşü
Türkiye’deki dinci-ırkçı kesimler ile bazı liberal çevreler başta olmak üzere, Ortadoğu’daki gericilik odakları, işgalci İsrail ordusuna olmadık bir güç vehmediyorlar. Bu iddiaların bir kısmı klişelere dayandırılıyor. Bu propagandayı yapanların bir kısmı ise ırkçı-Siyonizme hizmet etmek gibi alçaltıcı bir misyonla hareket ediyorlar. İsrail’in ABD’den aldığı savaş uçakları ve füzelerle nasıl bir barbarlık gösterisi yapabileceğini Gazze ve Güney Lübnan’da tüm dünya gördü. İşgalci savaş aygıtı siviller söz konusu olduğunda yakıp yıkabilir, milyonları yerinden yurdundan eder, soykırım yapabilir. Ancak bu ne askeri ne siyasi zafer kazandırır.
İşgalci ordunun zafer kazanamadığını, ilan ettiği hedeflere ulaşamadığını, direnişçiler karşısında nasıl acze düştüğünü hem Gazze’de hem Güney Lübnan’da görülüyor. Karşısında ciddi bir ordu olduğunda ise, durumun nasıl da değiştiğini İran’a yapılan bu göstermelik saldırı göstermiştir. İran’ın vereceği karşılıktan korktuğu için o yıkıcı gücünü kullanamıyor. Bu da “İsrail ordusunun yenilmez olduğu, bölgede istediği şayi yapabileceği” iddiasının sahte olduğunu gözler önüne seriyor.
Öyle olmasaydı soykırımcı çete İran’ın önemli tesislerini çoktan bombalardı. Ama verilecek karşılığın yaratacağı yıkımı göze alamıyor. Bunu yapabilmesi için ABD emperyalizminin ordusunu doğrudan savaşa sürmesi gerekiyor. İsrail’in Gazze ve Lübnan’da devam ettirdiği soykırım savaşını destekleyen Biden yönetiminin, en azından verili koşullarda İran’la doğrudan savaşa girmek istemediği anlaşılıyor. Bu tutum değişmediği sürece Tel Aviv’deki çetenin gücü sadece sivilleri katletmeye ve suikastlar yapmaya yetecektir. Bu kadarını bile ancak ABD ile diğer Batılı emperyalistlerin mali, askeri, siyasi ve istihbarat desteği ile devam ettirebiliyor. Demek ki, emperyalist/Siyonist güçlerin “yeni bir Ortadoğu oluşturdukları” iddiasının hali hazırda aslı astarı bulunmuyor. Öyle bir hedefleri olsa da buna ulaşmaktan halen çok uzaklar. Verili koşullarda bu hedefe ulaşmaları olası görünmüyor.
Gerilim düşecek mi?
Soykırımcı Joe Biden, doğrudan İran’la savaşa girmeyi göze alamadığı için, İsrail rejimi İran’ın sert bir karşılık vermesine neden olacak bir saldırıdan kaçındı. Bundan dolayı İran’ın vereceği karşılığın da sınırlı olması bekleniyor. Bu ise gerilimin düşeceği yönünde yorumlar yapılmasına vesile oldu. Bölgede bulunan Biden yönetiminin Siyonist Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Gazze’de ateşkes konusunu gündeme getirmesi ise “gerilim düşüyor” yorumlarını destekler gibi görünüyor.
ABD’de olaylı geçmesi beklenen, hatta “iç savaş” olasılığının tartışılmasına neden olan başkanlık seçimleri öncesinde Biden yönetiminin Ortadoğu’daki yangını tüm bölgeye yayacak bir savaşı tetiklemesi beklenmiyor. Ancak seçimlerden sonra ne olacağı konusunda halen belirsizlikler var. Zira emperyalist/Siyonist güçler halkların direniş iradesini kıramıyor. Bu da “Yeni Ortadoğu yaratma” hevesini kursaklarında bırakıyor.
Soykırım savaşını ısrarla sürdürmelerine rağmen içine düştükleri bu açmaz, emperyalist/Siyonist güçlerin histerisini şiddetlendiriyor. Yani halen bölge halkları için ciddi bir tehdit oluşturuyorlar. Gazze’de, Lübnan’da yaptıkları, ne kadar vahşi olabileceklerini dünyaya gösterdi. Bu ise, bölge halklarının kendi gelecekleri için emperyalist/Siyonist güçlere karşı birleşik bir direniş geliştirmelerinin ne kadar büyük bir önem taşıdığını gösteriyor.