3 Aralık Salı günü, muhafazakar Halkın Gücü Partisi’nden (PPP) Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-Yeol faşist bir darbe gerçekleştirdi. Yoon sıkıyönetim ilan etti ve orduyu konuşlandırdı. Yoon, muhalefetteki Demokrat Parti’yi “devlet bütçesini sabote edecek, ülkeyi ulusal yıkım uçurumuna sürükleyecek ve yıkıcı faaliyetlerle hükümeti felç edecek Kuzey Koreli sempatizanlar ve ajanlar” topluluğu olmakla suçladı. Gerçekleştirdiği darbeyle “Kuzey Kore yanlısı güçleri ortadan kaldırmayı ve anayasal özgürlük düzenini korumayı” amaçladığını iddia etti. Yeminli komünizm düşmanı ve ABD uşağı olan Yoon, Ağustos 2023’teki Kurtuluş Günü konuşmasında şu sözlerle kinini kusmuştu:
“Komünist totalitarizmin güçleri, aşağılık ve etik olmayan taktikler ve sahte propagandaya girişirken kendilerini her zaman demokrasi aktivistleri, insan hakları savunucuları veya ilerici aktivistler kılığına soktular.”
Darbe girişimi, Ulusal Meclis'in faaliyetlerinin bastırılması ve tüm gösterilerin, toplantıların, grevlerin ve siyasi faaliyetlerin yasaklanmasının yanı sıra muhalefet partilerinin ve sendikaların susturulması, medya ve basının ordu tarafından sansürlenmesi ve en temel demokratik hakların askıya alınması anlamına geliyordu. Nitekim Genelkurmay Başkanı Park An Su, Yoon’un darbe konuşmasının ardından, Ulusal Meclis’in, yerel konseylerin, siyasi partilerin ve siyasi derneklerin faaliyetleri de dahil olmak üzere “tüm siyasi çalışmaların, toplantı ve gösterilerin yasak olduğunu” ilan etti. Tüm medya ve yayınların sıkıyönetim komutanlığının kontrolü altında olduğu duyuruldu.
Yoon’un sıkıyönetim ilan etmesinin hemen ardından, sıkıyönetimin uygulanmasından sorumlu askeri komutan Park An-Su, bu diktatörce tedbirleri açıklamak üzere kamuoyunun karşısına çıktı ve muhalefet milletvekillerinin toplantı halinde olduğu Ulusal Meclisi işgal etmek üzere başkent Seul’a asker ve özel kuvvetlerin konuşlandırıldığını duyurdu. Meclis Başkanı Woo Won Shik, o gecenin ilerleyen saatlerinde 190 milletvekilinin parlamento binasına geldiğini ve oybirliğiyle sıkıyönetim kararının kaldırılması yönünde oy kullandığını duyurdu. Güney Kore anayasası, 300 sandalyeli parlamentoda çoğunluğun talep etmesi halinde sıkıyönetim uygulamasının kaldırılmasını öngörüyor.
Medyada yer alan haberlere göre, hem cumhurbaşkanı hem de askeri liderlik başlangıçta bu talebe uymayı reddederek parlamentonun basılması ve muhalefet üyelerinin tutuklanması emrini vererek darbe planlarına devam etti. Ancak halkın gösterdiği direnişle durum değişti.
Gece yarısı olmasına rağmen kitleler Seul sokaklarına aktı. Başkent Seul’deki parlamento binası önünde toplanan kitle, “Sıkıyönetim geri çekilsin!” “Yoon Suk Yeol’u tutuklayın!” sloganlarını attı. Sokaklara dökülen, Ulusal Meclisi kuşatan ve orduyla karşı karşıya gelen binlerce kişinin ve hapisteki milletvekillerinin direnişinin yanı sıra Güney Kore’nin en büyük sendikası olan 1,2 milyon üyeli Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (KCTU) süresiz genel grev başlatacağını duyurmasıyla darbe püskürtüldü. Askeri darbenin kitlesel muhalefeti ve grevleri tetikleyeceği korkusuyla geri adım atan Yoon, ulusal televizyonda sıkıyönetim uygulamasının kaldırıldığını ve askerlerin kışlalara döneceğini duyurdu.
Görev süresinin neredeyse tamamı skandallar ve entrikalarla geçen, eşi Kim Keon-hee ile birlikte rüşvet, profesyonel dolandırıcılık ve hisse senedi fiyatlarını manipüle etmekle suçlanan Yoon’un sıkıyönetimi kaldırması, krizi çözmeye yetmedi. Cumhurbaşkanı ile Demokrat Parti kontrolündeki Ulusal Meclis arasındaki çelişkiler devam ediyor. DP, Yoon’a karşı görevden alınma davası açılmasını istiyor. Kore Sendikalar Konfederasyonu ise (KCTU) başkanın istifasını talep etmek için sınırlı grev ve protesto çağrısında bulundu.
Güney Kore’deki darbe girişimi, “burjuva demokrasileri” ve parlamentarizmin arkasında, kapitalist tekellerin diktatörlüğünün durduğunu ve sermayenin çıkarları için bir risk oluştuğunda “demokratik” biçimleri bir kenara atmaktan çekinmeyeceklerini birkez daha gösterdi. ABD yönetimi, başarısız darbe girişiminin ardından “rahat bir nefes aldığını” açıkladı. Bu açıklama tam bir ikiyüzlülük ve utanmazlık örneğidir. Burjuva ve liberal gözlemciler bile ABD emperyalizminin desteği olmadan böyle bir adımın atılmayacağını, CIA’nın başından beri doğrudan işin içinde olduğunu iddia ediyor.
***
Son yıllarda artan enflasyonla daha da kötüleşen yaşam koşulları, düşük ücretler, güvencesiz işlerin yaygınlaşması, 11 saate varan uzun çalışma saatleri, hızla artan emlak ve gıda fiyatları, cinsiyetler arası ücret farkının çok yüksek olması, cumhurbaşkanı ve eşinin yolsuzlukları gibi sorunlar işçi ve emekçilerin öfkesini büyütmüştü. Tüm bu sorunlar son yıllarda militan grev dalgalarına yol açmıştı. Darbe girişiminden hemen önce ulaştırma, eğitim ve kamu hizmetleri sendikaları grev çağrısı yapmış, kamyon şoförlerinin dayanışma grevi gerçekleştirilmişti. Öte yandan, Seul Demiryolu Şirketi işçileri ve diğer sektörlerdeki işçi bölükleri 5 ve 6 Aralık’ta süresiz grev ilan etmiş, 2 Aralık’tan itibaren üç günlük koordineli grev çağrısında bulunmuştu. Yanı sıra, geçtiğimiz mart ayından bu yana 12 bin hekim radikal grevlere imza atmıştı.
Bu toplumsal mayalanma ve kitlesel mücadelenin yükselişine ek olarak ülke, emperyalistler arası hegemonya mücadelesinde taraf haline getirildi. Güney Kore rejimi ABD’nin saldırgan bir müttefiki. Bu rolü kapsamını militarist ve savaş kışkırtıcısı politikaları izliyor. 2017 yılında hükümet, “Kuzey Kore’den gelen tehditleri caydırmak” kisvesi altında ABD Thaad füze sistemini konuşlandırmayı kabul etti. Bu politikanın asıl hedeflerinden biri Çin’di. Mevcut hükümet, ABD emperyalizminin ve özellikle Biden yönetiminin başlattığı militarist ve provokatif tutumu destekleme çabalarını artırdı. Bu süre zarfında ABD, Japonya ve Güney Kore arasındaki ittifak üçlü bir askeri ve güvenlik anlaşmasıyla güçlendirildi.
Bütün bu faktörler, emekçilerde çeşitli biçim ve düzeylerde grev ve direnişler olarak kendini ortaya koyan öfke birikimine neden olmuştu. Darbe girişimi, bu öfkeyi yeniden tetikledi. Darbenin püskürtülmesinde belirleyici olan şey işçi sınıfında, emekçilerde, kadınlarda ve gençlerde biriken öfke ve mücadele eğiliminin darbe karşıtlığında somutlaşıp sokaklara taşması oldu.