Emperyalist/Siyonist soykırım savaşı 13. ayında…

Halkların direniş iradesini kıramıyorlar!

Emperyalist/Siyonist barbarlar ne ilke ne kural ne yasa ne anlaşma ne sözleşme tanıyorlar, yakıp/yıkıyorlar, soykırım yapıyorlar, “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmama” politikası izliyorlar, ancak halkların direniş iradesini kıramıyorlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 26 Ekim 2024
  • 19:00

Siyonist İsrail ve işgalci ordusunun “yenilmez güç” olduğu algısına ağır bir darbe vuran 7 Ekim Aksa Tufanı eylemine, emperyalist/Siyonist güçler tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir soykırım savaşıyla karşılık verdi. Toprakları 75 yıldan beri işgal altında bulunan, o tarihten beri katledilen, sürgün edilen, zindanlara kapatılan, ırkçılığın en iğrenç şekillerine maruz bırakılan Filistin halkının cüreti, sadece Tel Aviv’deki dinci-faşist Netanyahu hükümetini değil ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin tümünü çileden çıkardı. Sömürgeciler, Gazzeli direnişçilerin gösterdiği bu cürete tam bir histeri ve sürü psikolojisiyle saldırarak karşılık verdi. 

***

Soykırım işini, başında Netanyahu’nun bulunduğu çete üstlendi; ancak arkasında ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Avustralya emperyalistleri başta olmak üzere onlarca kapitalist/emperyalist devlet de saf tuttu. En büyük destek ABD’den, peşi sıra Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan geldi, diğerleri bunları takip etti. İsrail bu çok yönlü desteğe yaslanarak Gazze’de soykırım savaşını bugüne kadar sürdürmekle kalmadı 17 Eylül’de Lübnan’a da taşıdı.  

Gazze ve Lübnan’da iki ordunun karşı karşıya geldiği bir savaş yok. Modern silahlarla donatılmış, hiçbir yasa-kural, anlaşma, sözleşme tanımayan bir savaş aygıtı sivil halkın üzerine bomba boca ediyor. İşgalcilere karşı savaşan direnişçiler ise yer altındaki tünellerde bulunuyor. İşgalcilere saldırmak için yerüstüne çıkıyor, eylemlerini gerçekleştirdikten sonra tünellere geri çekiliyor. İşgalciler direnişçilerden yedikleri darbelerin intikamını ise sivilleri bombalayarak alıyorlar. 

Kendi türünde bir ilk olan bu barbarlık gösterisinde bugüne kadar binlerce ton bomba kullanıldı. Harcanan paranın miktarı bilinmiyor. Ancak İsrail savaş aygıtının Gazze’de katlettiği insanların sayısı 45 bine ulaştığında, sadece ABD’nin verdiği para 45 milyar doları bulmuştu. Yani ABD, katlettiği her Filistinli için İsrail’e bir milyon dolar para ödedi. Diğer emperyalistlerin ise ne kadar ödediği bilinmiyor. 

***

Üstü açık hapishane diye tanımlanan Gazze’nin bu kadar vahşi bir şekilde yakılıp/yıkılması için bir neden yok. Toplamı 365 kilometrekare olan Gazze’de 2,3 milyon insan yaşıyor. Metrekare başına düşen kişi sayısı bakımından dünyanın en kalabalık yerleşim yeridir. Buna rağmen Gazze’ye atılan bombaların miktarı binlerce tona ulaştı. En az 6 Atom bombasına tekabül eden bir miktar. Bu dizginsiz histerinin, dünyaya izlettirilen barbarlığın esas amacı Filistin halkının direniş iradesini kırıp diz çöktürmekti. Böylece Hamas başta olmak üzere işgale karşı direnen 12 örgüt yok edilecek, esirler kurtarılacak, 2,3 milyon kişi Mısır’ın Sina çölüne sürülüp Gazze toprakları işgalciler tarafından ilhak edilecekti. 

Bu hedeflere iki-üç ayda ulaşılacağı var sayılıyordu. Emperyalist/Siyonist güçler Gazze’de zafer ilan ettikten sonra Batı Şeria’da etnik temizliğe girişilecek, buradaki Filistinliler de Ürdün’e sürgün edilecekti. Ardından sıra Lübnan Hizbullah’ına gelecekti. Peşi sıra Yemen’de Husiler dize getirilecekti. Bundan sonrasının kolay olacağı hesaplanıyordu. Direniş hareketlerine destek veren Suriye zaten savaşla yıkılmış durumda. Petrol ve gazı Fırat’ın doğusunu işgal eden ABD tarafından gasp ediliyor, ayrıca boğucu bir ekonomik ambargo ile eli-kolu bağlanmış durumda. Filistin ve Lübnan direnişleri ezildikten sonra Suriye’yi dört koldan sıkıştırmak kolay olacaktı. Geriye daha büyük lokma olan İran kalacaktı. O da bir şekilde halledilirdi. Bu senaryoya göre ABD emperyalizmi hegemonya savaşında büyük bir mevzi kazanacak, İsrail’in başını çekeceği Amerikancı rejimlerle bölge üzerindeki egemenliği tam tesis edilecekti. 

***

Küstah sömürgeciler, senaryolarını hazırlarken halkların direnme iradesini hesaba katmazlar. Bu iradeyi ölçü-sınır tanımayan barbarlıkla nasılsa kıracaklarını var sayarlar. Irkçı-sömürgeci kibrin belirgin özelliklerinden biri halkları küçümsemektir. Ancak Gazze halkı ve bağrından çıkan direniş örgütleri çok ağır bedeller ödemek pahasına da olsa yazılan senaryoyu parçaladılar. Ne Hamas’ı ve diğer direniş örgütlerini yok edebildiler ne esirleri kurtarabildiler ne Filistin halkına topraklarını terk ettirebildiler. “Başarıları” soykırım yapmak, savaş suçları işlemek, barbar yüzlerini tüm dünyaya göstermek oldu. 

Bu “başarıları” onlara ne askeri ne siyasi zafer getirdi. İnsani ve ahlaki açıdan ise tam bir çöküş içindeler. Tüm bunların ardından işgalci ordu halen Gazze’ye hakim değil. Direnişçiler her gün işgalcileri hedef alan saldırılar düzenliyor, onlara kayıplar verdiriyor. 

***

Lübnan Hizbullah’ı Aksa Tufanı eyleminin ertesi günü Gazze’ye “destek cephesi” açtı. Lübnan sınırındaki işgalci ordunun mevzilerini belli bir angajmana göre vurmaya başladı. Amacı Gazze’deki direnişe destek vermek ve soykırım savaşının durdurulması için basınç yapmaktı. Lübnan direnişi ABD tehditlerine rağmen geri adım atmadığı gibi, kendisine sunulan rüşvetleri de elinin tersiyle itti. Bir ara Beyrut’u yol geçen hanına çeviren emperyalist devletlerin diplomatlarının tüm çabaları boşa düştü. Koşul netti: “Gazze’de soykırımı durdurun, destek cephesini kapatalım!”

Partinin askeri kanat liderlerinden Fuat Şükür’ün Beyrut’ta katledilmesine, 8200 adlı İsrail’in en önemli istihbarat merkezini bombalayarak yanıt veren Hizbullah, Tel Aviv’deki soykırımcı çeteye beklemediği bir darbe indirdi. Bu olayın ardından Lübnan’da doğrudan devreye giren ABD emperyalizmi istihbarat, koordinasyon ve özel silahlarıyla İsrail’e destek vererek Hizbullah’a bir darbe vurdu. Hareketin Genel Sekreteri Hasan Nasrallah dahil birçok lideri katledildi, sınır aşan devlet terörü ile çağrı cihazları ve telsizler patlatılarak 5000 kişi hedef alındı. 

Nasrallah’ın 400’den fazla siville birlikte katledilmesinin ardından savaş çetesinin başı Netanyahu Lübnan topraklarını işgal etmekten, Hizbullah’ı ortadan kaldırmaktan, İran’da yönetim değişikliği yapmaktan ve nihayet yeni bir Ortadoğu oluşturmaktan söz etmeye başladı. Kimileri “vaat edilmiş topraklar” zırvasını dillendirmeye başladı. Netanyahu’nun BM kürsüsünde gösterdiği haritada ise Filistin diye bir yer yoktu. Bu sınırsız kibir ve küstahlık, soykırım çetesinin Lübnan direnişini yere serdiği varsayımına dayanıyordu. 

Lübnan topraklarını işgal saldırısı yine ABD ile Batılı emperyalistlerin tam desteği ile 1 Ekim’de başlatıldı. İşgalci ordunun “seçkin” tugaylarından oluşan 80 bine yakın asker, tanklar, zırhlı araçlar ve diğer savaş araçlarıyla Lübnan sınırına yığıldı. İşgal saldırısı dördüncü haftasına girdi ama işgalciler halen bir köyü bile ele geçiremediler. Devasa askeri üstünlük, sınırsız hava bombardımanına rağmen, Hizbullah savaşçıları her işgal girişimini püskürttü. Çatışmalarda işgalcilere her gün ağır kayıplar verdirildi. İşgalciler sıkı bir sansür uygulamasına rağmen verdikleri kayıpları gizleyemediler. Zira ölü ve yaralı askerleri taşıyan helikopterler gizlenemezdi. Kimi hastanelerden yapılan açıklamalar da ağır kayıplar verildiğini teyit edince, kara saldırısında öldürülen ya da yaralanan yüzlerce İsrail askeri olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. 

Kara saldırısında kayıp verdikçe sivilleri hedef alan vahşi saldırılarını yoğunlaştıran İsrail, Hizbullah’ın her gün 150-200 arası füze atmasını da önleyemedi. İHA’larla yapılan saldırılar ise “Demir Kubbe” sistemini aşarak hedeflerine ulaşıyor. İşgalci ordunun “en seçkin” kabul ettiği Golani Tugayı’nın eğitim merkezini, akşam yemeği sırasında bir İHA ile vuran Hizbullah, “Lübnan direnişi bitmiştir” iddialarını yerle yeksan etti. Dahası, soykırımcı çetenin başı Netanyahu’nun evinin yatak odasının penceresini vurarak, birkez daha emperyalist/Siyonist barbarlara meydan okudu ve İsrail’de ulaşılmaz bir nokta bulunmadığı mesajını verdi.  

Gazze ve Lübnan’ın yanı sıra Yemen ordusu ve Iraklı direnişçilerin açtığı destek cepheleri de halen aktif…  

***  

22 Ekim Salı akşamı yayınlanan birkaç haber başlığı şöyleydi: 

-Hizbullah, Netanyahu'nun Sezariye'deki evine saldırının sorumluluğunu üstlendi…

-El Kassam Tugayları, işgal ordusunun 401'inci Tugay komutanının Cebaliye'de öldürülmesinin sorumluluğunu üstlendi ve direnişin operasyonlarına devam ettiğini bildirdi

-Yemen Silahlı Kuvvetleri, işgal altındaki Yafa'nın doğusundaki bir İsrail askeri üssünün, Amerikan ve İsrail önleme sistemlerini atlatmayı başaran “Filistin 2” hipersonik füzesiyle hedef aldığını duyurdu.

-Irak'taki direniş Eilat, Suriye Golan'ı ve işgal altındaki Filistin'in (İsrail) merkezinde bulunan hayati hedeflere saldırdı.

-Eski ordu sözcüsü Tuğgeneral Ran Kochav, İsrail Kanal 12'ye yaptığı açıklamada, “Bitirmedik ya da galip gelmedik, henüz kimse beyaz bayrağı kaldırmadı. Tam tersine, Hizbullah'ın gücü hâlâ var, zorlu mücadele hâlâ önümüzde, zor günlere tanık olacağız” ifadelerini kullandı.

-İsrail ordusundan bir askeri doktor Amerikan kanalı CNN'e yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Birçoğumuz Lübnan'daki savaşa katılmak üzere yeniden askere alınmaktan çok korkuyoruz. Şu anda hükümete güvenmiyorum.”

***

Evet emperyalist/Siyonist barbarlar çok güçlüler, en modern silahlarla donanmışlar ne ilke ne kural ne yasa ne anlaşma ne sözleşme tanıyorlar, yakıp/yıkıyorlar, soykırım yapıyorlar, “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmama” politikası izliyorlar, ancak halkların direniş iradesini kıramıyorlar. Bundan dolayı çok kudurganlar ve bölge halklarının geleceğini tehdit ediyorlar. Bu tehdide karşı direnen Filistin ve Lübnan halklarıyla dayanışmayı yükseltmek, ertelenemez bir görev olarak bölge halklarının önünde durmaktadır.