Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) 23 Kasım’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama kararı verdi. Mahkeme, her iki ismin savaş suçu işlediğine karar verdi. Irkçı-Siyonizme sert bir şamar indiren UCM kararının yankıları sürüyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin, Benjamin Netanyahu ve Yoav Galant hakkında savaş suçları nedeniyle tutuklama kararı alması, İsrail’in Filistin ve Lübnan’da işlediği soykırım suçlarını uluslararası arenada yargılama çabası açısından önemli bir adım olarak değerlendirildi. Öte yandan bu karar, Avrupa’daki faşist liderler ve ABD tarafından sert tepkilerle karşılandı. Avrupa’da yükselen sağcı-faşist hareketler, bu kararı “reddederek” İsrail’in işlediği savaş suçlarına doğrudan destek verirken, ABD de her zamanki gibi İsrail’in arkasında durarak UCM’nin yetkisini sorgulayan, hatta küstahça tehdit eden açıklamalar yaptı. Böylece hem Avrupa’daki faşist şefler hem ABD emperyalizmi terör devleti İsrail’in suçlarına ortak olduklarını bir kez daha açıkça ortaya koymuş oldular.
UCM kararı ve İsrail’in soykırımcılığı
UCM, İsrail’in özellikle Gazze Şeridi’nde uyguladığı sistematik saldırıları, Filistinli sivillere yönelik etnik temizlik ve apartheid politikalarını savaş suçu olarak değerlendirerek Netanyahu ve Galant hakkında tutuklama kararı verdi. Karar, İsrail ordusunun Gazze’de hastaneleri, okulları ve sivillerin sığındığı BM tesislerini bombalamasını, sivil nüfusu topluca cezalandırma ve “uluslararası hukuku” ihlal etme eylemlerini temel alıyordu.
Bu kararı kınayan seslerin başında Avrupa’daki sağcı ve faşist liderler geldi. İtalya’dan Giorgia Meloni, Fransa’dan Marine Le Pen, Almanya’dan AfD liderlerinden Alice Weidel, Avusturya’dan Herbert Kickl gibi aşırı sağcı faşistler, UCM kararını “taraflı” ve “İsrail karşıtı” ve hatta “anti-semitist” diye nitelendirerek Netanyahu’ya desteklerini açıkladılar.
Giorgia Meloni ve İtalya’nın İsrail politikası
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Netanyahu’nun Avrupa’nın “İslamcı tehdit” karşısındaki en güçlü müttefiki olduğunu belirterek, İsrail’e yönelik eleştirilere karşı çıktı. Meloni, “İsrail, sadece kendi varoluş hakkını savunuyor. Bu karar, Batı’nın savunma mekanizmalarını zayıflatmaya yöneliktir” ifadelerini kullandı. Mussolini artığı faşist Meloni'nin İsrail'e verdiği bu destek, yalnızca İsrail’in suçlarına ortak olmak anlamına gelmiyor; aynı zamanda kendi hükümetinin göçmen karşıtı ve İslamofobik politikalarını meşrulaştırma çabası olarak da öne çıkıyor.
Marine Le Pen ve Fransa’nın “çelişkili” tavrı
Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi şefi Marine Le Pen, Netanyahu’ya desteğini açıklayan bir diğer isim oldu. Le Pen, UCM’nin kararını “uluslararası hukukun siyasallaştırılması” olarak değerlendirerek, İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırım suçlarını görmezden geldi. İlginç olan, Le Pen’in Fransa’daki Yahudi lobileriyle gerilimli bir geçmişi olmasına rağmen İsrail’e bu denli açık destek vermesiydi. Bu tavır, sağcı faşist partilerin hem İsrail’deki dinci-faşistlere yakınlığını hem fırsatçı politikalarını ve uluslararası ilişkilerdeki çıkar hesaplarını gözler önüne seriyor.
Herbert Kickl ve Avusturya’nın tutumu
Avusturya’da Özgürlük Partisi (FPÖ) şefi Herbert Kickl, İsrail’i “Batı medeniyetinin bekçisi” diye tanımlayarak Netanyahu’ya olan desteğini dile getiren bir diğer faşist şef. Kickl, Netanyahu’nun UCM tarafından hedef alınmasını, “Batı’ya karşı yürütülen ideolojik bir savaş” olarak nitelendirdi.
Avusturya hükümetinin İsrail ile silah ticaretini genişlettiği ve istihbarat paylaşımı konusunda İsrail’le iş birliğini artırdığı biliniyor. Kickl’in açıklamaları, sadece İsrail’i desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda faşist ideolojilerin uluslararası düzeyde nasıl birleştiğini de gösteriyor.
Avrupa’da ki diğer sağcı ve faşist liderlerin açıklamaları
Hollanda’da Geert Wilders, Netanyahu’yu bir “kahraman” olarak nitelendirirken, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını “radikal İslam’a karşı bir savunma” olarak savundu. Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) şeflerinden Alice Weidel, “İsrail’in, kendi topraklarını ve vatandaşlarını koruma hakkı hiçbir şekilde sorgulanamaz” diyerek, İsrail’in işlediği savaş suçlarını ve soykırımcılığını savundu.
Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) lideri Jarosław Kaczyński ise Netanyahu’ya verdiği desteği “Hristiyan değerleri savunma” çerçevesinde yorumladı ve UCM kararını “Batı medeniyetine bir saldırı” olarak değerlendirdi. Bu liderlerin söylemleri, İsrail’in ifşa olan savaş suçlarını meşrulaştırmaya çalışırken aynı zamanda kendi ülkelerindeki baskıcı ve ayrımcı politikalarına da zemin hazırlıyor.
***
Avrupa’daki faşistlerin İsrail’e verdikleri bu açık destek, yalnızca siyasi bir ittifak değil, aynı zamanda Filistin halkına karşı işlenen soykırım suçlarının üstünün örtülmesine yönelik bir ortaklık anlamına da geliyor. İsrail hem Filistin’de hem Lübnan’da kadınları, çocukları ve sivilleri toplu şekilde katlederken, Avrupa’daki bu faşistler, “kendini savunma” söylemiyle bu suçları aklamaya çalışıyor. Bu destek, İsrail’in Gazze’deki toplu katliamlarından Lübnan’daki sistematik saldırılarına kadar her alanda Filistin ve Lübnan halklarının trajedisini derinleştiren bir etki yaratıyor.
Batı’nın “uluslararası hukuk” ve “insan hakları savunuculuğu” söylemleri, İsrail söz konusu olduğunda tam bir çifte standarda ve iki yüzlülüğe dönüşüyor. Bu tiksinti verici çifte standart, sadece İsrail’in suçlarının cezasız kalmasına neden olmuyor, aynı zamanda Avrupa’daki faşist hareketlere de meşruiyet kazandırmayı hedefliyor.
Avrupa’nın sağcı-faşist partileri ve hükümetleri, İsrail’in savaş suçlarını aklamaya çalışırken, o çokça dillerine doladıkları “uluslararası hukuku” ve “insan haklarını” nasıl da pervasızca ayaklar altına aldıkları görülüyor.
Zamanında Yahudilerin soykırımdan geçirilmesinin "mirası" üzerinde yükselen bu faşist parti ve hareketlerin, halen Yahudi mezarlıklarını talan edecek kadar derin bir Yahudi düşmanlığına sahip olmalarına rağmen Netanyahu ve Siyonist İsrail’e sundukları destekler, yalnızca Filistin halkının değil, Yahudi işçi ve emekçilerin de “hayrına” olmasa gerek.
Bu ortaklık, Avrupa’daki faşist hareketlerin yalnızca kendi kıtalarında değil, uluslararası düzeyde de katliam politikalarının savunucusu ve destekçisi olduklarını bir kez daha kanıtlıyor. Emperyalistlerin, faşistlerin, IŞİD zihniyetli cihatçı terör örgütlerinin İsrail’e hakim olan dinci-faşist Siyonistlerle aynı cephede toplanmaları tesadüf değil. Onları birleştiren temel sebeplerden biri de Filistin ve Lübnan şahsında ezilen halkların yükselttiği direniş iradesine duydukları derin düşmanlıktır.