Kapitalizmin kötülükleriyle kuşatılmış dünyada göç olgusu ve göçmen ölümleri son bulmuyor. Kapitalist dünyada askeri, siyasi, dinsel, ekonomik, çevresel bin bir musibet nedeniyle göçler devam ediyor. Göç edenler içinde en savunmasız kesimleri düzensiz, “kaçak” göçmenler oluşturuyor. İnsan tacirlerinin eline düşüyor, sınırlarda yakalanıp insanlık dışı kamplarda tutuluyorlar. Bu kamplarda insanlık onuruna aykırı muamele görüyor, en temel ihtiyaçlardan dahi mahrum bırakılıyorlar. Yeni bir yaşam umuduyla çıkılan yollarda darp, işkence ve cinayetlerle boğuşuyorlar.
Göçmenlere yönelik yoğun şiddet görüntülerinin yaşandığı yerlerden biri de Avrupa’ya göç kapısı olan Türkiye-Yunanistan sınırlarıdır. AB’nin fonladığı Avrupa Sınır ve Sahil Koruma Teşkilatı (Frontex) güçleri göçmen kafilelerini biber gazlı müdahalelerle engelliyor, hatta göçmenlerin üstlerine ateş açıyorlar. Bu saldırılarda pek çok insan yaşamını yitirmektedir.
Yakın zamanda yine Meriç üzerinden Yunanistan sınırını geçmeye çalışan göçmenler vahşi bir şekilde hayattan koparıldılar. Söz konusu insanlar önce Yunan güçleri tarafından darp edildiler, üzerleri soyularak Türkiye sınırına itildiler. Soğuk kış koşullarında, Edirne dolaylarında donarak can verdiler. Suriye, Pakistan, Afrika, Nepal, Afganistan, Bangladeş gibi çeşitli ülkelerden gelen 19 göçmenin maruz kaldığı bu vahşet emperyalist dünyanın eseridir.
Avrupa Birliği, güncel planda göçü kendi sınırları dışında tutma politikası izliyor ve bu çerçevede her yol ve yöntemi mubah sayıyor. Müsebbibi olduğu göçleri kendi belirlediği ülkelere yönlendiriyor ve bu ülkeleri düzensiz göçlere karşı teyakkuz halinde tutuyor. Geri Kabul Anlaşması gereğince AB’nin göçmen politikasını aktif bir şekilde yürütmeye çalışan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Türk devleti, göçmenlere yönelik insanlık dışı muamelede bulunmakta, suç işlemektedir. Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Bulgaristan sınırları, AB’nin hizmetindeki her üç ülkenin de ortaklığında göçmen avının yapıldığı sahalara dönüşmüştür. Yunanistan, Türkiye, Bulgaristan sınırlarına dikenli teller ve duvarlar örülerek göçmen hareketliliği engellenmeye çalışılırken, Akdeniz kıyılarında askeri birlikler devreye sokulmakta, deniz harekatları gerçekleştirilmektedir. AB’nin dış sınırları, sınır ve sahil güvenlik birimlerince sıkı sıkıya kapalı tutulmaktadır. Frontex’in sınır muhafız sayıları sürekli artırılmakta, görev kapsamı genişletilmektedir.
2015 yılında Akdeniz’de 1.200 mültecinin yaşamını yitirmesi, AB’nin düzensiz göçü engellemek için başvurduğu bu yöntemlerin sonucudur. Hakeza Ege Denizi’ndeki geri itmeler ve yaşanan can kayıpları da öyle. Sınırı geçmeye çalışılan göçmenleri “güvenli” olarak belirtilen ülkeye geri itmek, emperyalistlerin ve onların hizmetindeki taşeronların üzerinde anlaştıkları bilinçli bir politikadır. Göçmenlerin darp edilmesi, işkence görmesi, ellerindeki her şeye el konularak soyulmaları, botlarının batırılıp denizin ortasında bırakılmaları, ölüme terk edilmeleri ve öldürülmeleri de bu politikaların ürünüdür. 2020-2021 yılları arasında şiddet kullanılarak denizden ve karadan geri itilenlerin sayısı 30 bini geçkindir. Göçmen ölümlerine her geçen gün yenileri eklenmektedir.
Ege’nin her iki yakası ölüm saçarken Türkiye’nin Edirne’deki ölümlere dair yaptığı açıklamalar riyakarcadır. Yunanistan’ın gerçekleştirdiği vahşete, AB’nin kapı bekçisi olarak Türkiye de ortaktır.
Türkiye’nin göçmen meselesini birçok şekilde istismar ettiği bilinmektedir. AKP iktidarı bu konuda oldukça pişkin davranmaktadır. AKP yönetimindeki Türk devleti, AB kesenin ağzını açsın diye göçmenleri bir şantaj malzemesine dönüştürmekte ve yanı sıra çeşitli ülkelere yönelik ırkçı politikaların unsusu olarak kullanmaktadır. AB fonları karşılığında göçmen deposu olmak, sermayenin tek adam rejimi için aynı zamanda ucuz işgücü kaynağına sahip olmaktır. AKP’lilerin göçmenlerin, özellikle sayıları bir hayli artan Suriyelilerin ucuz işçilikle ekonomiyi ayakta tuttuklarına yönelik pişkin açıklamaları hatırlanacaktır. Türkiye’de 27 Ocak 2022 verilerine göre kayıt altına alınmış geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı 3 milyonu aşkındır (Mülteciler Derneği’ne göre 3 milyon 736 bin 91 kişi). Sayının daha fazla olduğu ise herkesin malumu.
Yunan güçleri tarafından yapılan vahşete, tek taraflı insanlık dışı tanımlaması yapan Türkiye’nin ülke içindeki mültecilere yönelik sicili ise katbekat bozuktur. İşçi ve emekçilerin yaşamlarının çekilmez hale getirildiği Türkiye’de göçmenler/mülteciler insanlık dışı yaşam ve çalışma koşullarına misliyle mahkum edilmekte, dahası korkunç katliam ve cinayetlere kurban gitmektedir.
Yakın zamanda İstanbul Güngören’de merdiven altı bir tekstil firmasında çalışan Suriyelilerin başına gelenler bunun bir kanıtıdır. Patlamanın yaşandığı atölyede tuvalette kilitli bulunan 5 Suriyeli işçi yanarak, dumandan zehirlenerek can vermiştir. Sadece geçen yıl 94 mülteci/göçmen işçi hayatını kaybetmiştir. Kayıt dışı çalıştırılmak, çalışma alanlarında yanarak, zehirlenerek, boğularak ölmek, ırkçı saldırılarda yaşamını yitirmek, göçmenlerin Türkiye’de yaşadığı vaka-i adiyeler sayılmaktadır.
AKP rejiminde çalışma ve yaşam koşulları gittikçe sınırlanan işçi ve emekçiler iktidar ve düzen muhalefeti tarafından çeşitli çıkarlar doğrultusunda göçmenlere karşı sistematik olarak kışkırtılmakta, düşmanlığa sevk edilmektedir. Halbuki iş cinayetleri ve kazaları, taciz-şiddet-ölüm oranları bu kesimlerin içler acısı durumunu ortaya koymaktadır. Gittikçe tırmanan hayat pahalılığı, işsizlik ve açlıkta göçmenler çok daha dezavantajlı kesimi oluşturmaktadır.
Bu tablodan çıkaracağımız sonuç bellidir. Türkiyeli işçi ve emekçiler olarak ırkçı politikalara alet olmamalı, kendi ezilmişliğimizin de kaynağı olan emperyalist politika, savaş ve anlaşmalara karşı hep birlikte mücadeleyi yükseltmeliyiz. Mülteci-göçmen olgusuna işçilerin birliği-halkların kardeşliği temelinde bakmalı ve buna uygun hareket etmeliyiz. Bu çerçevede, ezilenlerin erdemi olan dayanışmayı acil bir şekilde yükseltelim. Emperyalist-kapitalist ülkelerin sınıf birliğine karşı mülteci sınıf kardeşlerimizle örgütlü birliğimizi güçlendirelim.